25 Aralık yolsuzluk operasyonunun 6. yıldönümündeyiz. Can Dündar’ın 6 bölüm halinde yayınladığı “Arkadaş’ın Babası” yazı dizisinin tamamını tek linkte sunuyoruz.
25 Aralık, Cumhuriyet tarihinin en özel yolsuzluk operasyonuydu. Savcı ve Mahkeme kararının polis tarafından uygulanmadığı operasyonla, Türkiye polis devletine geçiş yaptı. Hukuk düzenindeki yıkım o günden beri devam ediyor. Yasin El Kadı’nın bir numara olduğu yolsuzluk operasyonunda Bilal Erdoğan ve Latif Topbaş ise iki ve üç numaralı isimler.
Can Dündar, Cumhuriyet Gazetesi yayın yönetmeni olduğu dönemde, 2 Ağustos 2014’ten başlayarak altı gün boyunca 25 Aralık’la ilgili kapsamlı bir yazı dizisi yayınladı.
Günümüzde Cumhuriyet’in arşivinde bulmanın hayli güç olduğu, neredeyse görünmez hale getirilen yazı dizisinin tamamını tek dosyada sunuyoruz.
CAN DÜNDAR / ARKADAŞIN BABASI YAZI DİZİSİNİN METNİ
BİRİNCİ BÖLÜM: “BİLAL… AY… ÖZÜR DİLERİM.. ARKADAŞ”
17 Aralık sabahı…
Saat 06.30…
Türkiye’nin en büyük yolsuzluk operasyonlarından biri için düğmeye basıldı.
Evi aranacaklar arasında bazı bakanların çocukları da vardı. Ve biri, İçişleri Bakanı’nın oğluydu.
Mali Şube, soruşturmayı büyük gizlilik içinde sürdürmüştü. O kadar ki, operasyondan İstanbul Emniyet Müdürü’nün bile haberi yoktu.
Evlerin ve işyerlerinin basılmasından dakikalar önce Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Nazmi Ardıç ile Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Yakub Saygılı, amirleri Hüseyin Çapkın’ın kapısını çaldı.
Emniyet müdürü, mesai arkadaşlarını şaşkınlıkla karşıladı.
İki Müdür, birazdan başlayacak operasyonu ayrıntısıyla anlattı.
İş, bir İranlı işadamının Türkiye’ye milyonlarca dolar döviz sokmasından kuşkulanılmasıyla başlamış, giderek dal budak salmıştı.
2012’de mahkemeden 3 ay süreyle dinleme izni almışlardı.
Tam 20 ay, bu dosya üzerinde çalışmışlardı.
Ve suç zincirinin ucunda, kendilerinin bağlı olduğu Bakan’a ulaşmışlardı.
‘Neden bana haber vermediniz?’
Çapkın, anlatılanları hayretler içinde dinledi.
“Neden bana haber vermediniz” diye sordu.
Yakub Saygılı, “Hatırlıyor musunuz” dedi: “İçişleri Bakanı Muammer Güler bir seferinde Emniyet’e ziyaretinize gelmiş ve Rıza Sarraf’a kefil olduğunu söylemişti. Size söylesek, operasyonu Bakan’a haber vermek zorunda kalacaktınız. O da engelleyecekti”.
Haklılardı.
Çapkın, için yapacak bir şey kalmamıştı.
Aslında Şube Müdürleri için de öyle…
Yeldeğirmenlerine savaş açtıklarının farkındalardı.
Birkaç saat içinde görevden alınacaklarını tahmin ediyorlardı.
Tarihi operasyon
Ancak öyle olmadı.
17 Aralık sabahı baskınlar gerçekleşti. Gözaltılar bitti.
Savcı Celal Kara, bir an önce yasama dokunulmazlığı olan kişilerle ilgili raporun kendisine ulaştırılmasını istedi.
Bu arada Ankara dağılmıştı; ilk şaşkınlığı üzerinden atması, 24 saat sürdü.
Başbakan, 18 Aralık’taki “karşı darbe”yle, üstüne doğru gelen hukuki süreci durdurttu. Kendisi hakkındaki bütün evraka el koydurdu.
Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala, 18 Aralık sabaha karşı 2,5’te Vali’yi arayıp operasyonu yürüten Şube müdürlerinin görevden alınmasını istedi. Ama geç kalmışlardı.
O süre içinde, yolsuzlukla suçlananların baskın sırasında birbirleriyle yaptıkları telefon görüşmeleri de kaydedilebildi ve örgüte dair yeni kanıtlar olarak dosyaya eklendi.
Ve 18 Aralık sabahı 7’de, fezlekede suçlanan bakanlarla ilgili 309 sayfalık rapor savcılığa ulaştırıldı.
Meclis’e gidecek fezlekeye esas teşkil eden rapor buydu.
Sabah 10’da Emniyet Müdürü, operasyonu yapan Şube Müdürlerine görevden alındıklarını bildirdi. Saat 11’de yeni ekip iş başı yaptı.
Ama 4 saat geç kalmışlardı:
Hükümet’i sallayacak ve 4 bakanı Yüce Divan yoluna çıkarabilecek, tarihi yolsuzluğun belgeleri, artık savcılığın elindeydi.
Fezleke ne oldu?
Lakin bitmemişti.
4 gün sonra, ifadelerin de eklenmesiyle 504 sayfa tutan fezleke, imza için yeni şube müdürlerine getirildi.
Ancak yeni ekip, ayak diredi; “Bilmediğimiz bir metni imzalamayız” dedi.
Olmayacak bir şey yaşanıyordu:
Şüpheliler Adliye’deydi. İfade için bekletiliyordu. Ancak neyle suçlandıklarını gösteren resmi fezleke henüz savcılığa ulaşmamıştı.
O sırada yeni Mali Şube Müdürü ve yardımcısı fezlekeyle ortadan kayboldular. Daha sonraki suç duyurusundan öğrenildiği kadarıyla fezleke, 2 saat Emniyet binası dışına çıkarıldı ve bilinmeyen bir yere götürüldü.
Dönüşte daha önce parafladıkları sayfayı da imha ettiler.
Şube yöneticilerinin fezlekeyi imzalamayacağı anlaşılınca fezlekeyi hazırlayan ekip “O zaman imzalamayacağınızı tutanak altına alalım” dedi.
Yeni şube müdürleri fezlekeyi imzalamayacaklarına dair tutanağı imzaladı.
O arada Savcı, “Nerede kaldı fezleke” diye ısrarla Emniyet’i arıyordu.
Operasyonu yürüten bir komiser yardımcısı fezlekeyi ve tutanağı alıp Savcılığa doğru yola çıktı.
Bu arada yeni şube müdürleri tutanağı imzalamakla hata yaptıklarını anlayıp, komiser yardımcısını yoldan geri çağırdılar.
Dönmedi.
Şoförünü arayıp “Dönün” dediler.
Komiser yardımcısı, “İnip taksiyle giderim” dedi.
Bu polisiye maceranın sonunda 504 sayfalık fezleke, paraflı ama imzasız olarak savcılığa ulaştı.
Ve Savcı, ifade almaya başladı.
Turbun büyüğü
Bütün bunlar yaşanırken farkında olunmayan bir başka dosya vardı ve asıl bomba, o dosyadaydı.
Jandarma’nın, işadamı Cengiz Aktürk’le ilgili bir hafriyat operasyonuna ilişkin tahkikatı Mali Şube’ye gelmiş ve dinlemelerle çığ gibi büyüyerek devasa bir dosyaya evrilmişti.
Mali Şube, aylar süren takibat sonucunda “kamu nüfuzunu kullanarak haksız çıkar sağlayan bir örgüt”ü ortaya çıkarmıştı.
Örgüt üyelerinin kendi aralarındaki konuşmalar kaydedilirken, R. Tayyip Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan’ın, bazı bakanlar, bürokratlar, tanınmış işadamlarıyla yaptıkları konuşmalar da kayda girmiş ve yolsuzluk örgütünün “en üst” bağlantıları ortaya çıkarılmıştı.
Ve 17 Aralık’tan 2 gün önce, 15 Aralık’ta 1000 sayfalık bir fezleke halinde savcılığa teslim edilmişti.
Bulgulara göre, örgütün 2 numaralı ismi, Başbakan’ın 34 yaşındaki oğluydu.
Başbakan haber alıyor
Savcılık, henüz dosyanın hazırlığını sürdürüyordu.
Ancak 17 Aralık patlayınca Emniyet’teki yeni ekip, hükümete bu hazırlığı haber verdi. Başbakan derhal dosyaya el koymak üzere Adalet Bakanı’nı İstanbul’a gönderdi.
Savcı, engelleneceğini anlayınca acilen düğmeye bastı.
Operasyonun tarihi 25 Aralık’tı.
O yüzden dosyanın adı da “25 Aralık” olarak kaldı.
O gün ifadeye çağrılacaklardan biri de Başbakan’ın oğlu, Necmettin Bilal Erdoğan’dı.
Operasyon durduruluyor
25 Aralık sabahı, Başsavcı, İstanbul Emniyeti’nden iki amiri çağırıp “Derhal operasyona başlayın” talimatını verdi.
Savcı, elindeki fezlekeye istinaden yakalama ve gözaltı talimatı vermiş, mahkemeden de şüphelilerin mal varlıklarına el koyma kararı aldırmıştı. Hangi ekibin, saat kaçta, kimi alacağı belirlendi.
Artık iş, polisin harekete geçmesine kalmıştı.
Ne var ki, o gün beklenen talimat gelmedi.
Ertesi sabah ise, “Baskınlar iptal edildi” bilgisi geldi.
Çünkü gözaltı talimatında isimleri gören Emniyet yetkilisi dehşet içinde amirlerine koşmuş, böylece dosyadan haberdar olan Ankara duruma el koymuş ve operasyonu durdurmuştu.
