Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN-TR724.COM
İnsanın olduğu yerde hata vardır. Hata insanın dünyasıdır. Dünyada iyinin ve kötünün, doğrunun ve yanlışın, olumlunun ve olumsuzun, haklının ve haksızın var olabileceği yer, insanların dünyası. Hayvanlar doğaları gereği yaşar, programlarının dışına çıkmaz, davranışlarından sorumlu olmaz. Bir yırtıcı hayvan kötü olduğu için saldırmaz ceylana. Kartal tarla faresini kayalara atarak parçalarken yanlış bir davranışta bulunmaz. Tilki kümesten tavuk çalarken hırsızlıkla suçlanabilir mi? Karıncalar bir eve musallat olduklarında size zarar vermek için yapmaz bunu. Fakat insan! İnsanın insan olma macerasında ikilemler belirleyici bir rol oynar. İnsanın insan olma mücadelesinde doğmuştur iyi. Kötüyle savaşı iyinin, aslında insanın insan olma savaşımıdır.
Toplumsal kurallar, etik ve hukuk bu mücadeleden doğdu. On Emir gibi kadim Tanrısal davranış kodlarının insanı merkeze alması ve onu ıslah etmeyi hedeflemesi bundandır. İbrahimi dinlerde de, diğer inanç sistemlerinde de öldürmek, çalmak, tecavüz, şiddet, kandırmak gibi eylemler norm dışı addedilir. İnsanlığın ana evrensel etik kıstasları bu tür temeller üzerine inşa edildi. İnsan hakları külliyatının Yirminci Yüzyıl’da Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası hukuk süjelerine girişinin başlangıcında bu normatif haritayı görüyoruz. Hata yapan insanoğlunun hata yapmaması için ona bir kullanım kılavuzu sunma savaşımı, esasında uygarlık tarihinin ana konusunu oluşturuyor. Her şey, iyi ve kötü ayrımıyla başladı. On binlerce yıllık ortak insanlık tarihinde gelinen yer bakımından Yirmi Birinci Yüzyıl bu normatif arka planın en ayrıntılı ve gelişmiş olduğu nokta olması bakımından önemli.
Tüm binaların bir temeli var. Temeli sabote ettiğinizde, binayı da yıkıma mahkûm edersiniz. Normatif ortak hazinemizin küresel düzeyde bu noktaya gelmesi, bazı ana kıstas ve kriterlerin konsolide olmasıyla beraber gerçekleşti.
1) Suç, yani normlardan sapan insan davranışı, intikamcılıktan ve topyekûn karakterden kurtularak, suçun bireyselliği ilkesi evrensel olarak kabul gördü. Babasının işlediği suç yüzünden çocuğu cezalandırmamak, bu uygarlaşma basamakları arasında kuşkusuz en kayda değer olanıydı.
2) Bunu yasasız suç olmaması ilkesi izledi. Keyfi cezalandırma yerine, tanımlı suç üzerinden değerlendirme yapılması ilkesi benimsendi. Buna göre yasaların içermediği – yani açıkça kanun tarafından ortaya konmamış norm dışı davranışların cezalandırılmaması ilkesi, evrensel adalet anlayışının merkezine yerleşti. Kanunlarla açıkça belirlenmemiş suçlamalar temelinde davranışlara yaptırım getirilemez. Dahası bu davranış norm dışı ilan edilemez. Çok önemli bir ilkedir bu. Devlet otoritesiyle birey arasında bir tür emniyet mekanizmasıdır. Ceberutluğa karşı belki de son kaledir. Sonradan yapılan kanunların geriye yürütülmemesi ilkesi, bununla bağlantılıdır.
3) Yine bir diğer kıstas, kanıtsız suç olmaması prensibi, evrensel adalet anlayışının bir başka temel sütunu olarak genel kabul gördü. Birini norm dışı davranışla itham etmek, o kişinin suçlu olduğunu göstermez. Suç unsuru, norm dışı davranış kanıtlanırsa vardır. Kanıt, somut ve tartışmasız olmalıdır. Ayrıca şüphe, suç için kanıt değildir. Güvenlik kamerasından dükkândan çaldığı malla çıkan bir kişi açıkça tespit edilirse bu bir kanıt olarak kabul edilebilir. Ya da parmak izi tespiti gibi maddi başka bir bulgu yine suçun varlığını kanıtlayabilir. Bir vatandaşın hırsızlık yapılan bir dükkândan alışveriş yapmış olması onu bırakın suçlu, şüpheli dahi yapmaz. Bir görgü tanığı ifadesi bile, somut kanıt kadar güvenilir olmaz. Aralarında anlaşmazlık olması nedeniyle yalancı şahitlik yapılması gibi istenmeyen durumlar, uygulamada sıklıkla görülür. Kanıt olmadan suç olmaz.
