Ömer İbn-i Abdülazîz, tam bir “Ömerî” fıtrattır.Baskı ve ricâlarla kabul ettiği Devlet Reisliği vazîfesine önce bütün mal varlığını Beyt ül-mâl’e devrederek başlar, sonra halkın en fakiri gibi yaşamayı kendisine şiâr edinir.
Halkı ne yerse onu yer, ne giyerse onu giyer, nasıl yaşarsa o şekilde yaşar.
Hanımı Fâtıma, Ömer İbn-i Abdülazîz’in vefâtı ile Beyt ül-mâl’e devrettiği mallarının kendisine geri verilmesi teklifini reddeder.
Her ikiside çok zengin iken fakir yaşayıp, fakir ölmeyi tercih ederler.
İki buçuk sene kadar devleti yöneten bu muallâ zâtın ardından koca ülkede “yirmibeş-otuz yıl” zekât verilebilecek fakir bulunamaz.
O, gerçekten tarihin kaydettiği ikinci bir Ömer’dir (ra) ve bu bir hikâye değil gerçektir.
Avutan siyâsîler,
İşte kahrolası siyâsetlerine İslâmiyet’i alet eden, nefsen kabul edemediğim “Siyasal İslâm” tanımı içerisine giren zatlar, her iki Ömer’den devamlı dem vururlar.
İdâre ettikleri insanları onların hakikatleri ile yaşayıp yönetmez ve fakat hikâyeleriyle avutur, uyuturlar.
Kenar mahalleden isrâf saraylarına ;
Kasımpaşa’lı Receb’inde en sevdiği söylemlerdir bunlar.
Şu an bilindiği kadarıyla, çok fakir bir âile içinde büyüyen, başkalarının yanında çalışan, “bir yüzükle yola çıktığını” anlatan Erdoğan, dünyânın en zengin liderlerinden biridir.
“Ben Erdoğan’ı evvelden tanıyorum” der, Meral Akşener ve ekler “Arabasının düşen tamponunu parasızlıktan telle bağlıyordu”
Hayât işte nereden nereye.
Erdoğan ise gelecekten haber verir “Eğer bir gün Erdoğan’ı çok zengin görürseniz bilin ki harâm yemiştir”
Erdoğan’ın nasıl bu kadar zengin olduğunun bir “muammâ” olduğunu düşünmüyorum, muhakkak birileri bu anormal yükselişi zapt-u rapt altına almış, gün be gün belgeleyip kaydetmişlerdir.
Baksanıza her efelendiğinde mal “varlığının araştırılmasına” deyip, bir anda gerisin geriye yerine oturmasını sağlıyorlar, dut yemiş bülbüle dönüyor.
Bir Devlet Başkanı’na ait mal varlığının başka ülkelerce araştırılması, araştırılmaya konu edilmesi bir millete “AR” olarak yeter.
Ama nerede bunu anlayabilen ?
İşin kötüsü şu ki, Erdoğan suçüstü yakalanmış ve kurtulabilme gayretiyle kendisini yok etmek isteyen düşmânlarıyla anlaşmıştır.
Anlaşma, Türkiye’deki “Şuûrlu, tertemiz İslâmî hareketleri yok etme” üzerinedir.
Sıfırlayın
Bence dünyânın en berbât-bedbaht babası “17-25 Aralık” operasyonuyla çaldığı çırptığı bir nebze ortaya döküldüğü an, korkudan kısılmış sesiyle evlâdına “paraları sıfırlayın, her şeyi sıfırlayın” diyen zattır.
Bir baba için evlâda bu şekilde verilen bir tâlimattan daha yıkıcı ne olabilir ?
Gerçi onlar için ne gam ? Erdoğan’ın itikâdına göre “Hırsızlık, babadan oğula geçer”
Hem de iyi bir mirâstır.
Peki Erdoğan nasıl ayakta durabiliyor ?
Evvelen “hasımları” ile anlaştığını yukarıda söylemiştim.
İkinci olarak “yandaşları” için tek cümle ile cevap vereyim “fir’avn onların karınlarını doyuruyor”
Bilirsiniz güç ve para âdemoğlunu en hızlı şekilde yoldan çıkarır.
Yakın tarihte meydanlarda “Mûsâ gibi geldiler, Kârun gibi oldular” haykırışlarıyla nârâlar atan zatların “Kârun’laşan Fir’avn’a Hâman olma gayreti” ile bütün dînî, ahlâkî kutsallarını çiğnediğini gördük, görüyoruz.
Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri Hadîs’lere dayanarak Ahirzamân’da gelecek “o dehşetli zâtın” eli delik bir müsrîf olacağını, isrâfı yaygınlaştırarak, insanları isrâfa alıştırıp, kendisine isrâf ve para ile bağlayacağını ifâde eder.
Evet para ile peylenemeyecek, satın alınamayacak insan çok azdır, derler ya (neredeyse) “Herkesin bir değeri vardır.”
Çift taraflı işleyen çark ;
Çarkın bir yüzünde etrâfını lüks ve isrâfa alıştıran bu zat, onlarla para üzerinden ilişki kuruyor.
Daha evvel bir kısım cemaâtlere Hizmet’in aleyhinde olacak şeyleri desteklemeleri için valizlerle, bavullarla dolar gönderdiğini biliyoruz.
Buda olmuyorsa ilgili şahısların evlâtlarını, akrabalarını değişik kurumlara yüksek ücretlerle, çok büyük paralarla yerleştiriyor ve dilediğini yaptırıyor.
Çarkın diğer yüzünde ise Erdoğan ve âilesine yanaşmak isteyenler de parayı kullanarak Erdoğan ve âilesine yanaşyor.
