“Külliye’ye giden CHP’li” iddiası üzerine CHP içinde yaşanan tartışmalar, ortaya atılan iddialar, parti meclisinin alacağı olası kararlar… 2016-2018 yıllarında Genel Başkan Yardımcılığı da yapan Cumhuriyet Halk Parti’si Parti Meclisi Üyesi Erdal Aksünger’le konuştuk.
CHP liderinin yanıltılmış olabileceğini ifade eden Aksünger, “Bunu partiye sonradan gelmiş, parti mutfağında yetişmemiş olanlar yapar” diyor. Kim ya da kimler varsa kesin ihraç kararının alınması gerektiğini belirten Erdal Aksünger partide liyakat sorunu da olduğunu söylüyor ve çözüm için tüzük değişikliğini öneriyor.
Erken seçim tartışmalarını ilişkin ise “Seçimi en çok AKP istiyor” diyen Aksünger, “Saray’da yeni bir parlamenter sistem için çalışma yapılıyor” iddiasında bulunuyor. ABD’de görülen Halkbank davası, Suriye konusu, seçim tartışmaları, Ali Babacan’ın açıklamaları ve CHP içindeki tartışmalara kadar gündeme ilişkin sorularımıza yanıtları için söz Erdal Aksünger’de…
“Külliye’ye giden CHP’li” tartışması parti içindeki ulusalcı-halkçı çatışmasının bir ürünü olabilir mi?
Ortada siyasi etik ve gazetecilik açısından birçok facia var. Türkiye’de kendisini gazeteci görenlerin bu işin içinde olması ve bunun adının kumpas olması, özür dilenmesi gibi facialara gebe bir konu. Soru işareti olan konular var. Şu an aydınlatılmış değil. Birisi ‘bir CHP’li Saray’a gitti’ diyor ve genel başkan olma ihtimali olan bir tipolojiden bahsediyor. Böyle bir şey CHP’de konuşulduğunda ilk refleks şudur; potansiyel şüpheli Saray olur. Aslında bunlar Türkiye’de yaşanmamış şeyler de değildir. Erkan Mumcu, Has Parti, Süleyman Soylu gibi meseleler vardır. Örneğin Erkan Mumcu olayında şaibeler hiç aydınlatılamadı. Fakat baktığımızda bütün bu olaylar AKP’ye hizmet etmiş oldu. Bugün olan da AKP’yi olağan şüpheli konumuna getiriyor.
Kılıçdaroğlu’nun bu iddiayı hemen onaylaması CHP’yi “olağan şüpheli” konumuna getirmedi mi?
Konu hala netleştirilmedi. Bu işi ortaya atan gazeteci bir CHP’li bir milletvekilinin Kılıçdaroğlu’na bunu onaylatıp, ardından kendisinin böyle konuştuğunu iddia ediyor. Birincisi, Talat Atilla neden böyle bir şey yapıyor? Bu kime yarar? Bu soruların cevabı ise eninde sonunda Kılışdaroğlu’nun aleyhine olacağını çok açık ortaya koyuyor. En önemli şey birilerinin Sayın Kılıçdaroğlu’nu manipüle etmiş olma olasılığı çok yüksek. Yakından biri midir ayrı konudur.
Şu an parti içinde bir soruşturma var mı? Varsa ne aşamada?
Çok yeni bir konu. Parti Meclis’nin önüne gelmiş değil. MYK gerekeni yapacak. Fakat bununla ilgili parti meclisini toplamamız gerektiğini biliyoruz. Bir parti meclisi üyesi olarak bunun acil çağrısını da yaptım. Şahsi fikrim, parti içinden birisinin bu işi tetiklemiş olması şu sonucu doğurur; ihraç kesindir. Şu an için söylüyorum, dedikoduyu çıkaranlar var ama gitmeyen birinin olduğu anlamına da gelmez.
Muharrem İnce’nin “parti içinde bir çete” iddiası oldu…
Bunu reddediyorum. Çünkü parti içindeki iktidar refleksi ülkeyi yönetme refleksinin ilerisinde. Bu bizim içerideki bir sorunumuz. Bunun paradigmasının değişmesi gerekiyor. Sosyal demokrat sol partiye yakışır bir şekilde tekrar düzenlenmesi gerekiyor. Liyakat esaslı olmalıdır. Yılların birikime bağlı olarak partiden Saray’a gidecek bir kişi çıkmaz. Böyle bir potansiyel yok.
