Cezaevinde vefat eden Halime Gülsu’nun ağabeyi İrfan Gülsu: İnsan hakları mücadelesi uzun sürüyor, bunun bilincindeyiz. Şu an adil olmayan kararlar verilmiş olsa bile bu mücadele devam edecek. Baskılardan dolayı yılgınlığa düşmemek, mücadeleyi bırakmamak gerek.
28 Nisan 2018’de Tarsus Cezaevi’nde ilaç dozları azaltıldığı için hayatını kaybeden Halime Gülsu’nün ölümü ile ilgili ‘ihmal’ davasında Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı ikinci kez kovuşturmaya gerek olmadığı kararını verdi. Kararda, Gülsu’dan ‘maktul’ (öldürülen kişi) diye söz edildiği halde…
Soruşturmadaki çelişkilerin peşine düşen Gülsu Ailesi, sorumlulardan hesap sorulmasını istiyor. “Merhume kardeşim Halime Gülsu’nun vefatında hukuken sorumluluğu bulunan kişilerin yargılanması için elimizden gelen mücadeleyi veriyoruz” diyen ağabey İrfan Gülsu ile “Kızım hapishaneye düştüğünde bunlar ‘ilaçlarını vermez’ diye ümidimi kesmiştim. Çünkü, yaşanan diğer olayları duyuyordum. Bundan dolayı ümitsizliğe kapılıp ağlamıştım ve halen daha ağlıyorum” diyen 82 yaşındaki anne Zeynep Gülsu, Kronos’a konuştu.
16 yıldır Kanada’da ikamet eden Kanada vatandaşı olan İrfan Gülsu, “Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Türkiye bizim anavatanımız. Vazgeçemeyiz” diyerek kardeşini ölüme götüren süreçteki ve sonrasındaki mücadelesini şöyle anlatıyor:
‘MAKTUL’ İSE MAKTULÜN BİR DE KATİLİ OLMALI
Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, geçtiğimiz mayıs ayında kardeşimin ölümü ile ilgili “Kovuşturmaya yer yok” kararı vermişti. Ardından Tarsus Kapalı Kadın Cezaevi ile ilgili Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma ile alakalı bir cevap alamıyorduk. Ben de uzun süre gelmeyen cevabı normal bulmuyordum. Bu geçen sürede mail yoluyla sürekli yokluyordum fakat hiç cevap alamıyordum. Geçtiğimiz Eylül ayının ortalarında Adalet Bakanlığı Teftiş Kuruluna, “Size bağlı olan bu kurumlardan hiçbir şekilde cevap alamıyorum, lütfen bir araştırın.” diye bir dilekçe yazdım. Kısa bir süre içinde cevap geldi ve gelen cevapta, “Hadisenin devamını Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığından takip edebilirsiniz” dendi. Bu gelen cevaba karşılık olarak “Bu kurumlar görevini yerine getirmediği için size dilekçe verdim zaten. Neden yine o kurumlara yönlendiriyorsunuz?” diye yazdım. Gelen cevapta yetkili merciinin Tarsus Cumhuriyet Başsavcılığı olduğunu belirttiler. Yaklaşık bir ay sonra karar bize tebliğ edildi. Kararda belirtilen “Kovuşturmaya yer yok” sözü mart ayında verilmiş yani 7 ay geçmiş ve bu karar biz Teftiş Kuruluna başvurana kadar açıklanmıyor. Kararın içeriğinde kardeşimin ölümü normal bir ölümmüş gibi anlatılıyor. Fakat adli tıp raporlarında “Hastaya vaktinde müdahale edilmemesi sonucu, hastalığın komplikasyonlar neticesinde vefat ettiğini” belirtiyor. Savcı bunu görmezden geliyor ve hayatın normal akışında gerçekleşen bir ölümmüş gibi gösteriyor. Ancak kararın sonlarına doğru “Maktul Halime Gülsu” diye bahsediliyor. Eğer maktul olarak bahsediliyorsa, bu maktulün bir katili olmalıdır. Buradan kararların gelişi güzel verildiğini, olayın içeriği hakkında savcı bile bilgi sahibi değil. Dolayısıyla, hukuk sistemimizin ne kadar aciz bir durumda olduğunu gösteriyor.