Asıl hedef: Başbakan
17 Aralık dosyası, kısmen İnternet’e sızan bilgilerden, kısmen Meclis’e uzanan fezleke sürecinden dolayı alenileşti.
Ancak son anda durdurulan 25 Aralık operasyonuna ilişkin dosya, resmi evrak niteliği kazandığı halde sümenaltı edildi.
Soruşturmayı yapan polisler ve savcılar sürüldü, haklarında soruşturma açıldı. Dinleme kayıtları tek elde toplandı. Dosyaya yayın yasağı getirildi.
Çünkü 25 Aralık soruşturması, suç hiyerarşisinde, bakanlardan bir adım daha yukarı, en yukarı çıkıyordu.
2 numaralı şüphelinin adı Bilal Erdoğan olsa da, herkesin tahmin edebileceği gibi yolsuzluk faaliyetlerini sevk ve kontrol ettiği öne sürülen isim, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı.
1000 sayfalık yolsuzluk soruşturması dosyasında 250 kez adı geçiyor ve bütün oklar, onu işaret ediyordu.
İsmen zikredilmediği yüzlerce sayfada da kendisinden “devletin üst kademesi” diye söz ediliyor, örgüt üyelerinin ise kendi aralarında ondan “Büyüğümüz”, “Yukarıdaki” “Patron”, “Reis”, “Beyefendi” diye bahsettiği anlaşılıyordu.
‘Hepimizi içeri alacaklardı’
Nitekim Erdoğan da dosyanın içeriğini öğrendikten sonra, “Asıl hedef bendim. Başarıya ulaşsalar, hepimizi içeri alacaklardı” diyecek, fezlekelerde kendisinden “Dönemin Başbakanı” diye söz edildiğini iddia edecekti.
Bu iddia, hem 17 Aralık operasyonunun savcısı Celal Kara hem de 25 Aralık operasyonunun savcısı Muammer Akkaş tarafından reddedildi. Ama algı operasyonu sonuç verdi; bunu bir “darbe teşebbüsü” olarak lanse eden Başbakan, bunu “Paralel yapı”nın kendisine yönelik bir darbe teşebbüsü olarak lanse etti ve seçime kadar konuşulmamasını sağladı.
17 Aralık için Meclis’te bir Soruşturma Komisyonu kurulmasına rağmen dosya, milletvekillerine verilmedi.
Seçim öncesi görüşülmesi, “Dizini yok” gibi sudan bir gerekçeyle engellendi.
Madem kaçırılmıyor
Peki niye?
Savcılığa sunulan 1000 sayfalık polis fezlekesinde ne vardı ki, devlet sırrına dönüştürülmüştü?
Görevden alınan polisler, “Ortaya çıkardıklarımız nedeniyle kızaktayız” derken neyi kastediyorlardı?
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, yarışan adaylardan birine ilişkin son derece ciddi iddiaları içeren bu “hasıraltı edilmiş dosya”yı okurlarla paylaşmayı, halkın bilme hakkının ve habercilik sorumluluğunun bir gereği sayıyoruz.
Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik’in “Fezlekeler vatandaştan kaçırılmıyor. İnternet’te hepsi var” dediği 25 Aralık dosyasının kapağını kaldırıyoruz.
‘Suç örgütü Erdoğan’ın talimatıyla hareket ediyordu’
17 Aralık operasyonundan çok kısa süre önce İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Muammer Akkaş’a sunulan 25 Aralık Soruşturma Dosyası, kovuşturulan suçları alt alta sıralıyor:
“Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak…
Rüşvet…
Sahtecilik…
İhaleye fesat karıştırmak…
Suçtan kaynaklanan mal varlığını aklama…”
1 numara:Yasin El Kadı
Dosyada 52 şüphelinin adı var:
1 numara: Yasin El Kadı…
2 numara: Bilal Erdoğan…
3 numara: Latif Topbaş…
Liste, Orhan Cemal Kalyoncu, Ömer Faruk Kalyoncu, Hasan Doğan, Fatih Saraç, Ömer Sertbaş, Abdullah Tivnikli, Usame Kutub, Avni Çelik, Muaz Kadıoğlu, Cengiz Aktürk, Mehmet Cengiz… diye uzayıp gidiyor.
7 bölüm, 5 grup
Dosya 7 bölümden oluşuyor.
İlk bölümde örgütün yapısı ve işleyişi anlatılıyor.
İkinci bölümde örgütün kamu kurumlarını nasıl suça alet ettiği vurgulanıyor. Fezlekeye göre “suça konu faaliyetler için, “Gerekirse yasalar değiştiriliyor, Bakanlar Kurulu kararlar alıyor.
‘Başbakanlık’ dendi mi akan sular duruyor.”
Polis, birbiriyle ilişkili 5 grup saptıyor:
İlk grubun başında Yasin El Kadı var.
2.’yi Latif Topbaş, 3.’yü Bilal Erdoğan yönetiyor.
4.’nün başındaki isim ise: Binali Yıldırım…
5.grubun başında ise, Orhan Cemal Kalyoncu görünüyor.
“Arkadaş” ve “Baba”
Ya hepsinin üstündeki isim?
Polis fezlekesinin pek çok sayfasında –bazen isim verilerek, bazen verilmeden değişik sıfatlar altında- hiyerarşinin en başındaki ismin, Başbakan olduğu ima ediliyor.
Polis, “bakanların daha üst bir yerden talimat aldığını”, “işadamlarının yukarının talimatıyla hareket ettiğini”, “örgütün tüm faaliyetlerinin daha üst bir makama ulaştığını” belirliyor.
Örgüt mensuplarının kod isimlerini açıklarken de, adını anmaktan sakındığı o ismi, açıkça yazıyor: “Grup üyelerinin, kendi aralarındaki konuşmalarda, özellikle Yasin El Kadı, N. Bilal Erdoğan ve R. Tayyip Erdoğan için kod isim kullanmaya çalıştıkları, Yasin El Kadı için ‘Abi’, N. Bilal Erdoğan için ‘Arkadaş’, R. Tayyip Erdoğan için ‘Arkadaşın babası’ tabirini kullandıkları tespit edilmiştir”.
‘Bilal Erdoğan gizli ortak’
Fezlekeden:
“Örgütün faaliyetlerini yürütebilmesi için Bosphorus 360 unvanlı bir şirket kurduğu; şirketin resmi olarak Cengiz Aktürk ve eşi üzerine olmakla beraber gizli ortaklarının Yasin El Kadı’ya vekâleten oğlu Muaz Kadıoğlu, Usame Kutub, Abdülkerim Çay ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Necmeddin Bilal Erdoğan olduğu; şahısların Ortadoğulu yatırımcılara genelde inşaat olmak üzere yatırım yapabilecekleri projeler ayarladıkları, bu projeleri seçerken istedikleri fiyata alabilecekleri ve istedikleri imarı çıkartabilecekleri için devlet arazileri üzerine yapmayı planladıkları ve maliyeti düşürmeyi amaçladıkları anlaşılmıştır.”
Başbakanlık hepsinden haberdardı
“Tüm grupların hemen bütün faaliyetlerinden Başbakanlık yetkililerinin haberdar olduğu, (küçük konular veya şahıs bazında işlendiği anlaşılan suç eylemleri hariç), birinci grup faaliyetlerinde N. Bilal Erdoğan’ın gizli ortaklığı olduğu ve bu kapsamda grup üyelerine sağladığı yasal ve yasal olmayan kolaylıklar karşılığında şirket ortaklığı menfaati elde ettiği, ayrıca grup üyeleri arasında gerçekleşen görüşmelerde, -Etiler Polis Okulu Arazisi örneğinde olduğu gibi-, kimin ne kadar kâr elde edeceğine (oran-miktar) üst düzey birinin karar verdiği ve grubun diğer üyeleri ile karşılıklı bir menfaat anlaşmasının olduğu tespit edilmiştir.”
Suç örgütündeki Başbakanlık yetkilisi
“Teknik takip ağırlıklı olmak üzere yapılan çalışmalarda suç işlemek amacı ile kurulan örgütün faaliyetlerini yürüten-takip eden Başbakanlık yetkilisinin, örgütün taleplerinin fiiliyata dönüşmesi durumunu kolaylaştırdığı, N. Bilal Erdoğan ile yolsuzluklar ve usulsüz işlemler ile maddi menfaat elde etmek üzere Körfez sermayesini de yanına alarak kamu kaynaklarını ve nüfuzunu çok etkin bir biçimde kullandığı, Yasin el Kadı ve M. Latif Topbaş ile ortaklık ilişkisi çerçevesinde sık sık buluştuğu ve Yasin el Kadı’nın Birleşmiş Milletler Terörle Bağlantılı Şahıslar arasında ve Türkiye’ye giriş yasağının bulunduğu dönemlerde dahi, şahsı kendisine tahsis edilen koruma görevlileri marifeti ile yurda soktuğu ve gizli görüşmeler yemekli toplantılar vs. organize ettiği, şahsın sağlık durumuna kadar ihtiyaçlarını takip ettiği tespit edilmiştir.”
‘Üst makam’dan habersiz kazanç yok
“Örgütün tüm faaliyetlerinin daha üst bir makama ulaştığı ve Onun haberi olmadan hemen hiçbir menfaat/kazanım elde edilemediği görülmüştür.”
“Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ın, örgütün tespit edilen hemen her faaliyetinde yer aldığı, suça konu faaliyetlerin büyük çoğunluğundan haberdar olduğu ve alınan talimatlar gereği bu faaliyetleri kimi zaman koordine ettiği görülmüştür.”
