ALİ MİRZA YAZAR | TR724
İşkence ile cezaevinde hayatını kaybeden öğretmen Gökhan Açıkkollu’nun öğretmen eşi Mümine Açıkkollu, Tenkil Müzesi’nin Belçika’nın Hasselt şehrinde düzenlediği sergide, yaşadıkları süreci anlattı.
Zaman zaman gözyaşlarına hakim olamayan Mümine açıkkollu, “Acılar o kadar büyük ve art arda geliyor ki derdinize ağlayamıyorsunuz bile. Eşim cezaevinde can vermiş. Onun şokundayken, hainler mezarlığı dayatmasıyla karşılaştık. Eşim için hukuki mücadelemizi sürdürüyoruz.” dedi.‘Ne olur sevdikleriniz hayattayken kıymetlerini bilin’ çağrısı yapan Mümine Açıkkollu, Tenkil sürecini gözler önüne seren uygulamaları paneli izlemeye gelenlerle paylaştı:
“Bu dönem herkes çok büyük acılar yaşadı. Anlatmak çok zor. Aynı acıları tekrar tekrar yaşıyorsunuz. Buraya gelip acılarımızı paylaştığınız için çok teşekkür ediyorum. Bildiğiniz gibi 17-25 Aralık’tan sonra Erdoğan bütün Hizmet gönüllülerini düşman ilan etmişti. Halk arasında kutuplaşmalar başlamıştı. 15 Temmuz, soykırımın dönüm noktası oldu. 15 Temmuz benim oğlumun doğum günüydü. O gün evimizde olayları haberlerden izledik. Oturduğumuz yerin etrafında herkes sokağa çıkmış etraftan silah sesleri gelmeye başlamıştı. Savaş uçakları yakın mesafeden uçuyor, arabaların alarmları çalışıyor. O kadar korkmuştuk ki biz o kurşun ve silah seslerinden. Çocukların yere oturmalarını istedik. Oturup dua ettik o gün…
EŞİMİ EN BAŞINDAN GÖZALTINA ALIRKEN İŞKENCE VE DARP EDEREK ALMIŞLAR
Eşim ve ben öğretmendik. 25 Temmuz’da ikimiz de açığa alındık, ben daha sonra 675 sayılı KHK ile ihraç edildim. Bu süreçte Hizmet gönüllülerine herhangi bir suç isnat edemedikleri için öncesinde gözaltına alıp tutukladıkları kişileri işkenceyle tanıdıkları insanların isimlerini verdirdiler. Ve bu şekilde benim eşimin de ismini birisi verdi. 23 Temmuz akşamında polisler evimizi aramaya ve eşimi gözaltına almaya gelmişler. Biz bu esnada evde değil Konya’daydık. Bir kısım polisler evi ararken, yüzü maskeli polisler eşim henüz evdeyken sorguya çekmeye başlamışlar. Biz evde değildik ama ayrıntılarını o esnada orada bulunan site yöneticisinden öğrendim.
YÜZÜ MASKELİ POLİSLER VE 9 SAATLİK İLK İŞKENCE
Yüzü maskeli polisler eşimi arkadan kelepçelemişler, salonda yüzüstü yere yatırmışlar, darp ederek sorguya çekmeye başlamışlar. Eşim avukatını istemiş. İzin vermemişler. Bu esnada baskı arttığı için, eşim panik atak ve şeker hastasıydı, eşim şeker krizine girmiş. Eşimini şekeri 400-500’lere çıkıyordu. Şeker krizine girmiş olmasına rağmen kelepçelerini çözmeden çantasından insülünü bulup o şekilde insülün yapmışlar. Sitenin içinde büyük bir gövde gösterisiyle eşimi gözaltına almışlar. Arabada da darp etmeye devam etmişler malesef. 23 Temmuz gece 11.00, 12.00 saatlerinde gözaltına alıyorlar. Ama nezarethaneye sabah 08.00, 09.00 gibi götürüyorlar yaklaşık 8-9 saat eşime işkence yapmışlar.
