Ülkeyi kasıp kavuran cadı avına ‘cadı’ kavramına itiraz etmeden son veremeyeceğiz. Erdoğan, cadıları sınıflandırıyor ve aralarındaki kavgayı keyifle seyrediyor.
Ona ve kurduğu antidemokratik rejime muhalefet eden herkes ‘terör ve darbe’ yaftasını yiyor. Suçunu ağırlaştırmak istediklerini bir de büyük cadı ‘FETÖ’ parantezine alıyor. Suçlananlar ise temelden cadılık kavramına itiraz edeceklerine, kendisi dışında herkesin cadı olabileceğini savunuyor. Hatta diğerleri hakkında Erdoğan’ın söylemlerini yüksek sesle tekrar ederek kurtulmayı umuyor. Diken haber sitesinden Murat Sevinç de aynı tuzağa düşmüş. Tıpkı Selahattin Demirtaş’ın avukatları gibi.
Yazı genel olarak güzel ancak kendi içinde çelişki de barındırıyor. Soruşturmayı başlatan savcılar için Erdoğan rejiminin ‘FETÖ ve çete’ söylemini aynen tekrar ediyor. Hukuk herkese lazım ‘FETÖ’den yargılananlar hariç mi? Aynı kafa Osman Kavala’ya terörist ve darbeci dediğinde neden inanmıyorsunuz?
Yazar, “FETÖ’den aranan ya da yargılananların yaptığı yasadışı dinlemeler, bu davada ‘yeniden kıymetlendirilirken’, aynı çetenin başka soruşturmalardaki yasadışı ‘dinlemeleri’, imha edilmiş durumda..” diyor. İmha edilen deliller olarak benim aklıma 17-25 aralık yolsuzluk soruşturması geliyor ama yazarın o delillere yasadışı demek istediğini sanmıyorum. Yazının yerinde tespitlerinden biri şu: “Mahkemelerimiz, bir ‘yargıya’ varmak için gerekli delilleri ortaya koyma yükünden iyice kurtulmuş görünüyor. Kanaat neyimize yetmiyor!” Adliyenin işine gelen bu kolaycılık sanki bazı aydınları da etkisine almaya başlıyor. Ne dersiniz?
Savcıların aleyhte deliller kadar lehe olanları da toplamaları anayasal zorunluluk. Demokrat yazarlar için de bu ahlaki mecburiyet olmalı. Sevinç ve Kavala’yı savunan başka bazı isimler fotoğrafın işlerine gelen kısmına ışık tutup diğer tarafları görmezden geliyor. Mesela iddianamede Kavala ve arkadaşlarını suçlamak için kullanılan dinlemeler arasında Zaman Gazetesi muhabirleriyle yapılan görüşmeler var. Uzun süre tutuklu kalan bir muhabirin Can Atalay’a “Biz Gezi’yi tamamen destekliyoruz…” şeklinde konuştuğu yer alıyor. Gencay Gürsoy’un da akademisyenlerin imza kampanyasıyla ilgili Zaman gazetesinden bir kişi ile görüşme yaptığı, sanık Osman Kavala ile de konuştuğu ve Zaman gazetesiyle görüşmeyi anlattığı belirtiliyor. İddianameyi yazan savcı, konuyu büyük cadıya bağlayarak suçu ağırlaştırmaya çalışıyor. İşin trajikomik yanı, savunma yapanlar da büyük cadıyı suçlayarak aklanacağını sanıyor. En basit mantık bile şunu söylemez mi: savcılar gerçekten cemaatçi olsa ve o motivasyonla hareket etse bu tür kayıtları yok etmesi gerekmez miydi?
Gezi Davası savunucularının içine düştüğü bir çelişki de şu: Belli bir zaman diliminde yargıda gördükleri bütün hataları günah keçisine yazıyor. Ama ‘bütün iyilikleri gökten melekler indi yaptı ve tekrar göğe çekildiler’ der gibi davranıyorlar. 2015 yılında, bugün yargılanan kişiler hakkında verilmiş bir beraat kararı var. Hem de ders niteliğinde bir gerekçeyle.
Şu satırlar o gerekçeden “AİHM’nin ifade özgürlüğünde olduğu gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları sadece toplumun geneli tarafından savunulan ve kabul gören düşünce ve fikirleri korumakla yetinmez. Bunun haricinde toplumun genelini rahatsız edebilecek, endişelendirecek hatta şoke edecek veya onların belirli düzeyde tepkilerini çekebilecek bazı fikirleri savunma amacıyla da toplantı ve gösteri yürüyüşleri de içermektedir. Bilindik toplanma ve gösteri yapmanın dışında kamusal bir alanda hareketsiz kalma, oturma eylemi yapma, hatta yol kesme, grev yapma ve bir yerin işgali dahi AHİS’nin 11. maddesi kapsamında korunan toplanma ve gösteri yapma hakkının kapsamına girmektedir. Ayrıca bir gösterinin veya toplantının yasal olmaması bu gösterinin veya toplantının barışçıl olmadığı anlamına gelmemektedir. Sözleşmenin 11. maddesi barışçıl ama yasal olmayan gösteri ve yürüyüşlere de uygulanmaktadır.”
Benim anladığın o günlerde yetki kullanan hakim ve savcılar Gezi’yi basit bir toplantı kanunu muhalefeti olarak yorumladı; o gerekçeyle yargıladı ve demokratik bir duruşla beraat kararı verdi. Aynı deliller Erdoğan’ın kurşun askerleri tarafından darbe ve terör suçlamasına dayanak yapılıyor.
“Aynı delillerle aynı kişiler kesinleşmiş beraat hükmüne rağmen ikinci kez yargılanıyor” itirazı haklı ve yerinde. Peki o kararı verenler şimdi nerede? Ben birisini söyleyeyim, Erdoğan için öylesine önemli olan projeyi iptal eden yargıç Rabia Başer yaklaşık dört yıldır tutuklu. Bir Gezici’nin bu konuda sarf edebileceği iki cümlecik yok mudur?
Yazıda dikkatimi çeken diğer önemli nokta ise Erdoğan’dan hiç bahsedilmemiş olması. AİHM kararında da tutukluluğun siyasi baskıyla alındığı yönünde imalar var. Tutukluluğa ilk kararı verenleri ve bugün Anayasaya rağmen AİHM kararını uygulamayanları azmettiren siyasi güç kim? Selahattin Demirtaş kararına “Bizi bağlamaz, biz hamlemizi yapar geçeriz” ya da “Tazminat neyse öderiz” diyen kişi olabilir mi?
Adaleti cadılar dahil herkes için savunmadıkça bu çukurdan çıkmak yok. Erdoğan’ın hepimizi yuvarladığı çukurda didişmeyi ne zaman bırakacağız!