‘Bilal.. Ay özür dilerim, Arkadaş’
Örgüt mensuplarının kod adları nasıl kullandıklarına dair örnekler de fezlekede yer alıyor:
22 Eylül 2012 günü, saat 22.17’de Abdülkerim Çay’la görüşen Cengiz Aktürk, Bilal Erdoğan’ın gizli kalması gereken ismini ağzından kaçırıyor: “Şu Bilal vardı ya…” diyor ve hemen düzeltiyor: “Ayy… a özür dilerim. ‘Arkadaş’…”
Erdoğan’ın talimatıyla…
Bir başka konuşmada ise Usame Kutub, girecekleri ihale için, “Arkadaş’ın babası’ nasıl istiyorsa öyle olacak sonunda…” diyor. Polis, bu diyaloglardan sonra şu yargıya varıyor: “Şahısların R. Tayyip Erdoğan’ın talimatları ile hareket ettikleri görülmüştür.”
Peki o talimatlar neydi? Şüpheliler neyin peşindeydi?
1000 sayfalık fezlekede, buna dair yüzlerce iddia, kayıt ve kanıt var.
İKİNCİ BÖLÜM: AKP’NİN SUSURLUK’U
Yasin el Kadı-Recep Tayyip Erdoğan ilişkisi hakkında ne biliyoruz?
İkili, Erdoğan belediye başkanıyken Cüneyd Zapsu’nun evinde tanışmıştı.
Başbakan, 17 Aralık’tan sonra El Kadı’yı, “Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen bir Suudi işadamı” diye takdim etmişti:
“Terörist değildir, uluslararası mahkemelerde beraat etmiştir. Aile dostumuzdur, ne var ki bunda” diye sormuştu.
“Başbakan’ın oğlu veya damadıysanız Türkiye’de iş yapmayacak mısınız” diye eklemişti.
Daha önce de “Yasin Bey’e kendime güvendiğim kadar güveniyorum. Hayırsever bir insandır” diyerek ona kefil olmuştu.
Erdoğan’ın cümlelerini, 25 Aralık polis soruşturmasının bulguları ışığında gözden geçirelim…
Polis fezlekesine göre Yasin el Kadı, 11 Eylül’den sonra BM Güvenlik Konseyi’nin “Terörü Finanse Edenler” listesine girdi. FBI da onu “Küresel Terörist” sayıyordu.
Tüm dünyada mal varlığına el konulmuştu. Türkiye’ye de giriş yasağı vardı.
Sonradan El Kadı, Avrupa ve ABD’de açtığı birçok davayı kazandı; adını terör listelerinden çıkarttırdı.
Bir polis koruyor Öbürü kovalıyor
Ama 25 Aralık soruşturması başka bir gerçeği ortaya koydu:
Erdoğan, “aile dostu” El Kadı’yı, ülkeye giriş yasağı olduğu dönemde yasadışı yollarla Türkiye’ye sokmuştu.
Fezlekedeki ifadeyle söylersek:
“ ‘El Kadı’, bizzat Başbakanlık yetkililerinin bilgisi dahilinde, Başbakanlık bürokratlarının ayarlamaları ve Başbakanlık Koruma Müdürlüğü görevlilerinin nezaretinde, özel uçaklarla geldiği havaalanlarının VIP kısımlarından, kayıtsız olarak yurda sokuldu. Giriş çıkışlarda güvenlik kameraları kapatıldı. Kendisine resmi araç, koruma memuru ve şoför tahsis edildi.”
Bir grup polis, El Kadı’ya Başbakanlık yolunda korumalık yaparken bir başka grup polis de bu illegal ziyaretçiyi takip ediyor, konuşmalarını kaydediyordu.
12 kez görüştüler
25 Aralık polis fezlekesine göre Erdoğan, El Kadı ile Türkiye’de (saptanabilen) 12 görüşme yaptı.
Yüz yüze gerçekleşen bu 12 görüşmenin 7’si, El Kadı’nın yasaklı olduğu dönemde gerçekleşti.
Yani Türk polisi onu ararken o Başbakan’la görüşüyordu.
Fezlekedeki telefon kayıtlarından, uçuşların, randevuların, buluşmaların büyük gizlilik içinde organize edildiği, “Amca” diye söz edilen El Kadı’nın adının hiçbir kayda girmemesi için çaba gösterildiği, “gizli konuk”un Başbakan dışında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la da yine yasaklı döneminde 5 kez buluştuğu anlaşılıyor.
EL KADI’NIN TALİMATI: ‘Başbakan’la görüşmeme MİT müsteşarı da gelsin’
25 Aralık fezlekesine alınan telefon konuşmalarında El Kadı’nın Başbakan’dan randevu isterken kullandığı üslup, ast-üst ilişkisinin ters yönde olduğunu hissettiriyor neredeyse…
26 Nisan 2013…
El Kadı’nın ortağı Usame Kutub, Başbakan’ın özel kalemi Hasan Doğan’ı arıyor.
“Amca 1 saat sonra İstanbul’da olacak” diyor.
“Amca” dediği Yasin el Kadı…
Başbakan’la görüşmeye geliyor.
“Bugün yarın olursa çok iyi olur” diyor Kutub ve ekliyor:
“İkisini de görmek istiyor.”
İkinci isim, MİT müsteşarı…
Özel Kalem soruyor:
“Önce ‘Beyefendi’yle mi görüştürelim?”
“Evet, önce ‘Beyefendi’ ile görüşsün. Biraz uzun bir şey olacak. Ondan sonra randevu olmasın. En az 3 saatlik bir şey.”
‘Üçlü toplantı istiyor’
Bir Suudi işadamının, “Bana ‘Başbakan’ı ayarlayın. MİT müsteşarı da gelsin. Peşine randevu almayın” talimatları vermesi tuhaf değil mi?
Bir de 7 Mayıs 2013 tarihli görüşmeye bakalım:
Kutub: Cumartesi bizim ne kadar zamanımız var?
Doğan: 1-2 saat… Ama biz sınır koymuyoruz.
Kutub: Tamam. Yasin Abi o toplantının hemen ardından, hem Sayın Başbakan’la, hem Hakan Bey’le üçlü bir toplantı yapmak istiyor. Yani istiyor derken illa olması gerekiyor.
Doğan: Tamam, peki.
Hamas lideri ile Ankara’da buluştu
Emniyet kaydındaki ilk Erdoğan-El Kadı görüşmesi, 14 Nisan 2012’de, Haliç Kongre Merkezi’nde kaydedilmiş.
Bu görüşmeye Hakan Fidan da katılmış.
Ve polis, bu buluşmanın hangi odada, hangi dakikada gerçekleştiğini, güvenlik kamera görüntülerinden öğrenip “suç kanıtı” olarak dosyaya koymuş.
İkinci görüşmeyi 25 Haziran’da Ankara’da yapmışlar. Bu kez aralarında Usame Kutub da var.
1 ve 12 Temmuz’da ve 22 Eylül’de İstanbul’da Latif Topbaş’ın evinde buluşmuşlar. Bu görüşmelere Erdoğan’ın oğlu Bilal ile El Kadı’nın oğlu Muaz da katılmış.
29 Eylül’de Ankara’da buluşmuşlar. O ziyarette El Kadı, önce MİT’te Müsteşar Fidan’la görüşmüş, ardından da otelde, AKP Kongresi için gelen Hamas lideri Halit Meşal’le…
Kayıtlara göre 11 Ekim 2012 günü 17.06’da Bilal Erdoğan, Yasin el Kadı’yı arıyor; “İyi haberlerim var” diyor.
“İyi haber”, Bakanlar Kurulu’nun kendisi hakkındaki Türkiye’ye giriş yasağını kaldırmış oluşu…
“Babam, talep ettiğiniz toplantı için iki saat içinde Beşiktaş’ta müsait olacak” diyor Bilal Erdoğan…
Artık görüşme yasallaşmış durumda… Ancak yine de Başbakan telefonda Latif Topbaş’a, El Kadı’yı kastederek, “Gelirken ‘Arkadaş’ı da getiriyor musun” diyor.
El Kadı ise Başbakan’dan “Büyüğümüz” diye söz ediyor.
2012 Ekim’inde, 2013’ün Şubat ve Mart’ında, İstanbul’da -polisin saptayabildiği- üçer görüşme yapıyorlar.
11 Mayıs’ta İstanbul’da, 9 Ekim’de Ankara’da resmi konutta, yine MİT müsteşarının katılımıyla son bir görüşme de kayda ve fezlekeye geçiyor.
MİT arazisinde takip
Bu arada El Kadı’nın 25 Haziran 2012 günü öğleyin MİT müsteşarı ile Ankara’da Marmara Köşkü’nde yapacağı görüşmeyi haber alan polis, önce insanlı hava aracıyla MİT arazisinde izleme yapmaya karar veriyor, sonra MİT krizinin hâlâ sıcak olması nedeniyle izlemeden vazgeçiyor.
Son bir hatırlatma:
15 Şubat 2013 tarihli Başbakan görüşmesinden sonra El Kadı ve Usame Kutub’u taşıyan resmi araç Merter’de kaza yapmış, Başbakan’ın koruma amirinin de yaralandığı kaza, hastane kayıtlarının da silinmesiyle basından gizlenmişti.
Başbakan’a proje sunumu yapmışlar
Erdoğan’la El Kadı’nın bunca buluşmada ne görüştükleri konusu fezlekede yok. Ancak bazı ipuçları var:
Mesela, 9 Haziran 2013 günü Usame Kutub, Hasan Doğan’a, “Amca”nın “Beyefendi”ye mesajını iletiyor:
“Başbakan’a söyle, yan komşuda acil bir müdahale olmazsa, bir hafta içinde Humus düşecek. Humus düşerse demek ki sınırda yeni bir devlet kuruluyor.”
Bir başka konuşmada, Yasin el Kadı’nın Bilal Erdoğan’a, “Babana söyle, bizim insanlarımıza ateş püskürmesin; nedenini görüşünce söyleyeceğim” dediğini biliyoruz.