Her iki taraf da kazandıkça kazanıyor, mâlum vahşi kapitalizm “kazan kazan” der.
Meselâ eski bir Devrimci Ethem Sancak gibi, bu adam paranın güçü adına Erdoğan’a Aşık olduğunu söyleyebiliyor, herhalde kazandıkça aşkı kapkara bir sevdâya dönüyordur.
Lüküs Hayat, oh ne rahat !
Bugünlerde ortaya çıkan “enteresan örtülü” tiplerin lüks içerisindeki, şâşâlı hayâtları ile ilgili küçük videolar Erdoğan âvânesinin hangi alemlerde ve nasıl yaşadığını gösteriyor.
(Berâ-i mâlumât ; Bu rüküş tiplerin kâhir çoğunluğunun namâz kıldığına inanmıyorum.)
Ömer Turan gibi, Kasımpaşalı Recep’i alkışlayan bir adam dahi “Beyaz Türkler’den özür diliyorum, onların gücünün bir parçasını, parasının bir kısmını ancak elde ettik ama bu bizim dağıtmadık yerimizi bırakmadı, dağıldık” diye feryâd ediyor.
Erdoğan’ın geldiği noktadaki kilometre taşlarını döşeyen Dilipak, lüks ve harâm düşkünlüğünden şikâyetle yazılar yazıyor.
Bir taşla iki kuş ;
Tarık Toros’un yaklaşımıyla dîni istismâr, başörtüsü-türbân üzerinden iktidârını kuran Erdoğan ve âvâneleri Ergenekon’la anlaşmış vaziyette yine başörtüsü ve türbân üzerinden İslâm’a nefret uyarıyor.
Ergenekon dilediğini alıyor,
- şuurlu olan mazlûm müslümanları “f.tö safsatasıyla” nefret ettirerek içeriye atıyor.
- şuursuz olanları ise lüks hayatlarını nefret uyaracak şekilde lanse ederek İslâm’a darbe üstüne darbe vuruyor.
Binlerce örtülü hanımefendi içeride, bir kısmı bebekleriyle hücrelerde yaşarken “Müslümân değil süslüman” diye adlandırılan Erdoğanist’lerin eşleri ve âileleri İslâm’ın nurlu çehresini karartıyor.
Evet “28 Şubat” zihniyeti Erdoğan eliyle devâm ediyor.
Ülkemiz nereye gidiyor ?
2011 yılından sonra Türkiye (maâlesef) uluslararası bütün göstergelerde dibe vurmuş durumda.
Halk açlıktan sürünüp, aileler topluca siyanürle intihâr ederken Erdoğan savurgan, şatafatlı bir saray hayatı yaşamaya devam ediyor.
Saraya milyon dolarlar yetmiyor, örtülü ödenek her sene bir evvelkine göre rekor kırıyor.
Zengin iyice zenginleşirken fakir iyice fakirleşiyor ve herhalde, orta direğin ruhuna fatiha okumak gerekiyor.
Varlık Fonu’nun sebep olduğu yokluklar anlatılacak gibi değil.
Zarar etmedik bir devlet kurumu yok gibi.
Enflasyon rakamları ise devlet kurumlarının eli ile devamlı küçültülüyor.
Siyâsilerimiz, yandaşlara peşkeş çektikleri, apardıkları bir yana kamu işçisine, özel sektördeki işçilere yüzde dörtleri %5 leri uygun görürken, kendilerine bir anda asgarî ücretin üçer, beşer, onar katı zam yapabiliyorlar.
Güyâ Katar’dan hediye alınan uçak gibi ikişer, üçer uçan saraylar alınıyor.
Makâm araçları ve benzerleri gırla gidiyor.
Yolsuzluk, hırsızlık, isrâf kalemleri saymakla bitirilemez.
Saray doyurulamaz bir canavar misâli ortaklarıyla milletin malını yiyip semirirken, millet efsunlanmış gibi kan içicilerine destân diziyor.
Bir filmde görmüştüm hovarda bir kadın ne iş yaptığı sorulunca “yaptığım en iyi iş başkasının parasını harcamaktır” diyordu.
Erdoğan ve ortakları hovardaca milletimizin parasını yiyorlar, geleceğini yiyorlar, yok ediyorlar.
Madden ekonomisini, mânen ümidini bitirdiler.
Bu işin faturası belki elli yıl ödenemeyecek.
Türkiye nereye mi gidiyor ?
Görünen köy kılavuz istemez, ülkemiz açlığa, sefâlete, sefâhâte, büyük bir sosyal çözülmeye, sosyal patlamaya doğru gidiyor.
İşin âhiret yönü ;
İşin âhiret yönünü hesaba katan var mı bilmiyorum ama bu iş ahirete kalınca fecaât olacak.
Rabbimiz Âl-i İmrân sûresinde buyuruyor ki (161) “…..Her kim hıyânet edip de ganimetten veya kamuya ait hâsılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse, kıyamet gününe o vebalini aldığı şeyler, boynuna asılı olarak gelir…..“
İslâmî ıstılâhta mülkiyeti bütün bir ümmete ait olan devlet hazinesinden veya ganimet mallarından birşey çalmaya “Gulûl” denir.
Başka bir yaklaşımla, devlet imkânlarını şahsî menfaâtleri için kullanmak ve hıyânette bulunmak demektir.
Evet, bütün bu yapılanlar hıyânettir, yapanların hesâbı âhirette çok zor, ağır ve acı olacaktır.
Dünyâda neler yaşayacaklarını ise hep berâber bekleyip göreceğiz.
Rabbimiz bizlere yardım eylesin, uyanmayan milletimizi uyandırsın…
mansurturgutk@gmail.com