Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR-TR724.COM
Babam rahmetli, 1923 doğumluydu; yani Cumhuriyetle yaşıttı. Gençliğinde koyu DP’li, Menderes’ci imiş. İleri yaşlarında mazbut bir ehl-i tarik olmuştu. Ailemizin, hatta köyümüzüm tamamı dindar, muhafazakardır. Son dönemler itibariyle AKP etkisi ağır basıyor. Sanırım bunda imam hatip mezunlarının ve Diyanetten maaş alanların ciddi sayıda olmasının etkisi var. Bizim köylülere bakınca AKP’nin imam hatiplere ve Diyanet’e neden yatırım yaptığını anlıyorum. Zira en fanatik AKP destekçileri o kesimden çıkıyor.
Köyümüz öteden bu tarafa sağ partilere ezici destek verir. Yanımızdaki köy ise sol partilere yakındır. Bu nedenle aralarında her dönem serin rüzgarlar eserdi. Yan köyde halamız ve eniştemiz vardı. Çocukluğumda her bayram mutlaka halamı ziyarete gider, bayramlaşırdık. Gelip geçerken uğrar, bazen konaklardık. İkram-ı izzette, misafirperverlikte kusur etmezlerdi. Ancak bir şekilde söz siyasete gelirdi ve koyu Halk Partili eniştemle koyu Demokrat Partili babam birden birbirine bağırıp çağırmaya başlardı. Nezaketlerini yitirir, herbirisi ötekinin partisine, liderine ağır hakaretler ederdi.
Atışmalarda babam Tek Parti döneminde camilerin kapatılmasından, ahırlarda gizli gizli verilen dini eğitimden vb. bahsederdi. Eniştem babamı hiç dinlemez, söylenenleri kabullenmez, CHP’nin ülkeye neler kazandırdığını anlatırdı. İkisi de hacı, namazında niyazında adamlardı. Beraberce namaz kılarlardı; ama bahis partiye gelince bir anda iki azılı düşmana dönüşürlerdi. Bütün aile onları sakinleştirmeye çalışırdı. Siyaset nedeniyle ziyaret zehir olur, gergin bir şekilde vedalaşılırdı. Ama asla kin tutulmaz, sonraki ziyarette aynı sıcaklıkla herkes birbirini kucaklardı.
Halamın çocukları, torunları genelde CHP çizgisinde devam ettiler. Onlarda Ecevit, bizim cenahta Menderes isimli çocuklar vardı. Siyaset bölse de akrabalık ilişkileri korunur; Ecevit’le Menderes kardeşçe oynardı. Halamın çocukları, torunları ile sonraki yıllarda da akrabalık hukukunu gözeten düzeyli ilişkilerimiz oldu. Görüşürdük, ama siyasete girmezdik.
Köylülerimizden her cemaat/tarikattan örnek bulmak mümkündü. Bizim köye odaklanınca tartışma dindar-muhafazakar grupların birbiriyle itiş-kakışına dönüşüyordu. Süleyman Efendi mensuplarıyla imam hatipliler asla anlaşamaz, birbirinin arkasında namaz kılmazdı. Menzilciler, Hakyolcular, Çarşamba cemaati, Hizmet Hareketi, Milli görüşçüler, ülkücüler… herkesin kendine ait kutsalları, dokunulmazları vardı. Herkes kendini “en haklı” “en müstakim” görür; ötekini eleştirirdi. Aidiyetler üzerinden egolar çarpışır, ortam sevimsiz/seviyesiz bir hale bürünürdü. Ama bunlar akraba ziyaretini kesmeye sebep olmazdı. Bir yönüyle parti, cemaat, tarikat tartışmaları adrenalin üretir; hafızlarda gergin ama heyecanlı anlar kalırdı.
Son dönemde hizipçilikte, ayrışmada muhafazakarlar Türkiye’ye “çağ!” atlattılar. Artık siyasi farklılıklar, tarikat, cemaat, aidiyet farklılıkları akraba ilişkilerini koparıyor. İnsanlar bayramda, cenazede dahi birbirlerini arayıp sormaz hale geldi. Zira farklı hizipten insanlar en yakın akrabasını “hain”, “ajan” diye suçluyor. Dini-darlar namazını-niyazını bildiği kişiyi kolayca “kafir”, “münafık” ilan ediyor. Tartışmalar çok ölçüsüz ve yıkıcı geçiyor. Kalpler kırılıyor, akrabalık ilişkileri ağır hasar alıyor. Yüreği bu seviyesiz tartışmalara dayanamayan insanlar ziyarete gitmemeyi tercih ediyor. Zenginlik sebebi olması gereken yorum farklılıkları, insanları kamil mümin olmaya sevketmesi gereken cemaatler-tarikatlar önemli günahlar arasında sayılan akraba ile bağı kesmeye, yakınlarla ilişkileri zehirlemeye neden oluyor.