Erdoğan’ın Suudi aleyhtarı tavrı o günden sonra değişmişti. Hatta Suudileri suçlayan bir tweet atan oğluna, “Meğer düşman içimizdeymiş” diyerek sinirlendiği bir telefon konuşması internete düşmüştü.
Bunlar El Kadı’nın Başbakan üzerindeki etkisini ve görüşmelerinin siyasi içeriğini ele veren konuşmalar…
İş ilişkisi
Ama ilişki bundan ibaret değil.
25 Haziran 2012’deki Erdoğan-El Kadı görüşmesinden ne çıktığını öğrenmeye çalışan işadamı Cengiz Aktürk, Usame Kutub’a kısaca, “Polis? Etiler?” diye soruyor; “O şimdi yapılıyor” cevabını alıyor.
Bu da El Kadı’nın Etiler’deki Polis Okulu arazisine yapılacak yatırıma, Cengiz Aktürk ve Bilal Erdoğan’la birlikte ortak olduğu iddiasını destekliyor. Polis, El Kadı’ya Al Baraka üzerinden kayıt dışı para aktarıldığı iddiasını da telefon kayıtlarıyla fezlekeye taşıyor.
Görüşme tarihleri, tam da El Kadı’nın gizli ortak olduğu öne sürülen Bosphorus 360 şirketinin, Etiler Polis Okulu arazisi için kulis yaptığı dönem…
Nebil Bey’in başvurusu
Bir kanıt daha:
30 Mart 2013’te Başbakan’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan, Usame Kutub’a “Bu Nebil Bey hâlâ başvuruyu yapmadı. Başbakanımız sordu bana…” diyor.
Bu konuşma, polis dinlemesine takılıyor.
“Nebil Bey”, El Kadı’nın Ürdünlü ortağı Nebil Hâkimi…
Başbakan, Hâkimi’nin TC vatandaşlık başvurusunu soruyor.
Kutub, “Daha yapmadı başvuruyu” deyince Hasan Doğan, Başbakan adına konuşuyor:
“Türkiye’den bir yerden başvurusunu bekliyoruz. Sonra iş bitecek Allah’ın izniyle…”
‘Haddini bildiririm’
Bu arada Kutub, Doğan’a, Türkiye’nin Cidde’deki başkonsolosunu şikâyet ediyor:
“Nebil Bey gittiği zaman çok ukalalık yaptı; ‘Siz niye vatandaş olmak istiyorsunuz? Türkiye’de ne yapıyorsunuz? Geliriniz ne kadar? Kimin desteği üzerine bu başvuruda bulunuyorsunuz’ diye sordu” diyor.
Anlaşılan başkonsolos torpilin büyük yerden olduğunu bilmiyor.
Nitekim Hasan Doğan, “Ben ona haddini bildiririm, sen merak etme” deyip soruyor:
“Vatandaşlık konusu hallolmadan mı görüştüreceğiz Beyefendi’yle? (Başbakan’la)”
Kutub’un yanıtı şu:
“ ‘Beyefendi’ vatandaşlık için görüşmek istemiyor onunla… Bu yatırımla ilgili görüşmek istiyor.”
Ne yatırımı?
Bu yatırımın izini sürelim şimdi de:
29 Eylül 2013’te Usame Kutub, Hasan Doğan’a diyor ki:
“ ‘Abi’, hem Beyefendi, hem Hakan Bey’le görüşmek istiyor. Yalnız, şöyle bir şey var, bilgin olsun; Bilal üzerinden Beyefendi ile başka bir randevu talebi var. Bilal ayarlamaya çalışıyor. (..) Projeler için… Ben de olacağım, Muaz da olacak. Sunum yapacak. O tamamen ayrı bir şey. Sonra hepimiz çıkacağız, Amca ile Başbakan ve Hakan Bey başbaşa kalacak.”
Bu buluşma, 9 Ekim 2013 Çarşamba günü gerçekleşiyor.
Yani Başbakan’ın, Kutub’a “Sizin orayı bizzat ben takip edeceğim” dediği konuşmadan 7 ay sonra…
Görüşmeye giren kadro şu:
Yasin el Kadı, Muaz Kadı, Usame Kutub, Abdülkerim Çay, Hasan Pehlivan ve Bilal Erdoğan…
Tamamen pozitif
Görüşmenin gecesi, İlker Aycı, Kutub’u arayıp yokluyor:
– Yasin Abi memnun mu?
– Çok memnunuz elhamdülillah.
– İşleri daha hızlı görmek konusunda iyi bir motivasyon oldu inşallah?
– Elhamdülillah. Her açıdan çok güzel oldu.
– Patron’un tepkisi pozitifti inşallah.
– Tamamen pozitif, tamamen pozitif…
Fotoğraftakiler
Şimdi o meşhur fotoğrafa bir kez daha bakalım.
Bosphorus 360 şirketi yöneticilerinin, Etiler Polis Okulu arazisine yapmayı planladıkları proje maketi önünde çektirdiği fotoğrafta kimler vardı:
Yasin el Kadı, Muaz Kadı, Usame Kutub, Abdülkerim Çay, Cengiz Aktürk, Nebil Hâkimi…
Başbakan’la görüşmeye giren, ona sunum yapan kadro…
AKP’nin Susurluk’u
Erdoğan’ın, “Başbakan’ın oğlu iş yapamaz mı” sorusu, etik bir tartışma konusu ama polis fezlekesinde “iş yapmak”tan değil, “Başbakanlık nüfuzunun Başbakan ve oğlu tarafından menfaat temini için kullanılmasından” söz ediliyor zaten…
Cengiz Aktürk’ün, 17 Aralık’a aylar kala, Fatih Saraç’la konuşmasında dile getirdiği tahminle noktalayalım:
“Bu iş, yarın ‘Beyefendi’ye sıkıntı verecek. ‘AKP’nin Susurluk’u’ diyecekler.”
ERDOĞAN-EL KADI GÖRÜŞMESİ
‘Sizin ikâmetle ilgili
çalışma okey inşallah’
Yasin el Kadı Türkiye’ye geldiğinde nerede kalıyordu?
Dünyaca aranan ve Türkiye’ye girişi yasak olan adamın otelde kalması sakıncalıydı. O yüzden otel ayarlanmadı. Takipteki polisler, Türkiye’ye geldiğinde kalabilmesi için El Kadı’ya, Sarıyer’de özel bir villa tahsis edildiğini saptadılar.
Ama böyle devam edemezdi. El Kadı’ya acilen ikamet ayarlanmalıydı. Bu işi de Başbakan’ın Özel Kalem’i üstlendi.
Yasin el Kadı ile Erdoğan arasında 4 Aralık 2012 günü 22.32’de yapılan görüşmenin fezlekedeki kaydında bu konu var.
Görüşmeye Bilal Erdoğan aracılık ve tercümanlık ediyor:
B.E: Selamün aleyküm.
EL KADI: Aleykümesselam ve rahmetullah.
B.E.: Uncle Yasin (Yasin Amca) ben şu an babamla birlikteyim. Sizinle konuşmak istiyor.
EL KADI: Hayırlısı inşallah.
R.T.E.: Selamün aleyküm.
EL KADI: Aleykümselam ve rahmetullahi ve beraketuh.
R.T.E.: Baş göz üstüne.
EL KADI: Elhamdülillah. Selametlesin inşallah.
R.T.E.: Elhamdülillah teşekkür, teşekkür…
EL KADI: Allah selamet versin.
R.T.E.: Ankara’ya gelmişsin.
EL KADI: Evet evet, dün.
R.T.E.: Bilgileri aldım. Yarın herhalde gidiyorsunuz.
EL KADI: İnşallah.
R.T.E.: Tekrar dönüş ne zaman olur inşallah.
EL KADI: İnşallah … Bir aya kadar…
R.T.E.: Galiba Kral hastaneden çıkmış.
EL KADI: Evet, ama hâlâ sağlığı çok iyi değil.
R.T.E.: Ama bugün Hariri’nin burada Telekom’la ilgili olan amca çocuğu Saad yanımdaydı. O, “Durumu iyi” dedi.
EL KADI: Vallahi inşallah ama son iki günde aldığım bilgi o ki, sağlığı çok iyi değildir yani…
R.T.E.: Allah şifalar versin inşallah.
EL KADI: İnşallah
R.T.E.: Bu arada Muaz gelir mi?
EL KADI: Belki Muaz benden önce gelir.
R.T.E.: İnşallah inşallah. Bu tarafa gelirsek seni ararız; sen bu tarafa gelirsen bizi haberdar edersin inşallah.
EL KADI: İnşallah inşallah. Herhangi bir şeyde ben çok hızlı bir şekilde gelebilirim, problem değil.
R.T.E.: Bizim Hasan’dan (Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan) bir talep olmuş; Hasan onunla ilgili çalışmayı yapıyor.
EL KADI: Vallahi ben ne talep ettiğimi unuttum.
B.E.: Sizin ikametinizle alakalı olarak…
EL KADI: Hee okey okey. Evet, evet, evet, evet, tamam.
R.T.E.: Okey inşallah. Allaha emanet ol!
EL KADI: Tamam.
R.T.E.: Ailene selam söyle inşallah.
EL KADI: İnşallah iletirim selamün aleyküm ve rahmetullah.
R.T.E.: Ve aleyküm selam Allah’a emanet ol, selametle…
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: POLİS FEZLEKESİ: BİLAL ERDOĞAN GİZLİ ORTAK
25 Aralık yolsuzluk operasyonunun polis fezlekesi, yer yer komik, ama ciddi okunduğunda trajik sahnelere ve bir komedi dizisinden alındığı izlenimi veren diyaloglara yer veriyor.
Bir yandan da ülkenin nasıl yönetildiğine, rantın nasıl dağıtıldığına, zirvede nasıl iş bitirildiğine dair somut kanıtlar sunuyor.