AĞIR ŞEKER HASTASI OLDUĞU HALDE 4 GÜNDE İLAÇLARIN ULAŞTIRDIM, HİÇBİRİNİ VERMEMİŞLER
O dönemde nezarethanede kalan kişilerin anlattığına göre, o gün geldiğinde eşim zaten perişan vaziyetteymiş. Eşimin nerede olduğunu ben 4 gün sonra öğrenebildim. Ertesi gün gözaltına alındığını bildirdiler ama, İstanbul’a geldik hemen, ancak nerede olduğunu söylemiyorlardı. Eşimin Vatan Emniyette (İstanbul Emniyet Müdürlüğü ana binası) olduğunu 4 gün sonra öğrendim. Ağır şeker hastası olduğunu, ilaçlarını ulaştırmam gerektiğini dördüncü günün sonunda kabul ettirebildim. Yedek kıyafetlerini, ilaçlarını teslim ettik. Ama eşimin vefatından sonra bu ilaçları hiç kullanılmamış bir biçimde ben geri teslim aldım. Çünkü ilaçları kullanamamıştı.
KABURGALARI KIRILMIŞ, 13 GÜN BOYUNCA İŞKENCE SÜRMÜŞ
Eşim gözaltındayken yaşadıklarını ve başına gelenleri bütün doktorlara anlatmış. Cesaret edebilenler bunların bir kısmını raporlaştırmışlar. Polisler tarafından sürekli hakarete uğradığını, dayak atıldığını, onur kırıcı işkenceler yapıldığını, bu işkencelere maruz bırakıldığını ifade etmiş. Doktorlar bunların bir kısmını kayıt altına almışlar. Zaten yapılan otopsi raporlarında da bunlar açık ve net görülüyordu. Mesela 24 Temmuz’da kaburgasının üzerine, sağ göğüs boşluğuna tekme atıldığından bahsediyordu. Otopsi raporunda da eşimin o bölgesinde kaburga kırıklarının olduğu tespit edilmişti. Ve 13 gün boyunca o kaburga kırıklarıyla işkence edilmeye devam edilmiş. Kafasında sırtında kanamalar tespit edilmişti aynı şekilde.
Yapılan işkenceler sonucu gözlüğü kırılmıştı eşimin. O gözlüğün nasıl kırıldığını nezarethanede anlatmış. 8-10 tane polis… Bir tanesi diyor ki, neden yüzüme bakıyorsun. Vurmaya başlıyor. Sonra eşim yere bakmaya başlamış, bu sefer neden yere bakıyorsun yüzüme bakmıyorsun diye vurmaya başlamış. Yere yatırıp sırtına tekme atmaya başlamışlar. Arkasında gözlük kırılmış tabi ki. Ve son gün vefatından önceki gece sürekli sorguya götürüyorlar ama Emniyet ifadesi alınmıyor hiçbir vesileyle. Çünkü diğerlerinde olduğu gibi işkenceyle eşimden isim almayı istemişler. Eşim artık bu işkenceler dayanamadığı için ‘yeter artık ne yazarsanız yazın imzalayacağım ben’ demiş. Kabul ediyorum her yazdığınızı… Hayır demişler biz birşey yazmayacağız, sen bize isim vereceksin….
SON GÜN ADETA YERLERDE SÜRÜYEREK NEZARETHANEYE GETİRMİŞLER
Vefatından önceki gece de yine aynı şekilde işkenceye maruz kalmış, iki polis eşim ayakta durumayacak haldeyken, hatta ayakları sürüklenir vaziyette kolundan tutup nezarethaneye atmışlar. O gece rahatsızlanmış zaten. 13 gün işkence bu şekilde devam ediyor. Bu 13 gün yaşanan olayları öğrenen ve yaşananlara duyarsız kalmayan Sanatçı Süvari Öztürk, 13 gece adlı şarkı yazmıştı, eşimin yaşadıklarıyla alakalı.
ÖLÜSÜNÜ BİLE HAİNLER MEZARLIĞINA GÖMMEK İSTEDİLER…
Eşimin gözaltı haberini aldığımızda Adli Tıp Kurumu önünde yıkılmıştık zaten. Ama Tuncer bey de söyledi, her yaşanan acı daha beteriyle karşılaştığınız zaman öncekini unutturuyor. Biz eşimin vefatının acısını yaşamadık henüz, çünkü eşim hain ilan edilmişti… Ve dediler ki, İstanbul’a defnedecekseniz biz cenazeyi teslim etmeyeceğiz, götürüp hiçbir dini vecibesi yerine getirilmeden Hainler Mezarlığı’na defnedeceğiz. Kadir Topbaş’ın öyle bir eseri olmuştu, Hainler Mezarlığı… Biz bunu kabul etmedik, eşimin henüz suçlu ilan edilemeyeceğini, vatan haini olmadığını, ifadesinin alınmadığını ifade etmemize rağmen kabul etmediler. Ardından biz eşimin İstanbul’a değil Konya’ya defnedileceğini söyledik ve eşimi bu şekilde teslim aldık.