‘CHP’YE SONRADAN GELEN BİRİLERİ SARAY’A GİTMİŞ OLABİLİR’
Fakat Kılıçdaroğlu, şaşırmadığını söyleyerek olabileceğini söyledi. Demek ki gidebilecek biri veya birileri mevcut.
Bakın şunu ayırt edelim; bu partide genel başkan adayı potansiyeli olabilecek kişiler gitmez. Bunu söylüyorum. Bu partinin mutfağında büyümüş insanların böyle bir şey yapma imkanı yoktur. Partiye sonradan gelen insanlar oldu, belki onlardan olabilir. Ancak partinin mutfağında yetişmiş, genel başkan adayı potansiyeli olan gitmez. Bu iddiayı ortaya atanların söyledikleri de çelişkili. Önce böyle bir kişinin varlığını yeminler ederek söylemesi, sonra Kılıçdaroğlu açıklasın demesi ve şimdide asla söylemem demesi büyük çelişkidir ve gazetecilik adına faciadır.
Kılıçdaroğlu’nun sahiplenmesi tartışmaları arttırmadı mı?
O bir refleks. Parti içinde de bu eleştiriler var. Kemal Bey’de “O anki refleksle söyledim” dedi ve anlamını düzeltecek açıklamaları da oldu. Genel Başkan’ın bu açıklamalarına itibar etmek zorundayız. Fakat bildiği ne varsa konuşmamız gerektiği yüzde yüz.
Sizin Kılıçdaroğlu’yla bir görüşmeniz oldu mu?
Hayır ama parti meclisinin acilen toplantıya çağırılmasını çok önemli buluyorum. Bu her şekliyle konuşulacak.
Siz bu tartışmaları önleyebilmek için tüzük değişikliği önerdiniz. Tartışmaların tüzükle ilgisi nedir?
Tüzükle ne alakası var diyen olacaktır ama diyorum ki bunları yaratan parti içi iktidar refleksidir. Bunu, ülkeyi yönetmekten önde gören insanların liyakatten yoksun olduklarını düşünüyorum. İçeride liyakati kurduğumuz andan itibaren o zaman kimse parti içinde oyun oynamaya kalkamaz ve bu olamayacağı içinde bu gibi olayların yaşanması engellenir. O yüzden tüzükte değişiklikler yapılmalıdır.
Bu kadar köklü bir partinin hala liyakat sorunu olmasını nasıl yorumlarsınız? CHP’nin neden böyle bir sorunu var?
Buna ilişkin çok fazla çalışmam oldu. 90’lı yılların ilk yarısında SHP-CHP birleşmesinden doğan ve o zamandan beri var olan bir sorun. İkincisi, bunu engelleyen nedenlerden biri de siyasi parti kanunudur. Siyasi partiler kanununa rağmen düzenleme yapılmalı diyorum ama bu kanun değişmediği sürece çoğulcu, katılımcı demokrasi hiçbir zaman parlamentoda kendini gösteremeyecektir. Parlamentoda da şu anki haliyle çok bir anlamı yok belki ama şöyle bir umut her zaman olacak; hiçbir denge, denetleme sistemi olmayan, tek adama dayalı bu sistemi ancak siyasi partiler kanunu değiştirerek bir takım yerlere getirebiliriz. Sorunların temeli budur. Parti içinde potansiyeller var ama tartışmayı şuradan çıkarmak zorundayız, her aday olana “Saray’a bu gitmiş olabilir” diye bakarsak parti içi demokrasiyi tamamen ortadan kaldırırız.
Peki, Meclis’te AKP’li Zengin ile CHP’li Özkoç arasında bir “had bildirme” tartışması yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Zengin’in dokunulmazlığın kaldırılması yönünde başvurusunun olacağını söyledi. HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına “evet” demiş CHP şimdi kendi dokunulmazlıklarının kaldırılması karşısında nasıl bir tutum alacak?
Birincisi dokunulmazlıklar neden getirildi diye bakılmalıdır. Milletvekilli özgür iradeleriyle milletvekili olmalarından dolayısı istediği fikri söyleyebilmesinden kaynaklanmıştır. Siyasi görüşünü özgürce açıklayıp, bundan dolayı yargılanmamalı. Anayasada şeklen belirlenmiş bir konudur. Daha önce yasal düzenlemelerle yargılananlar oldu ama bunun için anayasada bir değişiklik ihtiyacı vardır. İkincisi, milletvekillerinin siyasi görüşleri ve faaliyetleri kapsamında dokunulmazlıkları olmalıdır ama adi suçlar söz konusuyla dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Adi suçlarda dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek verenlerdenim. Hırsızlık yaptıysa, rüşvet verdiyse vesaire yargılanması gerekir ama siyasi görüşlerini açıkladı diye dokunulmazlıkların kaldırılması yanlıştır.