Ekip işbaşında
Kurnaz bir ekip düşünün şimdi… Polis tabiriyle “örgüt”…
Bir mart gecesi, Beşiktaş’taki bir büroda, masa başında oturmuş, Başbakan’a mektup yazmaya çalışıyorlar.
Aslında onu bir karara yönlendirecekler, ama bunu onu kızdırmadan yapmak zorundalar.
Konu şu:
Şehrin en kıymetli yerinde, 32 dönümlük bir arazi var. Ancak arazinin üzerinde de bir polis okulu kurulu.
Arazinin ranta açılabilmesi için okulun oradan taşınması lazım. O zaman arazinin üzerine AVM ve çok katlı lüks konutlar yapabilecekler. Yani rant çok büyük…
‘Burayı Başbakan bize verdi’
Bizim ekibin üç amacı var:
1. Araziyi ucuza kapatmak.
2. Araziyi ihalesiz kapatmak.
3. Araziye mümkün olduğunca çok kat izni çıkartmak.
Elleri güçlü.
Çünkü ekipte bütün bunlara karar verecek ismin, yani Başbakan’ın oğlu da var. Şirketin başına da “oğul”un Kartal İmam Hatip’ten okul arkadaşını yerleştirmişler. O kadar rahatlar ki, -fezlekeye göre- “örgüt”ten bir işadamı, Belediye’de uluorta“Burayı Başbakan bize verdi” diyebiliyor.
Başka kimler var “örgüt”te:
Körfez sermayesine sahip Arap işadamları…
Onların yerli ortakları…
Ve onlara kolaylık sağlayan bürokratlar…
‘Büyük Patron’a mektup
Arazinin İçişleri Bakanlığı’ndan Belediye’ye devrini halletmişler.
Sıra, projeyi ihaleye çıkaracak kurumun belirlenmesinde:
En güçlü aday, TOKİ…
Ama bizimkiler Belediye’nin konut şirketi KİPTAŞ’ı tercih ediyor, ki ihale kazara başkasına gitmesin.
Bunun için de “Büyük patron”a telkin yapılması lazım.
Ama kim nasıl söyleyecek?
İşte işadamları Cengiz Aktürk ve Usame Kutub ile eski Belediye danışmanı, yeni Yatırım, Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı İlker Aycı’dan oluşan ekip bunu düşünüyor.
Ekipteki Usame Kutub’u tanıtalım:
Amcası Seyid Kutub, Mısır’da Nasır tarafından asıldıktan sonra babası Suudi Arabistan’a yerleşip orada Müslüman Kardeşler’i kurmuştu. Yasin el Kadı da onlara ve İhvan’a sahip çıkan işadamı olarak biliniyor.
Sonunda ekip, Başbakan’a yazmaya karar veriyor.
Aktürk, klavyenin başına geçiyor.
Bir polis aracı ise dışarıda, onları dinliyor.
Başbakan’ın koruması Zeki Bulut’a, “Bekle; bir mektup getireceğiz, elden verirsin” diyorlar.
Ve yazmaya girişiyorlar.
Orada dinlemeye takılan ve sonra da fezlekeye suç kanıtı
olarak konan diyaloglar hem komik, hem ibretlik:
“Beyefendiyi kızdırmamak lazım”
“Bence projeyi kopardık” diye söze giriyor Aycı:
“Alacağın yer, şu anda İstanbul’un en gözde yerlerinden birisi… O yüzden hiçbir açık kapı kalmasın.”
Kutub, “TOKİ istiyorsa, TOKİ ile yapacağımızı yazın” diyor; “Ama bizim naçizane önerimiz; KİPTAŞ ile başladık, onunla devam edelim.”
Sonra bu lafın, muhatabında yaratacağı öfkeden korkuyor:
“Yani o, kiminle çalışmak istiyorsa onunla çalışsın. Sonra kızdırıp proje başkasına gitmesin.”
Allah muhafaza!
İş, iki dudak arasında…
İhale başkasına gidebilir
Başbakan TOKİ’yi seviyor. Onunla iş yapmaya yatkın.
Aycı’nın deyişiyle, “Yarın öbürgün, ‘Ben burayı TOKİ’ye verdim’ (derse iş), TOKİ’den başkasına da gidebilir.”
Yani: İhale elden kaçabilir. O yüzden TOKİ’yi istemiyormuş gibi yapmadan, KİPTAŞ’ı pazarlamalı…
‘Yine kızacak’
Kutub, “TOKİ sorunlu oluyor” ifadesinin eklenmesini istiyor.
Aycı karşı çıkıyor:
“TOKİ’yi kötülemememiz lazım. Çünkü hemen buradan şunu çıkarır: ‘Milyon konut yaptık, sen hâlâ TOKİ’yi beğenmiyor musun?’ Tek KİPTAŞ dersen de KİPTAŞ’ı benim istediğimi düşünür. O zaman yine kızacak, ‘Benim işime karışıyor’diyecek.”
O halde cümle şöyle kurulmalı:
“Zat-ı aliniz eğer TOKİ diye uygun görürlerse…”
Ufff! Bu da olmadı. Aycı yeniden kuruyor cümleyi:
“Zat-ı aliniz başka bir yol bulursa, o şekilde de projeyi yapmaya başlarız.”
Aktürk, yazmaya çalışıyor:
“Zat-ı a-li-niz uy-gun gö-rür-se…”
“Zat-ı alinizin buyruğu”
Aycı bunu da düzeltiyor. Ama yağlandıkça düşüyor
cümleler:
“Zat-ı alinizin buyurduğu şekilde ilerleyeceğimize uymak zorunda olduğumuzu…”
Aktürk:
“Uymak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Aslında bunu ilk söyleyebiliriz.”
Aycı diğer pohpohlama seçeneklerini sıralıyor:
“Öyle de yapabilirsiniz, ancak ‘Takdir Zat-ı alinizindir. Sizin buyurduğunuzu…’
veya ‘Zat-ı alinizin takdir ettiği şekilde hitap etmek üzere talimatınızı bekliyoruz’
veya ‘Ancak Zat-ı aliniz nasıl uygun görürse o şekilde ilerlemek üzere talimatınızı bekliyoruz.’
veya ‘Talimatınızı veya takdirlerinizi bekliyoruz’…”
Sonra bunun manasını şöyle özetliyor:
“Bizde ekip hazır. Her şey hazır. Sen ne diyorsan o şekilde ilerliyoruz.”
“Bilal’e yıkalım”
Aktürk diyor ki:
“…‘İlker kardeşim bizi KİPTAŞ’a yönlendirdi’ diyelim.”
Aycı’nın aklına yatıyor:
“Konuyu benimle paylaştığınızı yazın.”
Aktürk aynen tuşluyor:
“Konuyu İlker’le paylaştım.”
Aycı düzeltiyor:
“Sizin yönlendirmenizle konuyu İlker’le paylaştım.”
Ve ekliyor:
“…‘Nerden çıktı İlker’ demesin.”
O sırada Kutub’un aklına bir cinlik geliyor:
“O zaman KİPTAŞ’ı isteyen Bilal olsun.”
Öyle ya, kızamaz oğluna; öyle sanıyorlar.
Aktürk, “Tamam, çok güzel” diye seviniyor bu formüle…
Ve şöyle tamamlıyor:
“Burayı bitirelim abi: ‘Yüzde 50 biz, yüzde 50 Körfez sermayesi… Ayrıca Yasin (El Kadı) bey projeye katılacaktır. Tasvip ediyor musunuz ya da başka bir talimatınız var mı?’…”
Kutub noktalıyor:
“Yaz: Sayın Başbakanımızın emrine…”
‘Abi ne derse o…’
2012 yılı, 13 Eylül gecesi…
Saat 23.20
Cengiz Aktürk ile Usame Kutub telefonda konuşuyorlar.
Konu aynı:
Etiler Polis Okulu arazisi…
Para nasıl paylaşılacak meselesi tartışılıyor artık…
Aktürk, Kutub’a “O işi netleştir kafanda” diyor.
Kutub, ilginç bir karşılık veriyor:
“ ‘Abi’ nasıl istiyorsa öyle olacak sonunda…”
Aktürk şaşırıyor:
“Kim nasıl istiyorsa?”
Kutub temkinli:
“- Ya bizim şey yani…”
“- Nasıl abi? Kim nasıl istiyorsa öyle olacak?”
“- Ya tek kişi, başka kimse yok ki zaten. Mühim olan o… İşi veren razı olsun da, ondan sonra nasıl istiyorsa öyle olacak. Anladın mı ben ne söylüyorum? Neyse gelince konuşuruz.”
“- Tamam, gelince konuşuruz, bunlar telefonda olmaz.”
‘Arkadaş’ın babası mı?
Aktürk telefonu kapatıyor, ama içi rahat etmiyor. Düşündükçe tedirgin oluyor. Geceyarısı yeniden Kutub’u arıyor:
“- Bir şey diycem: Sen o işle ilgili, ‘Abi karar verecek’ dedin. Neye Abi karar verecek?”
Kutub ürküyor, ‘Abi’ lafının telefonda vurgulanmasından:
“- Ya ben ‘Abi’ demedim.
“- Dedin ya; ‘Abi karar verecek’ diye…
“- Yani işte, anla yani…”
Sonunda Aktürk açık konuşuyor:
“- ‘Arkadaş’ın babası mı?”
“- Ya ben dedim; o ne kabul ederse o olacak.”
“- Olur mu ya! Biz bir şirketiz. Bir iş alıyoruz. O şirketin şeklini, hukukunu oluşturmuşuz.”
“- Tamam da… Ama yani bu, çok özel bir durum. Sonunda konuşacağız, söyleyeceğiz. Ona göre şey yapacağız.”
‘Konu mankeni miyiz?’
“- Ekstra bir talebi olur, o söylenir. Ama neticede ne diyebilir, ne olabilir?
