Şu günlerin popüler konusu muhafazakar kesimdeki lüks ve şatafatlı törenler. Özellikle bir kadın üzerinden yürüyüp giden tartışmalar. Sayın Korucu ile yaptığımız Youtube programında anlatmaya çalıştım şeyleri biraz açmak niyetindeyim.
En başta başörtülüler ne zaman bir konunun öznesi olsa aynı şey yapılıyor. Büyük bir cinsiyetçi ayrım, nefret suçu ve bu iktidarın bütün günahlarından en başta onların sorumlu olduğunu yansıtan saçma sapan çıkarımlar. 20’li yaşlardaki kızların üzerinden diskur devşireni mi ararsın, dini hayattaki en büyük problemin bu olduğunu iddia edenleri mi! Epey karışık fikirler ortalıkta dolaşıyor.
Bu tür görüntülerin elbette sosyolojik bir anlamı var. Bunlar üzerinden toplum okuması yapmak, bir grubun davranışlarını incelemek, değişen alışkanlıkları gözlemlemek mümkün, değişen aktörleri belirlemek vs.
Dine alerjik, dün de bugün de başörtülülere gıcık ve hatta kin dolu kimselerin yazıp çizdiklerini önemsemiyorum ama her fırsatı değerlendirdiklerini not edip geçelim.
Meselenin seni, beni, hepimizi ilgilendiren tek kısmı kimin parası harcanıyor? Eğer kamu parası harcanıyorsa, bizim vergilerle bu lüks ve şatafat yaşanıyorsa burada sadece bir görgüsüzlük ve şımarıklık yok aynı zamanda bir suç vardır ki bunu takip etmek başta gazeteciler olmak üzere herkese düşer.
Ha konu kamu parası ile lüks içinde yaşamaksa bugün muhaliflik adına bu kızlar üzerinden subliminal mesajlar yollayanlar, dejenerasyon muhabbeti yapanların en önce Saray’dan başlamaları gerekir ki bu cesareti pek göremiyoruz. Emine Erdoğan’ın 50 bin dolarlık çantasından bahsetmesi gerekir ki yemez. “Yurtdışından yazıp çizmek kolay, sıkıysa gel burda bunları söyle” teranesi kulağa mantıklı gelse de yanlıştır. Sürgüne çıkmak zorunda kalan gazeteciler bunları zaten Türkiye’de söylediği için yurtdışındalar. 200’e yakın gazeteci bunları söylediği için hapiste. Düşene karşı aslan kesilen, kıymeti kendinden menkul, kovulana kadar iktidar sopası kovulunca mağdur tiplerin o zaman o içerideki meslektaşlarına destek olmaları gerekir ki bilakis tahliye olanı nasıl tekrar içeri tıkarız diye çırpınan koronun en başında yine bu muhalif görünümlü tipler havlıyor.
Mesele israfsa, mesele intihar edenlerin olduğu ülkede dayanışmaysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Türkiye’de -hadi seküler diyelim- eğlence mekanlarında ne israflar yapılıyor. Bir ailenin bir aylık mutfak masrafının fazlasının birkaç saatte nasıl harcandığını falan konuşmaya gerek yok.
Mesele sonradan görmelikse, şımarıklıksa Instagram’da, Facebook’ta fenomen olmuş ya da olmaya çalışan onlarca absürt tipin neredeyse tamamı başı açık. Bunlar çok özel haber olmayı haketmiyorsa demek ki mesele aslında başörtüsü.
Evet gelelim meselenin en acı yanına. Başörtüsü bir farz ve Allah’ın emri olduğu için takılıyorsa günümüzde çok zor, evet bugünkü rejimde dahi, her türlü ötekileştirmeyi göze alarak fiili bir ibadet yerine getiriliyor demektir ki bunu yapan kimseden beklenen bir davranış kalıpları var. İsraf ve gösteriş gibi dinen oldukça ayıplanan bir fiilden uzak durulmasının beklenmesi gibi. Bunun karşılanmadığını görmek emrin inceliğinin anlaşılamadığını ve yeterince yaşanmadığını gösterir ki yine bireysel bir tercihtir. Ancak aynı görüş ve düşüncede olan erkekler için buna benzer testler sırf kıyafetleri diğer hemcinslerinden ayrışmadığı için yapılmıyor, yine toplumun iman testinden sadece bu başörtülüler geçirilmiş oluyor ki iş yine ayrımcılığa uzanıyor.
Özgürlüğün en temel tanımı başkalarının özgürlüğüne engel olmadan ve evrensel hukuk kurallarını çiğnemeden insanın istediğini yapması. O sebeple bu başörtülüler çok lüks bir mecliste olsun ya da lüks bir otelde olsun bir araya geldiklerinde kimseye zarar vermiyorlar. Nokta.
Elbette ülkedeki dini hayatla ve değişen sosyoloji ile ilgili bir fikir vermediğini söylemek yanlış olur. Her köşe başına imam hatip açmakla dindar bir nesil yetişmeyeceğinin bir sağlaması. Bu okumayı yaparken suçlamak ve itham etmek yerine bu tablonun bir sonuç olduğunu görmek lazım.
İslamcılık ben dincilikle aynı görüyorum, modern bir ideolojidir ve sizi camiye değil sokağa götürür. Size bir münzevi, mazbut hayat değil bilakis toplum içerisinde aktif ve görünür olmayı sunar. Argümanları ve referansları dindir ama dünyevi bir ideoloji olduğu için sizi ahiretten çok dünyaya yaklaştırır. İslamî ile İslamcı burada ayrışır. İslamcılık, İslam dünyasında eğer kendisine aktör olma şansı bulmuşsa genel iki eğilimi gösterir ya şiddet ve terör ya da ülkelerin yeraltı zenginliğine göre israf ve gelir dağılımı adaletsizliği. Türkiye için her ikisi de at başı gitmektedir.
Dün otobüste “karşımda oturma” diye taciz edilen kadının yaşadığı gelen çığı düşündüğümüzde oldukça masum bile kalabilir. Pek yakında kadınların kıyafetlerinden dolayı aynen başörtülülerin yaşadığı gibi şiddete maruz kalmaları katlanabilir. Tekfir edilmeler ve bütün bu benzini ateşe döken siyasi iradenin desteği ile 15 Temmuz’da olduğu gibi kafa kesmeler yaşanabilir. Bu iktidarın devamı için kan dökmekten çekinmeyecek tiplerin varlığı birlikte göbek atıp kurtlarını döken kızlardan çok daha vahimdir.
Son tahlilde, işin en dramatik kısmı şudur; kaçan tarihi fırsat. Bunu hep dile getirmeye çalışıyorum. Ekonominin batıp iflas ettiği, vesayetçilerin itibarının yerlerde olduğu bir dönemde iktidara gelip, Türkiye’yi ayağa kaldırmak, AB yolunda tavizsiz ilerleme, Kürt sorunu çözmek, Alevilerle barışmak ve özgürlüklerle beraber toplumdaki derin kutuplaşmayı bitirmek ve İslam ile demokrasinin bir arada yaşanabileceğini bütün dünyaya göstermek ve ümmete kurtuluş gibi umut vermek yerine yolsuzluk ve pislik içerisinde sadece altın varaklı koltuklara talip olmak çok hazin olmuştur. Maalesef görgüsüzlüğün ve şatafatın simgesi altın varak zihinlere egemen olmuş ve altın fırsat kaçmıştır.