SAVCILIK NEDEN KAMU DAVASI AÇMADI?
Kardeşim Halime’nin vefat hadisesi duyulur duyulmaz, savcılığın görevi gereği rapor yazması gerekiyor. Onlar rapor yazarlarken bize şikayetçi olup olmadığımızı sordular. Biz de tüm sorumlulardan şikayetçi olduğumuzu söyledik kendilerine. O raporu hazırlayan savcı, olayın bütün sorumlularıyla ilgili bir kovuşturma başlatmış oldu. Bize gelen dosyadaki belgelerden anlaşılıyor ki, cezaevlerine, hastanelere, Mersin Emniyet Müdürlüğü ilgili yerlerine yazılar yazılmış. Bu olay sırasında kimlerin görevli olduğu şeklinde yazılar yazılmış. İlgililer resmi yazışmalarda belli olmuş gibi gözüküyor. Ancak etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığına dair şüpheler var. Olayın yeri belli, zamanı belli ve failler belli ancak günümüz şartlarındaki hukuk düzeni görevi yerine getiremiyor. Bu sebeple hızlı bir sonuç alınamadı. Dosyaların bizim elimize ulaşması bile neredeyse bir yıl sürdü. Bu esnada Ömer Faruk Gergerlioğlu olayı ciddi bir şekilde takip etti. Mazlum-Der Adana Şubesi de onun kanalıyla harekete geçmiş oldu. Savcılık ve diğer ilgili kurumlarla görüştüler ve bir rapor oluşturdular. Fakat bu raporlamaya rağmen, kamuoyu baskısına rağmen savcılık kamu davası açmaya gerek duymadı.
‘MÜCADELEYİ BIRAKMAYACAĞIZ’
İnsan hakları çerçevesinde gerçekleşen suçların hukuki mücadelesi uzun sürüyor. Bunu biliyoruz ve bu durumun bilincindeyiz. Şu anki hukuk düzeni içerisinde çok yavaş ilerlese ve adil olmayan kararlar verilmiş olsa bile bu mücadele devam edecek. Halihazırda Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapılmış oldu. Dolayısıyla, Türkiye içerisindeki hukuk mücadelemiz devam edip aynı zamanda takip ediliyor. Biz mücadelemizi bırakmayacağız. Bir gün adalet yerini bulacaktır, buna inancımız tam. Türkiye da davaları bizim adımıza takip edecek kişiler olduğu gibi avukatlarımız da var. Yetkili merciiler ile muhatap olabiliyoruz ve bununla ilgili bir sıkıntı yaşamıyoruz. Fakat sonuç alamıyoruz.
‘BASKICI REJİMLER KORKUDAN BESLENİYOR’
Şu an içerisinden geçtiğimiz süreç gerçekten çok ağır bir süreç. Geçmiş milletlerin de kavimlerin de yakın dönemdeki insanların da yaşadığı facialara benzer bir dönemden geçiyoruz. Tarih aynısı ile değil de misli ile tekerrür ediyormuş demek ki. Böylesine ağır bir dönemde insanların metanetli olması, hiçbir şeyin sonsuza dek devam etmeyeceğini iyi bilmeleri gerekiyor. Baskıcı rejimlerin, sıradan insanların korkularından beslendiğini unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Baskılardan, kendilerine uygulanan şiddetlerden dolayı bir yılgınlığa uğramamak gerektiğini düşünüyorum ve mücadelelerinin peşini bırakmamaları gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada hiçbir mazeret bence geçerli olmaz. Korkular sadece bu zalimlerin ekmeğine yağ sürer. Onları bitirecek şey, bizim korkusuz olduğumuzu bilmeleridir.