“- Bilmem yani… ‘İşte yüzde falan yabancı körfezi olsun, yüzde 90’ını, 50’sini falan alın, işte falan grubu içeri alın-almayın’ falan… Sonra da kendileri söyleyecek.”
“Atıyorum, ‘Yüzde 90’ını dışarı verin. Yüzde 10’u sizin olsun’ dedi mesela?”
“- Tamam. E n’olur?”
“- Öyle şey olur mu Usame!”
“- Olur, niye olmasın ya? Senin aklına takılan nokta nedir?”
“- Ben ne istismar edilmek, ne kullanılmak istiyorum. Birilerinin tavassutu var diye, böyle lütufmuş gibi oluşmasını istemem. (..) Yüzde 25 konuştuk. ‘Yüzde 25’ini dışarı satarsak biz burayı yaparız’ dedik.”
“- Diyelim ki yarın gelip, ‘Yok hayır. Bunun yüzde 30’unu alırsınız, yüzde 70’i böyle veriliyor’ dedi. Hayır mı diyecen?
“- Öyle bir şey demez o… Niye desin ki?
“- Sorumun cevabını ver: Herhangi bir şey derse, ‘Hayır’ mı diyeceğiz?”
“- Hayır demeyiz, ama ‘Biz böyle düşünüyoruz’ diyeceğiz.”
“- Ama burada unutmamamız gereken bir şey var: O bize daha önce söylemiş olmasaydı, bu iş zaten olmuyor.”
“Kimin ne alacağına
‘Baba’ karar veriyor”
Bu diyalog, polis fezlekesinde şöyle yorumlanıyor:
“Bu görüşmede ‘Arkadaşın babası’ olarak tabir edilen kişinin, örgüt yönetici ve üyelerinden kimin ne alacağına karar vereceği ve aynı zamanda bu işi de onun verdiği, Etiler projesiyle ilgili finansman ve hasılat paylaşımı gibi konularda onun nihai karar verici olduğu, N. Bilal Erdoğan’ın da şirkete gizli ortak olduğu anlaşılmıştır.”
CENGİZ AKTÜRK:“Şirket, ‘Şey’in onayıyla kuruldu”
“Örgüt” diye soruşturulan “Bosphorus 360” şirketi nedir?
İşadamı Cengiz Aktürk’ün dinlemeye takılan bir telefon görüşmesindeki tarifiyle özetleyelim: (Büyük harf vurguları, polise ait):
“Şimdi Reis, kısaca ben sana özetliyim:
Biz Bosphorus 360 diye bir şirket kurduk. Bosphorus360 ne yapar? Yurtdışından yabancı yatırımcılara danışmanlık yapar. Bu şirketin %75 i Rabia’ya, %25’i de bana ait…
EMANETÇİ ÜÇ TANE ORTAĞIMIN (hisseleri) RABİA’DA..
BİRİSİ BU USAME KUTUB… Suudlu Mekke’de yaşıyor. BEYEFENDİ’NİN, TAYYİP BEY’İN ÇOK ÖNEM VERDİĞİ, SEVDİĞİ, SÜREKLİ GÖRÜŞTÜĞÜ BİR AİLE…
DİĞERİ, BU BİM’LERİN SAHİBİ VAR; TOPBAŞ’IN ORTAĞI YASİN EL KADI’NIN OĞLU MUAZ…
İŞTE Bİ TANE DE VAR YİNE BİRİSİ VAR…
BUNLARIN ÜÇÜ DE NORMALDE ŞİRKETİN ORTAĞI, AMA DEĞİL, YANİ TABİ BUNA BİZİ ŞEYİN, (BİRAZ DA TELEFONDA ŞEY KONUŞUYORUM) OLURUYLA ONAYIYLA KURULDU.
ONDAN SONRA VE ŞEYİN İMAM HATİP’TEN ARKADAŞI DA GENEL MÜDÜR OLDU. O DA ORDAN AYRILDI. YANİ BAŞBAKANLIK’TAN YÖNLENDİRDİ. ANLADIN?
“Böyle bir oluşum yaptık. Şu an görüşüyoruz. Muhtemelen de yakın zamanda bir başlangıç yapçaz Allah nasip ederse… Önümüzdeki hafta muhtemelen bir görüşmeye gidicez, çağıracaklar.”
SONRA NE OLDU
Erdoğan: ‘Bizzat ben takip edeceğim’
Nisan 2012’de Etiler Polis Okulu arazisi KİPTAŞ’a verildi.
Yine dinleme kayıtlarına göre KİPTAŞ Genel Müdürü, “kendi tarzıyla, hızla risk alıp sağdan soldan teklif alıp altına girip işi bitirdi.” Başbakan’ın oğlunun da gizli ortak olduğu Bosphorus 360 şirketinin araziyi istediği fiyattan alabilmesi için ihaleye katılacak şirketleri ve verilecek teklifleri önceden belirledi.
Milyar dolar değer biçilen arazi, 430 milyon liraya önceden belirlenen şirkete verilecek şekilde değerlendirildi.
Yasal engel nasıl aşıldı?
Mart 2013’te, Usame Kutub’un Başbakan Erdoğan’la telefon konuşması dinlemeye takıldı. Erdoğan o konuşmada, “Sizin orayla ilgili Kadir (Topbaş) Bey’le görüştüm. Bizzat ben takip edeceğim” dedi.
Kanunen arazinin ihaleye açılması şarttı.
Ama ihalesiz verilebilmesi için bir yol bulundu.
Zemini sağlam arazi, “Deprem riski taşıyan alan” sayıldı.
Riskli alanlarda Dönüşüm Yasası devreye giriyor, Boğaziçi Koruma Yasası devre dışı kalıyor, arazi üzerinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı sınırsız yetki sahibi oluyordu.
Karar, Bakan Erdoğan Bayraktar tarafından Bakanlar Kurulu’na getirildi. 2 Temmuz 2013’te imzadan çıkarıldı.
Bakanlık, 32 bin metrekarelik araziye 3 emsal inşaat izni verdi. İnşaat hakkı 100 bin metrekareye çıkarıldı.
Yükseklik serbest bırakıldı.
Rant göğe yükseldi.
Kutlama fotoğrafı
Bosphorus 360 şirketinin yöneticileri, Yasin el Kadı, oğlu Muaz Kadı, Usame Kutub ve diğerleri, daha ihale açılmadan arazi üzerine (“Beyaz Türkler için”) yapacakları AVM, rezidans, otel ve mağazaların proje ve maketlerini tamamlamış, Başbakan’a sunum yapmış, Albaraka’dan fon ayarlamış ve Boğaz manzarasında hatıra fotoğrafları çektirmişlerdi bile…
ERDOĞAN BAYRAKTAR: ‘Bizi asarlar!’
Bitmedi.
Etiler’den Çatalca’ya sürülen Polis Okulu’nun 400 bin metrekarelik yeni arazisinden de rant kokusu geliyordu.
Ve onun için de bir imar oyunu gerekiyordu.
Telefonu polisçe dinlenen KİPTAŞ Genel Müdürü İsmet Yıldırım, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ı aradı:
“Abi” dedi, “Şu bizim Çatalca meselesi vardı ya…”
“Evet?”
“Bunlar diyorlar ki, ‘Bu Çatalca’daki yeri de rezerv alanı ilan etsek’…”
Bayraktar’ın orada sabrı taştı:
“Olur mu öyle şey ya” diye gürledi:
“Ben neye istinaden yapacağım orayı rezerv alanı İsmetçim ya; neye istinaden? Etiler’de maksimum 1 emsallik yere 3 emsal verdik. Ne kadar pis iş varsa bize yaptırmaya çalışıyorlar. Bu işlerin hesabını sonra kim verecek? Bizi asarlar!”
“Başbakan’ın talimatıyla yaptık”
Bu bölümü, son bir hatırlatmayla bitirelim.
17 Aralık’ta Başbakan’ın “Beni rahatlatacak bir deklarasyon yap” diye önüne koyduğu istifa mektubunu imzalamayan Bayraktar, NTV’den arandığında arabasını kenara çekip canlı yayında ne demişti:
“Soruşturma dosyasında varolan ve onaylanan imar planlarının büyük bölümü Sayın Başbakan’ın talimatıyla yapıldı. Bu milleti ve vatanı rahatlatmak için Başbakan’ın istifa etmesi gerekir.”
O Başbakan, şimdi o millet ve vatana Cumhurbaşkanı olmaya hazırlanıyor.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: VİLLALARA UZANAN BEŞ TELEFON
Başbakan’ın İzmir’in Urla ilçesinde yaptırdığı villalar, 25 Aralık fezlekesinin önemli bölümlerinden birini oluşturuyor.
Ama bunun yanı sıra, Erdoğan’ın hukuku hiçe sayarak iş bitirme yöntemine ilişkin de somut bir örnek teşkil ediyor.
Devletin, bürokrasiden akademiye, yerel yönetimden burjuvaziye, kısaca baştan ayağa kadar nasıl çürüdüğünü, mevzuat delinerek, rüşvet verilerek, bürokratlar değiştirilerek, hocalar satın alınarak nasıl iş yürütüldüğünü görmek istiyorsanız, Urla tutanaklarına bakın:
Kaçak inşaat
Muhtemelen fikir, “Erdoğan’a en yakın işadamı” diye bilinen Mustafa Latif Topbaş’tan çıktı.
Urla’da bir araziye villa yaptırıp tatilde komşu olacaklardı.
8 villa için planlar hazırlanmış, Erdoğan ailesi planlar üzerinde çalışmış, binaların kabası tamamlanmıştı.
Ancak arazi, 1. derece sit alanıydı. İçinde arkeolojik kalıntılar vardı. Yapılaşma yasaktı. Kaçak başlayan inşaat için bir kez yıkım kararı da çıkmıştı.
