28 Şubat günleri, İzmir.
Bir General iki değerli insanla sohbet ediyor “Sizi test edecekler” demesine bir anlam veremiyor muhatapları ve O devâm ediyor.“Siz yüz küsür ülkeye gittiniz İslam’ı anlatıyorsunuz, zannediyor musunuz ki takip ve kontrol altında değilsiniz, sizi test edecekler, terörize etmeye gayret edecekler, müesseselerinizi mallarınızı elinizden alacaklar, helâl kazancınıza el koyacaklar, babanızdan kalma mallarınızı elinizden alacaklar, o da yetmedi eşinize, kızınıza, çoluk-çocuğunuza musallat olacaklar, ne yapacağınızı test edecekler.”
Yine aynı tarihlerde “içimizden” milletvekili bir zat, Işılay Hanım’la berâber Turgutlu’da misafirimizdi, müdür odasında kendini bizden tecrit edip, işâret parmağını sallayarak söylediği söz hâlâ kulaklarımda çınlıyor “Bak hoca, üzerinizden silindir gibi geçecekler.”
Sen kimdin ? Biz kimdik ? Bu söz hâlâ yüreğimde yaradır.
“Büyük bir fırtına yaklaşıyor.”
Üstadımız I.Dünyâ Savaşı’ndan önce Van’da bulunduğu evin damı üzerinde talebelerini uyarır “Büyük bir fırtına yaklaşıyor.”
Evet bize de büyük bir fırtına yaklaşıyordu, birileri dinlendiriyordu fakat biz tam olarak farkında değildik. Yapılan hizmetler bizleri mest-u mahmûr eylemiş, Büyüğümüz’ün “Eğer menfi bir rüzgâr esmezse (!)” uyarılarını duyduğumuz halde idrâkten âciz kalmıştık.
Hele, hele 28 Şubat ve Hazirân Fırtınası’nın geçmesi bizi öyle rahat ve rehâvete ittiki arkadan gelip bize vuracak çok büyük belâyı hissedemedik.
Zor süreç;
İşte şimdi asıl “test” edilme zamânı gelip çatmıştı.
Musîbet üzerimize oluk oluk, çağlayanlarla akıyor.
Sanki Üstâdımız’ın rüyâsında gördüğü gibi Ararat Dağı patladı, lavlar püskürtüyor, parçaları yedi düvele dağılıyor ve dağılırken harâreti bizleri yakıyor.
Hergün “Bundan daha kötüsünü yaşamayız herhalde” diye düşünüyoruz daha kötüleri üzerimize çılgınca geliyor.
Her gelen yeni gün geçen günleri mumla aratıyor.
Bu büyük hâdisât Hocaefendi’nin tek başına yahut üç-beş kişi ile karşı koyabileceği bir rüzgar değildi.
Nasıl kabul ederseniz ediniz, ister biz tedbir alamadık, ister bu olay tedbirle önüne geçilebilecek bir dağdağa değildi, ister beceremedik, ister aldandık, (bu tabirin son zamanlarda hiç sevilmediğini biliyorum ama) isterseniz “Yolun Kaderi” deyiniz, netîcede bizleri top yekün târihe gömmek isteyen bir “gulyabâni” ve âvâneleri ile karşı karşıya kaldık.
Züccâciye dükkanına girmiş fil ;
Büyük bir telaşla “züccâciye dükkanına girmiş fil gibi” her şeyi öyle yıktık, öyle perişân ettikki hâlâ toplamaya güç yetiremiyoruz.
Bu süreçte “Kendi kurduğumuz hizmeti, kendi kurduğumuz cenneti, acaba kendi ellerimizle yıkıyor muyuz ?” diye çok korktum, hâlâ aynı korku ile titiriyorum, biliyorum titriyoruz.
Biraz rahatladık derken, bir iki gün evvel sevdiğim bir kardeşimiz ile telefon görüşmemde yer yer haklı serzenişleri beni yeniden aynı düşüncelere sevk etti.
Herkes barut fıçısı gibi.
İtirâf ediyorum “şu an bir durulma bir rahatlama görünüyor, vefâsızlık sarmalından çıktık” sevinci içindeyken, yeniden endişeye düştüm.
Neler yapıyoruz ?
Gidenler gitti zaten derken içimiz yanıyor.
Fakat acaba hâlâ “suskunlar ordusu” büyüyor mu ? Birileri “söyleyip, söyleyip cevâb-ı sevâb alamadık, yeter artık, banane” deyip kenara çekilmeye devâm ediyor mu ?
Yapmamız gereken şu maddeleri yapabildik mi ?Yeniden kontrol edebilir miyiz ?
1.. Dinlemek ; Derdi olan insanların dertlerini gerçekten dinlemeye başladık mı ?
2.. İthâm etmemek; Kendimiz tertemizmişiz gibi, “yahu bu arkadaşlar zaten hep böyleydi” deyip kenara çekiliyor muyuz ?
3.. İmtihân herkes için; Sanki sâdece arkadaşlar imtihân oluyormuş, biz hiç imtihân olmuyormuşuz gibi bir hâl ve tavır içinde miyiz ?