‘NORMAL ÇALIŞAN BİR DEVLET MEKANİZMASI YOK’
İçerisinden geçtiğimiz şu dönemde hazırlık olmadığımız bir süreçten geçiyoruz. Normal çalışan bir devlet mekanizmasının tamamen dışına çıkılması insanları duruma intibak etmekte çok zorlamış oldu. Devlet gücüyle baskıya ve zulme uğraması çok korkunç bir şey. Çünkü devlet halkın zararlarına merhem olan bir yapıdır ama şu an bu zararı veren bir yapıya dönüştü. İnsanlar elektrik faturası ödeyemiyor diye intihar ediyor ve bu çok korkunç bir şey.
ANNE ZEYNEP GÜLSU KONUŞUYOR: HALA AĞLIYORUM…
Kızı Halime ile en son 2016 yılında görüştüklerini söyleyen anne Zeynep Gülsu ise, “Kızım ilaçlarını alabilmek için, hastalığıyla mücadele edebilmek ve hastaneye gidebilmek için çok mücadele etmiş. En son hastaneye gittiğinde hazırlıklı bile gitmiş ama oradan çıkamadı kızım” diyerek şöyle konuşuyor:
2016’da Türkiye’den ayrılmadan önce görüşmüştük kızımla. Bir daha görüşemeyeceğimizi bilemezdik. Araya çok vahim hadiseler girmiş oldu. Vefatı ile birlikte tekrar görüşme fırsatımız da hiç olmadı.
‘YANINDA OLAMADIM, DERDİNİ DİNLEYEMEDİM’
Kanada’da oğlumun yanındayken akşam oğluma bir telefon gelmiş. Ben de o sıra namazımı kılıp uyumuştum. Bunlara telefon gelince annem uyudu demişler. Sabah uyanınca ortalıkta bir gariplik olduğunu fark ettim. Gelinime “ne oldu kızım?” diye sordum bana “bilmiyorum anne” diye karşılık verdi. Söylemediler bana. Buradaki arkadaşlar da sağ olsun ziyarete geleceklermiş, onlarda arıyordu. Sonrasında abim aradı “Bacım başım sağ olsun” deyince yıkıldım tabi. 27 Nisan’da vefat etti kızım, bana 28 Nisan’ın sabahında söylediler. O günleri hatırladıkça onun yanında olamadığıma, derdini dinleyemediğime üzülüyorum. Tutuklandığında kızımın yanında yoktum, görüşlerine gidemedim cenazesine de gidemedim Çok üzücü çok. Elhamdülillah mektup yazmış, onu da Ömer Faruk Gergerlioğlu mecliste okudu. Oradan ne olup bittiğini anladım. Kızım ilaçlarını alabilmek için, hastalığıyla mücadele edebilmek ve hastaneye gidebilmek için çok mücadele etmiş. En son hastaneye gittiğinde hazırlıklı bile gitmiş ama oradan çıkamadı kızım ve vefat etti.
‘BEN AYRILDIM, BİR AY SONRA KIZIMI TUTUKLADILAR’
Gelinim hastalanmıştı. Ben Türkiye’de kızımla oturuyordum zaten. Gelin hastalanınca İrfan telefon etti, “Anne gel biraz burada kal” dedi. Ben de kızı tek başına bıraktım geldim. Ben 21 Ocak 2018’de geldim Kanada’ya. Geldikten 1 ay sonra kızımı tutukladılar. 2 ay 11 gün sonra kızım vefat etti ve acımla burada kaldım. Oğlum geri göndermedi bir daha. Burada kaldım. Benim 4 tane çocuğum var onlardan bir tanesi kızdı. O tek kız olduğu için hiçbir zaman ayırt etmedim. Elhamdülillah hepsini çok seviyorum. Bana hiçbir saygısızlıkları olmadı ve hep el üstünde tuttular.
