Türk basını var olduğundan bu yana hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olmadığı gibi bağımsız da olamamıştır.
Gücü kontrol edebilmek veya en azından varlığını hakim güce rağmen sürdürebilmek için çoğu zaman onurunu ayaklar altına almış, kulağına fısıldananları gündeme getirmiş, işine gelmeyen meseleleri rahatlıkla görmezlikten gelebilmiş ya da sahibinin üç kuruşluk menfaati uğruna soytarıca taklalar atmaktan kendini alıkoyamamıştır.
En azından bir dönemler Halit Ziyalar, Yakup Kadriler, Peyami Safalar ve Necip Fazıl gibi edipler tarafından yapılmaya çalışılan gazetecilik, günümüzde saray soytarılarına kalınca gazetecilikten medet umanlar bugünlerde hayal kırıklıkları ve umutsuzluk içinde kıvranıp duruyorlar.
Hırsızlık yaparken suç üstü basılınca çareyi hukuku rafa kaldırıp orman kanunlarına geçmekte bulanlar, kendilerine sıkıntı çıkaran “özgür medya“ya da el koyup dükkanı toptan kapatınca ortalık haliyle “Kağıttan Kaplan“lara, “Küçük Acem“lere, “Dalaksız Ahmet“lere ve “Darbukacı Turgay“gibi çapsızlara kaldı.
Amerika’nın aklı kıt başkanı bile bir bakışta bizim “Kağıttan Kaplan”ın gazeteci olmadığını anladı ya daha ben ne diyeyim?
Daha geçenlerde bir başka eski saray yalakası, Tayyip’in eski basın danışmanı ve dahi AA eski genel müdürü Kemal Öztürk “Ertesi günün manşetlerini bana gönderip ‘Uygun mu?’ diye onay isteyenler vardı.” demedi mi? Zat-ı dandikanelerini üzen haberler yayınladığı için 80 küsur yaşındaki bir patronun salya sümük nasıl ağladığını elbette unutmadık.
“Alo Fatih“lerin üstünden çok zaman geçmedi. Ülke hala ekranda geçen alt yazıya bile karışan bir zorba tarafından yönetilmeye devam ediyor.
Türkiye’nin en çok satan gazetesinin eski yayın yönetmeni, bugün sürgün olduğu Amerika’da alnının teriyle helalinden Uber yaparak geçimini sağlamaya çalışırken “Dalaksız Ahmet” namlı Hürriyet denen varakpareye atanan palyaço, “Asla o uçağa binmem.” dediği teyyareye arka ayakları mabadına çarpa çarpa koşup seyirterek nasıl bir tiynete sahip olduğunu sergilemekten hiç utanmıyordu.
Bunlardan kimi Mit kontenjanından yazmaya devam ederken kiminin tek işi de “Uzun”un muhaliflerine ayar vermek. Hal böyle olunca da elbette kimse alıp bunların gazetelerini okumuyor.
Bir de bunların gazetelerini balya balya satın alıp beleşe dağıtan belediyeler CHP’ye geçince ve dahi paralar suyunu çekince, patronlar yavaştan dükkanları kapatmaya, bu gazeteci bozuntularına yol vermeye başladı.
Bir kısmı zaten yanlış at “Davutoğlu“na oynayıp Pelikan oyunlarıyla mabeyn-i hümayundan aforoz edilince ne yapacaklarını şaşırmıştı. “Karar” verip çıkardıkları gazete ise 10 bin ancak satıyor şimdi. Yılların gazetecisi Fehmi Dayı bile işsiz yahu. Kendi sitesinde yazıp eskisi gibi seyahatlara gidemediği için iptal edilen mil kartlarından şikayetle meşgul.
Eskiden sadece Zaman’ın 1 milyon sattığı ülkede tirajı 250 bine ulaşan gazete yok. Tiraj adına verdikleri rakamlara ise apartman önlerine, benzin istasyonlarına, marketlere bedava bırakılan ve balyalar halinde geldiği gibi çöpe atılan gazetelerle ancak ulaşılıyor.
Ey yandaş medya soytarıları! İyi bilin ki bunlar daha güzel günleriniz. Yakında “Hepiniz zaten aynısınız, başlıklarınızdan haberlerinize kadar. Bu kadar masrafa ne gerek var, bir iki taneniz yeter.” deyip o bol sıfırlı maaşlarınızdan, boğaza nazır yalılarınızdan ve plazalardaki yumuşak koltuklarınızdan neticelerinize yiyeceğiniz yandaş tekmelerle yuvarlanıp gideceksiniz.
O gün geldiğinde sakın salya sümük ağlayıp “basın özgürlüğü, bağımsızlık” falan filan deyip zırlamayın. Gidip derdinizi “Uzun Paşa“ya anlatın, o da size İskandinavya’daki basın özgürlüğüne kıyasla ne kadar ileri olduğumuzu anlatıp ders verir. Hadi iyi eğlenceler…yilmazhepcakar@gmail.com