4.. Problemleri ötelememek; Dile getirilen problemleri hâlâ öteliyor muyuz ?
5.. Ötekileştirmemek; İki itirâz etti, iki problem söyledi diye hâlâ kardeşlerimizi ötekileştiriyor muyuz ?
6.. Güveni tesis etmek; Sebepler dairesinde en önemli dayanaklarımuzdan biri itimâttır, güven noktasında hâlâ kan kaybettiğimizin farkında mıyız ?
7.. Hepimiz ikâza muhtâcız; Hâlâ İhlâs ve Uhuvvet Risâleleri’ni başkasına mı okuyoruz ? Kendimiz ikâza muhtâç değil miyiz ?
8.. Kaderin arkasına saklanmamak; Kendimizi hatâlardan tecrit ederek hâlâ kaderi ithâm ediyor muyuz ?
9.. Berâberce hizmet etmek; Bugüne kadar hizmette hep aktif olmuş, şartlar neticesinde aktif hizmetten cüdâ kalmış arkadaşlarımızı yeniden hizmete adapte edebildik mi ?
10.. Mânevi beslenme yollarımızı artırmak; En büyük problemimiz olan mânevi beslenme eksikliğini giderebildik mi ?
(“Eriyoruz” çığlıklarına gözlerimizi, kulaklarımızı açıp, tekrâr, âcilen harekete geçmeliyiz ve elbirlik bütün mes’elelerimizi çözmeliyiz) önermesi için ne yaptık ?
Nefsî, şahsî, idârî hatâlar, planlama, muâmele hatâları, insiyâtif alamama, adamcılık adam kayırma hatâları ve hatâların hatâsı şahsî ikbal’e hizmet hatâlarımız gibi problemler vifâk ve ittifâkımızı zir-ü zeber ediyor.
Hakîkâtler cihetinden değil de insan cihetinden hakîkâtlere bakıldığı için, insanın gölgesi genelleme ile hakikatleri karartır.
Bu hatâya düşüyor ve hizmetimizin, İslâm’ın elmas düstûrlarını insan unsuru üzerinden karalıyoruz.
Hususen yukarıdaki bu problemler ve benzerlerinin kapağını bile açmak bizi dâğidâr ediyor.
Ama kaçamayız bu büyük hatâlar ile yüzleşmeliyiz.
Bir şey yapılmıyor demek hakîkâti inkâr, bunu söylemek bu güzeller güzeli insanların, hizmetin hakkını yemek olur tabiki çok şey yapılıyor.
Dosdoğru yoldayız fakat (!) …
Yanlış yolda mıyız ?
“Yaşadığımız büyük tıravmaya rağmen kimse temel dinamiklerimizde ve hizmete olan inancında problem yaşamıyor” diye sevinirken bazı kardeşlerimiz ümitsizlikle “Acaba yanlış yolda mıyız ?” diye düşünmeye başladılar.
Farkında mıyız ?
Hayır, aslâ, biz doğru, dosdoğru bir yoldayız !
Şu kudsî yolun doğruluğunu birbirimize anlatacak değiliz, her birimiz ne kadar dosdoğru bir yolda yürüdüğümüzü zâten biliyoruz.
En sağlam, en kuvvetli dimağların sarsıldığı bu ifritten dönemde bize düşen ümitli olmak, etrâfımıza ümit aşılamak, ümidi paylaşmak, ümitle canlanmaktır.
Bizim ümit kaynağımız Allâh’tır, o halde yeisin yedi ceddine kıran girsin, Allâh var, herşey var.
Durduğumuz gün düşeriz.
Ne içten, ne dıştan gelen baskılara teslim olmamalıyız.
Verilen bunca gayret, bunca hizmeti hebâ etmemeliyiz, dûn himmetlilik, hizmetten dûr olmak, arkadaşlarımıza, dâvâmıza, inancımıza ihânet olur.
Binbir kilitli mazgallar ardına hapsedilsek, demirleri, zincirleri kırıp parçalayacak ve beklenen nesilden isteneni yani geleceğin dünyâsıyla, rûhumuzun heykelini ikâme edeceğiz.
“Günler bahara doğru kayarken” bizler kazanma kuşağında kaybetmemeliyiz.
Yakılan kandilleri söndürmemeliyiz.
Üstâdımız “Çalışın, gayret edin arkanızdan gelenler tüh o asrın gayretsiz insanlarına demesinler” diye bizi uyarırken, neslimize istediğimiz o nûrlu dünyâyı bırakabilmeliyiz
Şimdi hüzün, çile ve ızdırapla çırpınsakta tekrâr olmamız gereken yere doğru dönmeli “Hiçlik” ve “Nefiy” makâmından, acziyetin Hakk katındaki şefaâtiyle “Valık” makâmına Varlığın Sahibi’nin izniyle çıkabilmeliyiz.
Rabbimiz, varlığın sahibi “…yeryüzüne ancak sâlih kullarım vâris olacaktır” (S.Enbiyâ 105) buyurmuş o halde bütün kainâta O’nun (cc) varlığını haykıracak, tanıtacak, duyuracak bu yoldan dönmeyeceğiz.
Hamdolsun, ki doğru yoldayız. mansurturgutk@gmail.com