CHP, HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına oy verdi ama. Selahattin Demirtaş hala hapiste.
Evet. O günde hata olduğunu söylediğimiz bu konu bugün de hatadır. Benim şahsi fikrimdir. Siyasi görüşünden dolayı millet adına oraya gelmiş kişilerin kürsü dokunulmazlığı olmalıdır ve görüşleri nedeniyle yargılanmamalıdır. Dünyanın her yerinde yaralama, darp, hırsızlık, rüşvet gibi adi suçlarda milletvekilleri yargılanır. Bizde neden yargılanmıyor? Bunu yapalım. O zaman dokunulmazlık kaldırılmasın diyordum bugün de CHP’lilerin dokunulmazlığı kaldırılmasın diyorum. Söylediğim şartlarda kaldırılacaksa kaldırılsın. Bir tane adam dedi diye herkes yargılanıyor. Demirtaş cezaevinden çıkamıyor. “Demirtaş’ı bırakamayız” diyen kendisi. Burada yargı yok zaten. Böyle bir durumda dokunulmazlıkları kaldırmak, Meclis’in az da olsa olan görünürlüğünü tamamen ortadan kaldırmak anlamına gelir.
Bir de konu başörtüsü üzerinden tartışılmakta. CHP’nin muhafazakârlara ilişkin tutumunda eski refleksleri sürüyor deniyor. Ne dersiniz?
“Haddini bilmek” lafı başörtüsüne göre mi söyleniyor. Bir milletvekili, bir milletvekiliyle tartışmış. Bunu başörtüsüne bağlamak çok anlamsız… “Benim başörtülü bacım” lafını Gezi zamanından hatırlıyorum. Ümmet ve milliyetçilik argümanlarına dayanıyor olay. Burada iki milletvekilinin tartışmasının özünü değil şeklini tartışıyoruz. Özünde başörtüsü meselesi var mı, yok. Bizim de kadın milletvekillerimize neler söyleniyor o zaman neden ses çıkmıyor? HDP’li başörtülü vekillere de neler söylendi. Başörtülü kadınlar yerlerde sürüklendi. Onlara neden bir şey demedi. Başörtüsünden rant elde ettiği için böyle yapıyorlar. Saray da bu başörtüsü tartışması da gündemi saptırmak içindir. Bu çok açık.
Ali Babacan’ın Habertürk’e Ayhan Bilgen’in ise FOX TV’ye konuk olmasına ilişkin, “Çok şey ifade ediyor” diye bir tweet attınız. Ne ifade ediyor?
Birincisi, biliniyor ki Babacan AKP’yi bölme ihtimali yüksek bir partileşme süreci yaşıyor. İlk defa ana akım bir televizyon kanalında gördük. Bu demokrasi açısından önemlidir. Bilgen’in çıkması da öyle. Çünkü hiçbir tartışma, hiçbir suçlamayla ilgili bir HDP’linin görüşü alınmıyor. Gıyabında konuşuluyor. Bizim gibi demokrat, solcu olanların bu haksızlığa itirazı olunca da “HDP’li misin” deniyor. Değilim, CHP’liyim, solcuyum, demokratım. Bunun dışında bir lafım daha var, HDP’li bir isim çıkarın ve bu iddialara o yanıt versin. Sesi kısılmış bir partiden bahsediliyor. Sürekli terörist vesaire deniyor. Şimdi daha ulusalcı kanada hitap eden bir kanala Ayhan Bilgen’in çıkması önemlidir. Ama şunu söyleyeyim; ABD’de de cumhuriyetçileri de, Trump’ı da destekleyen FOX’un bu yaklaşımını ticari buluyorum. İdeolojik bir yaklaşım değil ama neden bugün?
Neden?
AKP’nin medya üzerinde çok ciddi bir baskısı olduğunu biliyoruz. HDP’lilerin çıkarılmaması da bu baskının ürünüdür. Şimdi böyle bir durumda Ali Babacan’ın Habertürk’te Fatih Altaylı’nın programına çıkması toplum gözünde bir legalize durumu ifade eder. İktidarın istemediği bir şey oldu. Demokrasi adına iyi bir şey oldu. FOX içinde aynı şekilde. Olması gereken olmuştur.