İlk telefon valiye
31 Aralık 2012 günü İzmir 4. İdare Mahkemesi, kaçak villalar için yeniden yıkım kararı verdi. İzmir Valisi Cahit Kıraç da villaları yıktırmak için harekete geçti.
Mahkemenin kararından 5 gün sonra, 5 Ocak 2013 günü saat 16.47’de Latif Topbaş, Başbakan’ı aradı ve “Şu İzmir Valisi’ne telefon açtırsan” dedi:
“Bizim oraları yıkmak mıkmak filan diye bir şeyler yapıyor adam…”
Erdoğan, “Evlerle ilgili mi” diye sorunca da durumu şöyle özetledi:
“Biz onu 1. dereceden, 3. dereceye çevirmek için müracaat ettik. 3. dereceye çıkarsa zaten her şey halloluyor. Birisinden bir haber atarsınız inşallah.”
Bu görüşmeden 4 ay sonra Vali Cahit Kıraç görevden alındı.
İkinci telefon Çevre Bakanı’na
Vali çekilince iş hızlandı; sıvalar tamamlandı. Villalar, 2014 yazına hazır olacaktı. Ama bu kez de yeni atanan ve bu nedenle de -telefonda geçen tabirle- “konuya korkak yaklaşan”, “konunun vahametini anlayamayan” Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Fethi Şahinoğlu sorun çıkarttı.
13 Eylül 2013’te Topbaş, yeniden Başbakan’ı aradı:
Başbakan, Ankara’da Hafız Rıza Çöllüoğlu’nun cenazesindeydi. Telefonda, “Rıza Hocamızın şeyini yapacağız inşallah” dedi.
Ama iş beklemezdi. Topbaş aynen şöyle dedi:
“Allah rahmet abi, bu Çevre ve Şehircilik Bakanı var, Erdoğan Bey…”
“Evet.”
“Abi, ona bir şey iletilirse çok iyi olur. Burada Çevrecilik İl Müdürü için buna bir ihtiyacımız var bizim. Erdoğan Bey’e bir söylerseniz çok iyi olur.”
“Tamam, tamam.”
Bu görüşmeden 5 ay sonra il müdürü Fethi Şahinoğlu görevden alındı.
ÜÇÜNCÜ TELEFON BİLİRKİŞİYE
‘130 bin liraya 6 hoca’
Başbakan ikide bir Topbaş’ı arayıp, “Niye bu kadar uzadı” diye soruyordu. Acele edilmeliydi. Vali’den sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın da devreye girmesiyle devlet, villalar için seferber oldu.
Urla Kaymakamı Şeyhmus Günaydın, Bakanlığın Urla’daki il müdürüne gitti. Müdür, “İki yol var” dedi:
“Ya yönetmeliği değiştirin ya bilirkişi raporu getirin.”
Bunun üzerine kaymakam, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü Osman İyimaya’yı aradı. İyimaya, “Yönetmelik değişirse bu, bütün sit alanlarını kapsar, herkes yararlanır. Ben raporu, buradaki tanıdık hocalardan temin ederim” dedi.
Bu konuşmadan sonra Topbaş adına Urla dosyasını takip eden Oğuzhan Boyacı, Topbaş’ı aradı ve durumu izah etti:
“Bunun yalnız bir eee… Hocalara verilen bir boyutu oluyormuş… Para olarak… Maddi…”
Yani bilirkişiye rüşvet vermek gerekecekti.
Topbaş rakamı sormadı bile:
“Hiç fark etmez, tamamdır” dedi.
1 ay sonra bilirkişi raporları hazırdı.
Boyacı, Topbaş’ı arayıp müjdeyi verdi:
“Mustafa Amca, hocamız aradı. Raporumuz hazırmış.”
“Tamam.”
“Sonra ödemeyi sordu. 5 kişilermiş. Bir de kendisi 6… ‘Biz diğer hocalarımız için 20’şer bin lira, sizin için de 30 bin lira belirledik. Uygun mu’ dedim, ‘Uygun’ dedi.”
“Tamam.”
“Yani 130 lira yapıyor.”
“Tamam.”
“‘Yalnız bunu benim banka hesabına yatırmayalım. Kayıtta gözükmesin’ dedi.”
“Tamam.”
Tapu Topbaş’ın üzerine
Bilirkişi raporu geldi. Normalde İzmir’de toplanan sit kurulu, karar hızlı çıkabilsin diye, Urla Kaymakamlığı’nda toplandı. Kararı alıp “Hayırlı olsun” dediler.
Böylece arazi, 3. derece sit alanına çevrilmiş, imara uygun hale getirilmiş oldu. Tapu da Topbaş’ın üzerine kaydedildi.
Rapora imza atan hocalar şunlardı:
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Naime Arslan, Prof. Dr. Atila Ocak, Yardımcı Doç. Dr. Ünal Özelmas, Mersin Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden Dr. Mehmet Ali Kurt ile peyzaj mimarı Kaan Orhanoğlu…
DÖRDÜNCÜ TELEFON ŞİMŞEK’E
‘Reis’in adamları’ Maliye’de
Sit değişikliği olduktan sonra Urla’da işleri takip eden Oğuzhan Boyacı, 29 Kasım 2013’te yeniden Topbaş’ı aradı.
“Mustafa Amca” dedi, “Sizin evlerin olduğu yerde ve yukarıda su deposunun orada iki parselimiz var. Bizim SİT değişikliğinden sonra bunları satın alma hakkımız doğuyormuş.”
“Eee…”
“Kaymakam Bey diyor ki, ‘Bizim evrak Kurul’dan çıkınca, Ankara’ya götürelim. Gitmişken Maliye Bakanı’na uğrayıp bu iki Hazine parselini bizim alacağımızı söyleyelim ki oradaki işlemlerimiz hızlı gitsin’.”
“Çok iyi olur.”
“Yalnız diyorlar ki, ‘Kıyıya 5 bin metreden yakın olan yerlerde ihaleye çıkma durumu oluyormuş Hazine parsellerinin…’”
“Tamam…”
“Şimdi ihaleye çıkarsa bu sefer fiyat artabilir, sıkıntı olur diye Kaymakam Bey dedi ki, -Maliye Bakanı zaten onun hemşerisi ya…” (Bilgi notu: Urla Kaymakamı Şeyhmus Günaydın da Bakan Mehmet Şimşek gibi Batmanlı.)
“Hıı..”
“Bize ondan randevu alırsa, bu işi şansa bırakmayalım; bu iki Hazine arazisini Maliye Bakanı ile görüşelim, ihaleye, askıya çıkmadan, kimse duymadan bu iki parseli alalım.”
“Tamam. Olur.”
“Siz Maliye Bakanı’ndan randevu alırsanız hemen gidip halledeceğiz inşallah…”
“İnşallah, inşallah. Peki.”
Topbaş, hemen Başbakan’ı aradı.
“Bizimkiler Ankara’ya gidiyorlar. Bir randevu alabilirsek Maliye Bakanlığı’na uğrayacaklar Allah izin verirse…” dedi.
“Hayırlısı inşallah” cevabını verdi Erdoğan…
Randevu işi kolaydı.
Topbaş, Başbakan’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ı aradı. Dedi ki:
“Senden bir ricam var: Bizim İzmir’deki ev var ya… Oranın bir şeyi var da… Urla Kaymakamı’yla bizim bir arkadaş Ankara’ya gelecek. Maliye Bakanı’ylan bir görüşmeleri lazım. Bir randevu alabilir misin yav?..”
“Müsteşarı Naci Ağbal da çözer yani…”
“Tamam. Bizim Reis ikisini de tanıyor onların yakinen…”
“Tamam peki…”
İmzalatıp Başbakan’a…
İstenen randevu alındı.
Devletin Kaymakamı Günaydın ile Topbaş’ın adamı Boyacı, Ankara’da dosyayı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürü Osman İyimaya’ya teslim ettiler.
Boyacı, çıkışta Topbaş’ı aradı:
“Dosyayı İyimaya’ya teslim ettim. O bugün öğleden sonra Bakan’la görüşecekmiş. ‘Direkt imzalatıp Başbakan’a ulaştıracağım ben’ dedi.”
“Tamam.”
“Şimdi grup toplantısına geldim. Beyefendi ile çıkışta görüşebilirsem, bir selam verecem ona; ondan Maliye Bakanı’nın yanına geçecem.”
“Peki. Hadi bakalım, güle güle…”
Bu görüşmeden 6 ay sonra, Urla Kaymakamı Şeyhmus Günaydın terfi ettirildi ve Kastamonu’ya vali olarak atandı.
BEŞİNCİ TELEFON ÖMER ÇELİK’E:
Mozaikler nasıl kaldırıldı?
Bitmedi.
Bu kez de arazideki mozaikler ve arkeolojik buluntular sorun oldu.
Onun için de Kültür Bakanı Ömer Çelik arandı.
“Mozaikleri oradan kaldırması” rica edildi.
Topbaş, sonucu öğrenmek üzere Bakan Çelik’i aradı. Aralarında şu konuşma geçti:
Duvarlar problem oldu
Ömer Çelik: “Şimdi abi, genel müdürden bilgi aldım. Sizin oradaki mozaikleri kaldırıyorlar.”
M.Latif Topbaş: “Tamam.”
“Fakat başka bir problem var: oradaki duvarlar…”
“Hı hı…”
“Birinci dereceden arkeolojik sit alanı…”
“Evet.”
“Bunu sit’ten çıkartmanın imkânı yok.”
“Hımm…”
“Yani orda korunması gerekiyor bunun…”
“Evet?”
“Dolayısıyla diyorlar, ‘Orda bir proje yapılacağı zaman bunları koruyacak şekilde bir proje yapılması lazım’.”
“Evet.”
“Bunlar yıkılmadan, şey olmadan diye onları ki niye 1. dereceden arkeolojik sit’e giriyormuş.”
“Evet.”