OTOPSİDEN ÇIKAN EŞİMİN CENAZESİNİ AĞABEYİM İLAÇLAMAK ZORUNDA KALDI
Tabi teslim alacağız, cenaze yazın sıcağı, ilaçlama yapılması gerekiyor. Böyle bir hizmet veremeyeceklerini söylediler. Biz ilacın ismini sorduk. Eczaneden kendimiz alalım, siz bize tarif edin, biz ilaçlayalım şeklinde. Ve eşimin cenazesini ağabeyim kendisi ilaçladı. Arkasından tabut uzun süre gelmedi. Neden bu kadar beklettiklerini sorduğumuz zaman, İstanbul Büyükşehir Belediyesi logosu olmayan bir tabut bulmaya çalıştık çünkü İBB size böyle bir hizmet vermiyor, dediler. Cenaze aracı zaten vermemişlerdi, biz kendi imkanlarımızla memleketimize götürüp defnettik.
DEFİNDEN SONRA KÖY MUHTARINI SORGULADILAR, ARTIK MEZARINDAN DA ALIP BAŞKA YERE GÖTÜRECEKLER DİYE O KADAR ÇOK KORKTUM Kİ….
Definden iki gün sonra köyün muhtarını savcı ve kaymakam çağırdı. Böyle bir cenaze gelmiş neden haber vermedin bize, demişler. Tabi, muhtar böyle cenazeler geliyor her zaman ben defin için ölüm belgesinin yeterli olduğunu düşünüyorum, demiş. Ama bu farklı bir cenazeydi haber vermeniz gerekiyordu demişler. Ben o zaman o kadar çok korktum ki, acıyı yaşayamıyorsunuz, üst üstü başka şeyler çıkıyor. Düşündüm ki artık mezarında da rahat bırakmayacaklar ve onu mezarından da alıp götürüp başka bir yere defnedecekler herhalde. Yani çok zordu bizim için.
KIZIMIN YANINDA ‘BABA’ KELİMESİNİ KULLANAMADIM AYLARCA
Sonrasında suçlular, işkenceciler hakkında celpte bulunduk, dava açıldı. Ama savcı, şahitlerimiz, nezarethane kayıtları, otopsi raporları olmasına rağmen hiçbir belge ve kanıtı incelemeden dosyayı kapattı. Tekrar itiraz ettik, itirazımız kabul edildi ama, eşim vefat edeli 3 yılı geçti, buna rağmen dosyada ilerleme katedemedik maalesef. Suçlu insanlar, işkenceciler hala başka birilerine işkence yapmaya devam ediyorlar. Eşim gözaltına alındıktan sonra zor bir süreçti. Vefatından sonra da çok zor bir süreçti. Kızım çok ağır bir travma atlattı. Psikolojik tedavi almak zorunda kaldı. Yanında baba kelimesinin kullanılmasını istemiyordu. Ben onun yanında kendi babama ‘baba’ diyemiyordum. Bu kadar rahatsız oldu baba kelimesinden… Ve aradan uzun süre geçtikten sonra kızım ‘anne ben baba demeyi özledim’ dediği zaman ona da çaresiz kalıyorsunuz. Yerini dolduramıyorsunuz çünkü. O yüzden şimdiden herkese diyorum ki, sevdiklerinize sevdiğinizi yaşarken söyleyin. Sevdiklerinizin kıymetini yaşarken bilin. Doya doya onlara ne söylemek istiyorsunuz, onlar yanınızda ve yaşarken söyleyin. Yoksa hayatınızda hep keşkeleriniz oluyor.