“SARAY’DA PARLAMENTER SİSTEM İÇİN ÇALIŞMA YAPILIYOR”
Peki, bir seçim yarışı startı mıdır?
Açıkçası söylemiyorlar ama seçimi en çok AKP istiyor. Hatta alttan alttan yeni bir parlamenter sisteme geçmenin çalışmalarını yapıyorlar.
Nasıl yani? Bunu bir bilgiye dayanarak mı söylüyorsunuz?
Evet. Bazı duyumlara dayanarak söylüyorum.
Nereden duydunuz?
Çok önemli kaynaklardan duydum.
Kaynağınız Saray mı yok Meclis mi AKP’li vekiller mi?
Saray. Yargıda, bazı kurumlara bununla ilgili bazı şeylerin aktarıldığına dair bize duyumlar geliyor. Bunun neden olduğuna bakmak lazım. AKP milletvekilleri bile kendilerini artık milletvekili hissetmiyorlar. Hiçbir etkinlikleri yok. Birincisi burada bir problem var. İkincisi, eskiden parlamenter sistemde 40 alsa bile 25-30 alan CHP’nin iki katı milletvekili oluyordu. Şimdi yüzde 51 almak zorunda. Bunu bulamadıklarında iktidarı kaybediyorlar. Şu anda karşılarında yüzde 51’lik bir blok var. Çok basit. Hatta 51’in çok üzerinde bir blok var. O yüzden kesinlikle yeni bir sistem değişikliğine gidecekler. Bunu da “bu sistemin bir parçası” diyerek yutturmaya çalışacaklar.
Peki, nasıl bir sistem değişikliğine ilişkin bir bilginiz var mı?
2002’deki sisteme geri dönmek istiyorlar. Yüzde 10 barajı olan, ittifakları ortan kaldıran o sisteme geri dönmek isteyeceklerini düşünüyorum. Bir yolunu bulup buna dönme çabaları olduğunu görüyorum. Hoşnutsuzlukların ne olduğunu ciddi ismi olan insanlardan duydum.
İsim verir misiniz?
Veremem. Kendi aramızda bir şey.
Cumhurbaşkanı’na çok mu yakın bir isim mesela?
En azından konuları çok yakından takip edip bilen, tartışmalara çok yakından şahitlik etme ihtimali olan kişilerden bahsediyorum. Bunlar tabi onların anlattığı hoşnutsuzlar, tartışmalar üzerinden yaptığım bir çıkarımdır.
Peki, böyle bir değişiklik geldiği takdirde parlamenter sisteme dönülmeli diyen CHP nasıl bir tutum alır?
Bunun çok bacağı var. Seçime ihtiyaç var. Anayasa değişikliğine ihtiyaç var. Meclis ve sonunda da Cumhurbaşkanı’nın onayına ihtiyaç var. Bir anda olacak bir şey değil. Fakat CHP’nin istediği güçlendirilmiş bir parlamenter sistem. Benim de önerdiğim check-balans sistemi şeklindedir. Nedir bu? Güçlendirilmiş bir yerel yönetim, yerel yönetim özerkliğidir. Buna ihtiyaç var. Özerkliği bölme olarak görenlere karşı bir argüman bu. Çünkü dünyanın her yerinde yerel güçlendiriliyor. Örneğin İzmir. İzmir’in Türkiye ekonomisine katkısı yüzde 10-11 dolayındayken merkezi bütçeden aldığı pay yüzde 2-3 oranındır. Niye kendi kaynaklarımı kullanmakta özgür değilim. En azından mecbur hizmetler konusunda merkez bunu yönetsin, kabul. Ama neden kendi kaynaklarımı İzmir halkına kullandırtmayayım. Vergi veriliyor ama o vergiyi sana geri vermiyor. Bu doğru değil. Eskiden il genel meclisleri vardı. Fransız modeli olarak 1920’lerde getirilmişti. İl genel meclislerine normalde adına yerel parlamento denirdi. Bu üyeler seçilirdi ardından ya başkanı kendileri seçerdi ya da iki turlu olarak oylamayla seçilirdi. Bu başkana vali denirdi. Şimdi biz valiyi seçmiyor, atıyoruz. Seçilmiş olanların yerine atanmışları getirip, yönetmeye çalışıyoruz. Yapılması gereken, Türkiye’nin ana konuları laiklik, cumhuriyet, anayasa, eğitim, yargı gibi konuların hepsinde parlamentonun 450’e inmesi ve bu 450’lik parlamentoda 4’te 3’le karar alınması ve kendi içindeki ağırlıklara göre 5’te 4 kararla geçmesi bir checkbalans sistemi getirir. Laikliği, cumhuriyeti, eğitimi, anayasayı canın istediğinde değiştiremezsin. Her şeyin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.