4) Bir diğer ana hukuksal prensip, masumiyet karinesidir. Bir kişi, suçu kanıtlanıncaya kadar masumdur. Suçlayıp, sonra da kişiden suçsuzluğunu kanıtlamasını istemek, hiçbir gelişmiş ve medeni hukuk sisteminin yöntemi olamaz. Nitekim masumiyet karinesi ihlalleri, sadece otoriter veya hibrit rejimlerin hukuksal sistemlerinde görülmektedir. Bu tür ülkelerde kara listeye alınan vatandaşların önce cezalandırılmalarına karar verilmekte, sonra siyasi otorite tarafından layık görüldükleri cezalar verilmektedir. Bu nedenle, masumiyet karinesi, yine ceberut rejimlere karşı bireyin en temel haklarından biridir. Bu temel kıstaslar başka bazı önemli prensiplerle desteklenebilir. Şimdilik bu noktada kesip, yazının asıl konusuna girmek istiyorum.
Mustafa Akyol’u babası Taha Akyol sayesinde herkes tanıyor. New York Times’a makale yazan, Fareed Zakaria tarafından Türkiye’deki en başarılı siyasi analizci olarak övülen, Boğaziçi Üniversitesi mezunu, German Marshall Fund üyesi, birçok kitap ve çok sayıda gazete makalesi yazmış birinden söz ediyoruz. Mustafa Akyol Türkiye’de televizyonlardan ve gazete yazılarından tanıdığımız, günümüz Türkiye’sinde aydın ve entelektüel olarak kabul gören biridir.
Mustafa Akyol, Twitter’da Türkiye’deki Olağanüstü Hal (OHAL) esnasında ve sonrasında yapılan takibat politikalarına ilişkin, Türkiye Uzmanı Profesör Howard Eissenstat’ın Gülen Cemaati’ne yapılan hukuksuz takibat politikasını işaret eden Twitter paylaşımına cevaben, 28 Ağustos 2016 tarihinde bu takibatın “gelecekteki suçların engellenmesi” için yapıldığını yazdı. Gelecekteki suçların engellenmesi diyor! Bu suçların engellenmesi için yapılan OHAL uygulamalarının ve takibatın gerekliliğini vurguluyor! Gelecekte işlenecek suçların önünün alınması (pre-empting future crimes) olarak görüyor, 150 bin kamu görevlisinin ihracını, yüz binlerin fişlenerek takibat işleminden geçirilmesini, Ahmet Altan, Nazlı Ilıcak, Mümtaz’er Türköne, Sedat Laçiner ve adı duyulmuş veya duyulmamış on binlercesinin yıllarca hapishanede tutulmasını, tüm bu saydıklarımın eşlerinin, çocuklarının, anne ve babalarının, kardeşlerinin de işlemden geçirilmesini, pasaportlarının ellerinden hukuksuzca alınmasını, uğranan işkence ve kötü muameleleri! Rejimi savunmada motive “aydın” Mustafa, zaman makinesini mi icat etti, yoksa gelecek gaipten kendisine malum mu oluyor, bilemiyorum! Bildiğim, bu anayasaya ve yasalara aykırı uygulamaların meşruiyeti böylece Mustafa Akyol tarafından sağlanmış oluyor! Neymiş? Gelecekte işlenecek suçların önü alınmışmış! Sadece kim suç işlemiş, onu bilmiyor Mustafa! Aynı zamanda gelecekte kimler suç işleyecek, onu da biliyor! Gülmeyin! Bu Tweet yerli yerinde duruyor. İsteyen hemen şimdi bakabilir.
Ben bu korkunç paylaşımı okuyunca gözlerime inanamadım. Bunu yazan eğitimsiz, kahvehane sohbeti yapan, onun bunun gazına gelmiş bir mahalle dedikoducusu değil! Yukarıda özelliklerini yazdım. Bunca eğitim, donanımdan sonra, insan biraz daha sofistike, okuduğunu hazmetmiş, bilgeleşmiş bir profil bekliyor. Fakat dedim ya, arkadaşın derdi başka! Yazımın başında değindiğim tüm hukuksal norm ve kıstaslara aykırı, hatta adını daha net koyayım, faşist bir yorumla karşı karşıyayız.