AYNI SAVCI BENİ DE TUTUKLAMAK İÇİN İDDİANAME YAZDI
Evet ardından eşimin vefatından 6 ay sonra eşimi gözaltına aldıran savcı beni de gözaltına aldırdı. Dosyada benimli ilgili hiçbir şey yoktu, sadece savcı eşimden alamadığı isimleri benden almaya çalışıyordu. Bana sürekli isim sordu. Ve en sonunda bana yardımcı olmuyorsun, seni tutuklayacağım. Yaşlı annen baban varmış, onların hatırına seni serbest bırakıyorum, dedi. O gün serbest bıraktı. Çocuklar büyük bir korku yaşamıştı. Babaları gibi bende tutuklanacağım ve geri dönemeyeceğim zannetmişlerdi. Bir buçuk yıl sonra eşim görevine iade edildi. Bu süreçte hukuken başvurmamız gereken yerlere başvuruyorsunuz ama başka hiçbir şey yapılamıyor.
Türkiye’de hukuk ölmüş vaziyette. Yaşanları dünya duysun istiyorum. Geri de kalan insanlara işkenceler yapılmaz, bir nebze olsun rahatlarlar diye… Eşim görevi iade edildikten sonra onun göreve iade yazısını paylaştım. Yandaş medya boş durmadı, bu kez oğlumun ve benim isimlerimle manşetler yazıldı. Ve arkasından 3-5 gün sonra aynı savcı benim hakkımda iddianame hazırladı. Ağır Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul etti. Mahkeme tarihi verdiler.
EKMEKSİZ YAŞARIM HÜRRİYETSİZ YAŞAYAMAM
Ve biz anladık ki artık Türkiye’de bize hayat hakkı tanımayacaklar… o zaman şu sözün ne kadar büyük ve önemli söz olduğunu anladım. Ekmeksiz yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam. Hürriyetsiz yaşayamayacağımı, nefes alamayacağımızı anladık. Çünkü evinizde bile olsanız rahat nefes alamıyordunuz, çalan her kapı zilinden, duran her asansör sesinde irkiliyordunuz. Ve bu şekilde, hayatımda aldığım en zor karardı, iki çocuğun vebalini üstünüze alıyorsunuz, sadece kendi canınızı değil, çocuklarınızın canını tehlikeye atıyorsunuz… Oğlum hukuk fakültesini kazanmıştı, emeklerini boşa götürüyorsunuz… Ama dedik ki, özgür olalım, bunların hepsini nasılsa tekrar kazanılır. Ve bu şekilde ülkeden çıkmaya karar verdik. Zor bir Meriç yolculuğundan sonra şimdi bulunduğumuz ülkede entegre olmaya çalışıyoruz. Dil öğrenmeye çalışıyoruz. Buralarda hizmet etmeye devam edeceğiz inşallah…
İŞKENCE ALTINDA KIRILAN GÖZLÜĞÜ, KANLI VE TER İÇİNDE KALMIŞ KIYAFETLERi VE ONA YAZDIĞIM SON NOTU DA MÜZEDE
Bu müzede eşimin işkence sırasında kırılmış gözlüğü var, kıyafetleri var. Terden sırılsıklam olmuş kanlı gömlekleri var. Eşime ilaç ve kıyafet götürdüğüm zaman ilaçların arasına koyduğum, ulaşmaz ama eline diye düşündüğüm, notu var. Yine de bir not yazmıştım. O notu üç yıl sonra biraz önce eşimin nezarethane görüntülerinde izlediğiniz esnada üstünde olan eşofmanının cebinde buldum. Belki ona da güç vermişti. Belki ondan güç almıştı. Müzenin her bir bölümünde o camekanların içine sığmayacak büyük acılar var gerçekten. Allah bir daha bu tür müzelerin kurulmasını bize göstermesin diyorum. Tolstoy diyor ki, Acı duyursanız canlısınız, başkalarının acısını duyuyorsanız insansınız. Bu müze de bizim insanlığımız ölçebileceğimiz bir terazi gibidir, bilmiyorum. Şu anda eşim hakkında yapılabilecek tek şey hukuk mücadelesi, biz buna devam ediyoruz ama geride kalanlar için bu insanlık terazisine koyduğumuz insanlığımızı ölçersek geride kalan her bir acı duyan, eziyet gören, içerde tutuklu, gözaltında, gaybubet yaşayan veya hapishanedeki bebekler kadınlar olsun, bir kişi için bile ses olsak zalimler bu kadar cesaret alamazlar diye düşünüyorum.