AKP’nin ayrıştırıcı, ötekileştirici siyaseti toplumu parça pinçik etti. Erdoğan dini, camileri, kutsalları siyasetine malzeme yaparak dindarlara en büyük kötülüğü yaptı; onları böldü, ayrıştırdı ve düşmanlaştırdı. Gerilimi topluma öyle yaydı ki, artık insanlar siyasi görüşü, cemaati, aidiyeti nedeniyle kuzenini, amcasını, hatta babasını aramaktan korkuyor. Küskünlüklerin unutulması, dargınlıkların bitirilmesi gereken bayram günlerinde bile birbirini ziyaret etmeyen, aramayan akrabalar var. Kendisi gibi düşünmüyor diye veya korku nedeniyle kardeşinin bayram tebriği telefonuna çıkmayanlar var. Aynı safta namaz kılan, 28 Şubatta dayanışan dindarlar şu anda birbirini “kafir”, “hain”, “ajan” ilan etmekle meşguller. Erdoğan’la kirli ittifak kuran kesimler çok başarılı bir proje yürütüyorlar.
Muhafazakar mahallelerde insanlar barut gibi ve keskin hatlarla ayrışmış durumda. Patlamaya müsait bir ortam var. Bu hal, komşuluk, akrabalık ilişkilerini zehirliyor. Toplumu bölüyor, ülkeyi kırılgan hale getiriyor. Birbiriyle görüşmeyen, arayıp sormayan, hatta sosyal medyada engelleyen kardeşlerin, kuzenlerin haddi hesabı yok! “Farklı düşünüyor” diye en yakın akrabasının uğradığı zulmü, haksızlığı yok sayıyor insanlar. Ahlaki, hukuki, vicdani hiçbir dayanağı olmayan uygulamalarla işten atılan, malına çökülen kardeşi/kuzeni için “aklını başına alsaydı” gibi insanlıkla bağdaşmayacak sözler söyleyebiliyorlar. Siyasi görüşü, cemaati, tarikatı farklı ise akrabasının acısını paylaşma, destek olma kaygısı taşımıyor pek çok kimse.
Seküler, sol aile çevresine sahip olanlar şu sıralar daha şanslı. Zira bu kesimler siyasetle, güncel tartışmalarla akrabalık ilişkilerini ayırabiliyor. Ama muhafazakarlarda siyaset, aidiyet herşeyin önüne geçmiş durumda. Cemaat, tarikat mensubiyeti, siyasi farklılık AKP ile birlikte nefret, düşmanlık sınırlarını aştı cinayet sebebi olmaya başladı. İnsanlar tanımadıkları liderler, angaje oldukları görüşler için en yakınlarını kırıyor, döküyor.
Maalesef bu tür sekteryan ayrışmalar nedeniyle İslam dünyası kan ve gözyaşı içinde. Türkiye kısmen iyiydi. Ama siyasal İslamcı kodlara döndükten sonra AKP Türkiye’yi Ortadoğu’nun tam ortasına oturttu ve ayrışmanın, çatışmanın parçası haline getirdi. Ortadoğu’da Şii, Sünni, Türk, Kürt, Arap, dindar, laik.. herkes kendi mahallesinin hikayesini mutlak doğru kabul ediyor. Herkes aidiyetini kutsuyor. Daha kötüsü kendine benzemeyene yaşam alanı bırakmıyor. “Öteki” olarak gördüğünü en ağır hakaretlere, zulümlere layık görüyor.
Gelinen noktada aidiyet, cemaatçilik, mezhepçilik ilkel kabileciliğe evrilmiş durumda. İslam’ın açıkça yasakladığı kabilecelik bugün mezhepçilik, particilik, hizipçilik, cemaatcilik şeklinde hortluyor. İnsanlar aidiyeti, grubu, partisi için adaleti, hukuku katlediyor; insanlığını, vicdanını kurban ediyor.
Türkiye’nin kardeşi kardeşe düşman eden, adaletsizliğe, zulme “oh olsun!” dedirten; mantığı, vicdanı iptal eden; aidiyeti afyona dönüştüren fırkacılıktan, hizipçilikten kurtulması lazım. Herkesin, ama özellikle muhafazakarların İslamın temel esaslarını yok sayan, dinin Ruhuna, hukuka, evrensel değerlere aykırı ve kendilerini zombileştiren, aptallaştıran aidiyetlerini sorgulamaları lazım. Bir lideri sevmenin, bir partiye destek vermenin, bir gruba-cemaate mensup olmanın bizlerde afyon, uyuşturucu etkisi oluşturmasına müsaade etmemeliyiz. Sözlerimizi, davranışlarımızı İslami, insani ilkelere vurmalıyız.
Medeni dünyada olduğu gibi siyasi/dini görüşleri birbirine dikte etmekten uzak durmayı öğrenmeliyiz. Bölünmüşlükten, ayrışmadan beslenenlere daha öte taviz vermemeli, huzurumuzu, akrabalık bağlarımızı güncel ve arızi tartışmalara feda etmemeliyiz. Pekala biz de siyasetin ve dini konuların konuşulmasını dost meclislerinden çıkarabiliriz. Ortak noktalara, insani konulara odaklanabiliriz!