Peki, kayyum atamalarını merkeze alarak yeni yönetim sistemi talebiyle de HDP bir erken seçim önerdi. CHP buna destek verecek mi? Olası bir erken seçime CHP hazır mıdır?
CHP bugün erken seçimi çok istemeyebilir. Şu anda büyük kentleri elinde tuttuğu için onların başarılarını seçime devşirmek isteyebilir. Ancak şu da bir gerçek; hukuk devleti yara almışsa seçim kaçınılmazdır. Bu nedenle bir erken seçime itiraz da etmez. CHP, bir erken seçime hazırdır.
Siz ABD’de görülen Halkbank davasını takip etmiştiniz. Konu Barış Pınarı Harekâtı sırasında tekrar gündeme geldi ve ABD yaptırım seçeneğini masaya koydu. Buradan Türkiye’yi ne gibi sonuçlar bekliyor? ABD yaptırımıyla karşılaşılması mümkün mü?
Bu dava bitmeyecek demiştim. Çünkü ortada çok ciddi deliller vardı. Fakat Türkiye’de üstü kapatıldı. O zaman ucu nereye dokunuyorduysa bugün de oraya dokunuyor. Federal yargı bu yargılama sürecine başladığından itibaren ortaya savcılar tarafından konulan dosya sayısı 570’lerdeydi. Açılmamış 40 tane dosya ilk günden beri duruyor. Bu dosyaları neden açmadıklarını hep merak etmişimdir. Konu iki boyutlu. Biri, İran ambargosunu delmek. ikincisi, ABD bankacılık sistemini delmek. BM kararıyla alınan İran ambargosundan en karlı çıkacak Türkiye’ydi zaten. İstediğin kadar ürün satabilirsin deniyor kararda. Ancak tek satamayacağın şeyler; silah, kimyasal ve silah yapımında kullanılacak mühimmatlar ve para ödeyemezsin. Ondan satın aldığın doğalgaz ise para değil bir başka ürün ver ilkesiydi. Bu da İran tarafından kabul edilmiş vaziyetteydi. Biz altınlarla, para transferiyle deldik ve ABD “Siz benim bankacılık sistemimi deldiniz” diyor.
Peki, bir yaptırım gelir mi?
Bunun siyasi bir davaya döneceği belliydi. ABD Hazinesi bir rapor hazırlayacaktı. Neden hazırlamadığı bir soru işareti olarak kaldı. Zarrab davasını ise bir sonuca bağlamadılar zaten. Yaptırım gelir mi konusu Halkbank konusunda hâlâ rafta duruyor. Bugün yaptırım uygulamasa bile dokunduğu yerler açısından canı ne zaman isterse bunu koz olarak kullanacak. Çünkü birilerine çok fena dokunuyor. Ancak bununla ilgili bir anlaşma yapılabilir. Daha önce konusu olmuş. Converse Bankası’yla ilgili de olmuş. 9 milyar dolar ceza kesilmiş. 3 milyar dolara bağlanmış gibi şeyler dendi. Uzatmayayım, bu seçeneklerden biridir. İkincisi, bunu geçici olarak dondurma meselesi. Orada da sen bir ödün vereceksin ki o da dondursun. Tamamen şantaj aracına dönüşmüş durumdadır. Trump, şu anda azil sürecinde ve seçimde karşısına Micheal Bloomberg gibi bir adayın çıkacağını düşünürsek her an çark edip, hiç bekleyen bir saçmalık yapabilir.
Bir de PYD konusu var. Sizin “PYD bir terör örgütü değildir” demeniz, çok tartışma yaratmıştı. Ancak CHP, Barış Pınarı Hareketı’na destek de verdi. CHP’nin bu konudaki tutumu nedir?