Dedim ya, insanın olduğu yerde hata vardır. Hata insanın dünyasıdır. Dünyada iyinin ve kötünün, doğrunun ve yanlışın, olumlunun ve olumsuzun, haklının ve haksızın var olabileceği yer, insanların dünyası. Hata yapmış olabilir mi? Mustafa Akyol, bu yazdığından dolayı bugüne dek hiçbir özeleştiri yapmadı. Dahası, benim Twitter’dan kendisine “şahsiyetli olun ve özür dileyin!” çağrıma yönelik olarak, “…kastım Cemaat’çilere devlet erki kullanma yetkisi verilemeyeceği idi ki bugün de savunurum. Çünkü soru çalmış, kumpas ve darbe yapmış bir yapı bu…” paylaşımı yaparak, önceki paylaşımının arkasında durduğunu ortaya koydu. Ortada bir dil sürçmesi veya 15 Temmuz sonrası yaşanan karmaşık ortamdan dolayı paylaşılmış, olgunlaşmamış bir düşünce falan yok yani! Akyol, alenen rejimin üzerine gittiği ve sosyal soykırıma maruz bıraktığı mağdur insanları, “kumpasçı” ve “darbeci” olmakla suçluyor, onların başlarına gelenleri devletçi, düzeltiyorum, devletlû bir refleksle savunuyor. Kaderin bir cilvesine bakın, bu tam da Türk entelijensiyasının yüz akı Ahmet Altan hapisten çıktığı esnada oluyor. İster istemez, terazinin bir yanında Ahmet Altan, diğer yanında Mustafa… hayır, yine düzeltiyorum, terazinin yanı bomboş!
Bu Mustafa Akyol, Batı’nın en saygın üniversitelerinde konferanslar veriyor, saygın yayınevlerinden kitap çıkartıyor, en özgürlükçü Batı gazetelerinde makaleler yayınlıyor. Çünkü o kurumların hiç biri Mustafa Akyol’un iktidar güzellemecisi olduğunu, anayasasızlığın ve hukuksuzluğun avukatlığını üstlendiğini, keyfi ve ceberut uygulamaların meşruiyet değirmenine su götürdüğünü bilmiyor! Mustafa ve Mustafa gibiler, arada kaynayarak, gelecekte “Türklerden çıkacak aydın malzemesi bu!” dedirtecek etik dışı ve şahsiyetsizce tutum ve davranışlarda bulunmaya devam ediyor. Gelecekteki bu elim duruma karşı “önalıcı” ne yapılabilir konusuyla ilgilenenlere, “üzülmeyin, herkes omurgasız değil” demek dışında hangi tesellide bulunabiliriz? Mustafa Akyol gibiler, rejimin siyasi karar alıcılarından da, aşikâr ve aleni paralı uşak kalemlerinden de daha tehlikeli. Çünkü muhalif kimliğiyle, Türkiye dışında iletişim halinde oldukları çevrelere rejim diskurunu muhalif söylem gibi pazarlıyor, rejimin yelkenlerine rüzgâr oluyor, rejimin yeniden üretimine katkıda bulunuyor. Soldan da sağdan da bu tür “aydınları” gördükçe, midem bulanıyor! Bir başka Twitter paylaşımımda Mustafa’ya da yazdığım gibi, onları gördüğümde “iyi ki ben böyle biri değilim!” diyorum. Çocuklarım, tek etik kıstasım, yoluma devam ederken, belki kızım ve oğlumu utandıracak bir şey yazarım veya söylerim düşüncesiyle, çok dikkat ediyorum!
Yazının ilk iki paragrafını siz okurlarıma değil, Mustafa Akyol ve onun gibi “sollu sağlı mağdurlara çakan” sözde aydınlar için yazdım. Ücretsiz bir okumadır. Hukuka Giriş değil, insanlığa giriş ders notu özeti olarak dikkatlerine sunuyorum. Bir gün bu zulüm biter, Mustafa gibiler, göreceksiniz, aslan kesilip bugünün mağduriyetlerinden nemalanarak kendilerini demokrasi ve hak-hukuk havarisi olarak göstereceklerdir. Bu yazı “önalıcı” (preemptive) bir tarihe düşülmüş not olsun. Gelecekteki şark kurnazlarının maskesini düşürmek için!