‘BABASI OKUTMAYACAĞIM DEDİ AMA O OKUDU’
Kızımı köyde çok güzel şekilde yetiştirdik. Babası “okutmayacağım” dedi ama o ben okurum dedi. Biraz Malatya’da, biraz Mersin’de ve biraz Tarsus’ta okuduktan sonra liseyi bitirdi. Maddi olarak çok büyük sıkıntılar çekmedik. Babası aylık para yollardı, o parayı Halime çok dikkatli şekilde kullanırdı. O konuda bizi sıkıntı içine sokmazdı, tutumlu davranırdı. Arkadaşları arasında da sevilirdi. Gaziantep’e yanına ziyarete gittiğimde ‘’Halime ablamızı çok seviyoruz’’ derlerdi. Liseyi bitirdikten sonra hasta oldu. Çok koşturduk hastalığı iyileşsin diye. İyi bir çocuktu ve bize saygıyı asla bırakmadı. Sonra abisi buradan bir doktor araştırdı ve çokta iyi olmuştu. Son zamanlarda haplarını kesmişti doktoru ama bu olaylar olduktan sonra hastalığı tekrar şiddetlendi ve o şekilde vefat etti.
‘HUYU DA GÜZELDİ, TUTTUĞUNU KOPARIRDI’
Huyu suyu çok güzeldi kızımın. Tuttuğunu koparır, dediğini yapardı. Hatta kimse kalmayınca “gitme kızım dedim, başımıza bela olurlar” dedim ama bana ben giderim anne bana kimse karışamaz, ben yine işimi yaparım demişti. “Biz kötü bir şey yapmıyoruz dedi” hep.
‘ARKADAŞLARI BİLE ARAYIP SORAMIYOR’
Arkadaşları arayıp soramıyor. Biz de arayıp onları soramıyoruz ama Mısır’da yaşayan oğlumu ve gelinime haber veriyorlar ve biz de onlar aracılığı ile selam gönderiyoruz. Benim Halimem iyiydi, bana yardımcı olmak isterdi. Ben hasta diye çok yardımcı olmasına müsaade etmezdim. “Yavrum benim gücüm yerimde” deyip onu engellerdim. Akıllıydı, çalışkandı, evinin ve elinin işini yapardı. Hatta buraya geldiğimde “Anne döndüğünde seni gezdireceğim” derdi. Ama hapishaneye düştüğünde, bunlar hapı vermez diye ümidimi kesmiştim. Çünkü, yaşanan diğer olayları duyuyordum ve bundan dolayı ümitsizliğe kapılıp ağlamıştım ve halen daha ağlıyorum.
KIZI İLE MISIR SEYAHATİNİ UNUTAMIYOR
Bebeğimiz olacaktı, onun için kızımla Mısır’a gittik beraber. Ev taşımıştı oğlum, evleri toparladık. Beraber piramitleri ve camilere gittik, gezdik. Hatta Mısır’da Halime’ye “Sen gitme, dönme Türkiye’ye” dediler. Fakat kızım “Benim işim var, dönmem lazım’’ dedi. Döndüğümüzde çok mutlu ve hayat doluydu.
‘BİR DEDİĞİNİ İKİ ETMEZDİM’
Kızımın bir dediğini iki etmezdim. Ne canı çekiyorsa onu yapardım. Sarma yemeğini çok severdi, ıspanak böreğini yapardım onu çok severdi. Ama en çok sarmayı severdi. “Anne bir tencere yap yiyelim” derdi. Küçük bir tencere yapar yerdik. Her genç gibi gezmeyi çok severdi. Ama elhamdülillah dini yönden çok güzeldi ve dolu dolu gitti.
‘TATİLE GELDİĞİNDE ÇOCUKLAR EVE KOŞARDI’
Çok az öğretmenlik yapabildi. Gaziantep’te biraz yaptı. Zaten yaklaşık bir yıl olmuştu mezun olalı. Çok güzel öğretir ve dinlerdi. Daha öğrenciyken çocuklara ders anlattığında çocuklar “Halime ablamız keşke öğretmen olsa” derdi. Çok yetenekliydi bu konuda. Komşularımızın ve akrabalarımızın çocukları gelir onlara ders anlatırdı. Bazen onlara Kuran dersi verir ve öğretirdi. Kimseyi kırmazdı, kimsenin aleyhinde konuşmazdı.