Bölgeyi az buçuk biliyorum ve bunları hep bilgiye dayanarak söylerim. İfademin arkasındayım. PYD, Suriye’de HDP gibi bir siyasi parti. PKK ve YPG silahlanmış bir örgüttür. Amacından ayrı konuşuyorum. YPG, IŞİD’cilere karşı kurulmuştu. PYD’yi kim kurdurmuş vesaireden bağımsız söylüyorum, sonuçta siyasi bir parti. Esad yönetiminde oranın yasalarına göre kurulmuş bir parti. 2015 yılına kadar Türkiye için de öyleydi. Dünyanın her yerinde PKK’ya, yeri geldiğinde YPG’ye terör örgütü diyorlar da neden PYD’ye demiyorlar? Bir siyasi oluşum olduğu için. Yıllardır biz de, AKP de dağda siyaset yapacaklarına gelsinler Meclis’te siyaset yapsınlar demiyor mu? Aynı konu İdlib için de geçerli. HTŞ’te terör örgütü diyen de var, demeyen de. HTŞ’nin başındaki adam Bağdadi’nin eski komutanıdır. Bugün bunlar İdlib’te hâkim kimse bir şey demiyor. Bütün herkes terörü destekliyor ama bir tek Erdoğan desteklemiyor öyle mi?
Aynı şuna benziyor; AKP ve MHP kanadı “HDP’ye oy veren seçmeni ayrı tutuyoruz, onlar PKK’lı değiller ama HDP PKK’lı” diyor. HDP’nin PKK’yla ilişkisini kimse inkâr edemez. Ona oy verenler bunu bilmeyerek mi oy veriyor zannediliyor. Konu budur. HDP’ye oy verenler de bunu biliyor ve buna rağmen oy veriyor. Bu şu anlama gelir, bu sorunu çözüm kardeşim! İnkâr politikalarıyla bu sorunu çözemeyiz. Kaldı ki HDP’ye oy verenlerin hepsi Kürt de değil. Kendisini demokrat olarak tanımlayan bir sürü insan da oy veriyor. Yüzde 13 oy alıyor. Kim olura olsun hiçbir silahlı gücün siyasete müdahale etmesini kabul edemeyiz, normal karşılayamayız. Meseleyi özünde tartışmak gerekiyor. Oy verenlere demiyoruz diyorlar. Kime diyorsunuz kardeşim! İşte Suriye’de de barış istiyorsak ABD ve Rusya’yı getirerek barış yaptıramazsın.
Peki, CHP Suriye’de Esad’la diyalog önerisini ifade ediyor. Siz bununla birlikte PYD ile de bir diyaloğu mu öneriyorsunuz?
CHP, Esad’la diyalog derken aslında Kürtlerin de Esad’la diyaloğunun olması gerektiğini söylüyor. Orada BM’nin tanıdığı bir devlet var. Orada yaşananları ilk günden itibaren bir istila olarak görüyorum. 2011’den beri aynı şeyleri söylüyorum. Artık Rusya’nın oradan çıkmayacak. Burada şöyle bir problem var; iktidar açısından söyleyeyim ABD’nin oynadığı oyunlara dikkat etmek gerekiyor. Türkiye, anayasa çalışmalarının içinde yer almalıdır. Barışa destek olmalıdır. Çözüme izin vermeyen hiçbir gruba müsaade etmemelidir. Ancak şöyle bir hata yapıyor, kendisine Milli Suriye Ordusu diye bir ordu yaratıyor. Bu orada bir barışa darbedir. Esad hepsine zaten terör örgütü diyor. Demokrasi isteyen güçlerin kim olursa olsun mutlaka Esad’la diyaloğa oturmaları gerekir.
Son olarak Ali Babacan’ın açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye siyasetini yakın vadede sizce neler bekliyor?
Demokrasi ve özgürlükler içeren bir söylemi vardı. Bu bir ihtiyaç. Hakkında çok şaibeler yaşandığını da görmedim. En azından sağın içerisinden böyle makul ve mantıklı bir partinin çıkmasını çok önemli buluyorum. Ama en çok AKP’den oy alır. Önümüzdeki süreçte ne kadar demokrat olacağına bağlı olarak başka seçmenlerden de oy alabilir. Çünkü sürekli bunun mesajını verdi. Biraz daha ANAP vâri bir parti kurma çabası var anladığım kadarıyla. Her sese yer vereceğiz diyor. Eninde sonunda başka bir ittifak daha olmazsa iki ittifaktan birinde yer alacaktır. EYLEM YILMAZ-KRONOS