“Dedim, ‘Siz o zaman bir şey önerin; nasıl bir proje olacağı konusunda yardımcı olun, öneri bulun’ diye…”
“He he…
“‘Biz ona hazırız, ama…’ dediler, ‘… biraz şey… işte hani… maliyet artırır bu işler…”
“Evet.”
‘E biz nasıl bina yapıcaz?’
“‘Mozaikle problem yok, onu taşıyoruz’ dediler, ama duvarlarla ilgili böyle bir problem var.
“Ee? Duvarlar şimdi orda durunca, duvarın üstüne biz nasıl bina yapacaz?”
“Tabi ben şimdi tabloyu bilmiyorum, gözümün önüne gelmiyor tablo… Mesela bazı yerde şey duruyor nedir o, diyelim ki sütunla yükseltiliyor orası, altta kalıyor zemin, yukarda kalıyor orası, cam kalıyor o şekilde… Mesela bu bazı otellerde var.”
“Hı hı…”
‘Kaldırın dedim, kaldırıyorlar’
“‘Arkeolojik sit alanı’ diyorlar. Yani ‘Mozaikleri kaldırın’ dedim, kaldırıyorlar.”
“Abi, mozaikler orda mühim de; o duvarlar hiç mühim değil… Yani ‘Oranın bana resimlerini getir’ dediler; eskiden yapılmış, dökülmüş duvarlar… Yani zaten toprağın altında duvarlar… Biz çıkardık onları…”
“İşte, teknik şeyini bilmiyorum. 1. derece arkeolojik sit alanı olunca dokunamıyorlardır.”
“Tamam abi, o zaman bir yol varsa devlet bizim… Kâr da istemiyoruz; orayı biz satın aldık üç sene evvel…”
“Tamam. Ben bir bakayım abi ona da; onu nasıl yapacaklar konuşup tekrar bilgi vereyim.”
“Allah razı olsun. Sağ olasın abi. Çok teşekkür ederim.”
“Sizden de… Sağol. Saygılar.”
Villalardan son haber
Villalardan son haberi 2 hafta önce Sözcü gazetesi verdi.
İnce inşaat da bitmiş, villanın önüne özel ağaçlar dikilmiş, tekneler için iskele, helikopter için pist yapılmış, erkekler havuzu tahta perdeyle, kadınlar plajı branda ile kapatılmış, villalar, Başbakan (Cumhurbaşkanı?) için hazır hale getirilmişti.
BEŞİNCİ BÖLÜM: TAK TAK ÇUVALLA GELİR İNŞALLAH
Bilal Erdoğan’ın TÜRGEV’in yurtlarıyla ilgili talimatlar verdiği ses kaydı açıklanınca Milli Eğitim Bakanı, ‘TÜRGEV mi? TÜRGEV nedir’ diye sordu.
Bakan Bey’e yardımcı olalım ve polisin 25 Aralık yolsuzluk dosyasından TÜRGEV faslını açalım.
31 Mayıs 2013…
Başbakan, o akşam 18.30’da, Kartal’da TÜRGEV’in Hayriye Cemal Gülbaran Kız Yurdu’nu açacak.
İstanbul, olağanüstü bir gün yaşıyor. Gezi Direnişi patlamış, Taksim savaş alanına dönmüş. Yüzlerce yaralı var.
Vakıf kendisinin
“Oğlunun vakfı” mı?
Polise göre tersine; “Bilal, babası adına hareket ediyor.”
İşin aslını öğrenmek için, 31 Mayıs akşamı, Vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Ergün’le Cemil Öztürk arasındaki telefon konuşmasının polis fezlekesine geçen bölümüne göz atalım:
Ergün, Başbakan’ın en yakınlarından biri… 2000’lerin başından beri vakıfta…
Diyor ki:
“Şimdi öğrencileri çağıracak, onlarla konuşacak, şakalaşacak, sever öyle işleri… E vakıf kendisinin, yurt kendisinin, öğrenciler kendisinin…”
Kamuoyu öyle bilmiyor ama… Vakfın başında Ergün görünüyor. O da gülüyor buna:
“Ben formaliteyim babam ya… Gözünü seveyim; ben konu mankeniyim. Mal sahibi geliyor, mal sahibi…”
Ne ki TÜRGEV?
Aslında öyle…
R. Tayyip Erdoğan bu vakfı, İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde, 1996’da kurdurdu. O zamanki adı, İstanbul Eğitim ve Gençliğe Hizmet Vakfı (İSEGEV) idi.
Belediyeden ihale alan firmalardan vakıflar için (yüzde 10 civarında) bağış (ya da komisyon) isteme âdeti o zaman başlamıştı. Cengiz İnşaat, Yüksel İnşaat gibi adlarını bugün sıkça duyduğumuz şirketler, “en yardımseverler” arasındaydı.
Erdoğan iktidar olunca bu faaliyetin boyutu, yerel düzeyden ulusal düzeye çıkarıldı.
Söz konusu “yardım şirketleri”, metro, otoyol, baraj ihaleleri ile büyüdü. Yaptıkları bağışlarla da vakfı büyüttüler.
2012’de vakfın adı Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı’na (TÜRGEV) çevrildi.
Yönetime, Başbakan’ın oğlu, kızı, eniştesi, kızının eltisi, damadının abisi, oğlunun kayınvalidesi girdi.
5 bin lira ile kurulan ve Bakanlar Kurulu kararıyla vergiden muaf olan TÜRGEV, kısa zamanda 100 milyonlarca dolarlık varlığa kavuştu.
İhalelerle baskı yapıldı
Nasıl oldu bu büyüme?
Polis fezlekesindeki cevap şu:
“Kamu nüfuzu kullanılarak, vakfa bağış adı altında ödemeler yaptırıldı. Yapılan ödemeler karşılığında da kamu görevlerine talimatlar verilerek, ödemeyi yapan şahısların kamu kurumlarında ihtiyaç duyduğu izin, belge vs. işlemleri yapıldı.
“Menfaatlerine uygun Hazine arazisi bulduklarında arazi devri yaptılar. Bulamadıkları bölgelerde, siyasi nüfuzlarını ve kamu ihalelerini baskı aracı olarak kullanarak devletten ihaleyle iş alan büyük şirketlere arazi satın aldırdılar ve vakfa bağış yaptırdılar.”
Hatırlatalım:
Rıza Sarraf da “Bilal Erdoğan’ın bilgisi dahilinde”
TÜRGEV’e bağış yapanlardan…
Meşhur “Alo Fatih” Saraç, 1 milyon lira yatırırken Bilal Erdoğan’ın “Bu zekat mı, öbür türlü mü” sorusu dinlemeye takılmıştı. Polis de bu sorudan, rüşvet paralarının ayrı hesapta toplandığı sonucunu çıkarmıştı.
Nisan 2012’de Suudi Kralı Abdullah, Vakfa 100 milyon dolar bağışlamıştı.
Sevda Tepesi’ne Kral için imar izni ne zaman çıktı?
Haziran 2012’de…
AĞAOĞLU’NUN HİBESİ
‘Tak tak tak… Çuvalla inşallah!’
Prensip şu:
“Yap bağışı, kap satışı.”
Şimdi aşağıdaki konuşmayı, bu prensip çerçevesinde dinleyelim:
Tarih; 24 Nisan 2013…
Bosphorus 360’ın Genel Müdürü Cengiz Aktürk ile Başbakan’ın eski danışmanı Abdülkerim Çay konuşuyor.
Çay, önemli bir haber için arıyor, “Kesinlikle kimseye söyleme, Usama’ya, Muaz’a, kimseye” diyor.
Ve bomba haberi veriyor:
“Ali Ağaoğlu ne yapmış, biliyor musun abi?”
“Ne?”
“Küçükbakkalköy’de 20 dönümlük arazisini hibe etmiş.”
“Nereye?”
“Şeye… Neyse işte, anladın sen…”
“Heee… Öyle mi?”
‘Kardeşim, sen burayı bırak’
Çay diyor ki:
“Arazinin değeri yaklaşık 100 milyon dolar. Ama nasıl olmuş biliyor musun? Adama demişler ki, ‘Kardeşim, sen burayı bırak’. Adam yutkunmuş. Sonra demiş ki, ‘Siz dedikten sonra tabii ne demek.’ Yalnız bunu baba değil, oğul söylemiş. Anladın mı abi?”
“He…”
“Adam yutkunmuş, oğul ‘Bırak’ demiş.
“He…”
“O da yutkunmuş, ‘Tamam’ demiş.”
“Bizimkiler böyle mırın kırın yapıyor, ama elin adamı küt diye şeyini cebine atıyor.”
“Ben bile öyle adama can veririm, öyle mi?”
“Adam tüccar abi, adam tüccar…”
“Aynen.”
‘Veririm ama işim olduğunda…’
“Adam diyor ki, ‘Ya ben bunu veririm ama ondan sonra bir işim olduğunda ikiletmez kimse’ diyor.”
“Doğru, ama biz de alırız abi, rakam neyse o abi…”
“Tabii, tabii…”
“Serdar biliyor değil mi?”
“Serdar’a söyledim, ‘Sen bunu al bir güzel patronuna pazarla’ dedim.
“Güzel ya… Bir düşürelim vallahi artık…”
‘Çuvalla inşallah!’
“Valla abi ben de onu diyorum. Lan konuşuyoruz, konuşuyoruz, rakamlar havada uçuşuyor…”
“Vallahi ya…”
“Hay ebesini…”
“Ben inanıyorum; bu Trend, mırend işi bir yerden patladığı zaman var ya… Tak tak tak tak tak… Yani çuvalla inşallah…”
‘İnşallah, elhamdülillah’
Bir ay sonra Vakfın Başkanı Bilal Erdoğan’ın Ahmet Ergün’e verdiği talimat takıldı dinlemeye:
“Bu Ali Ağaoğlu’nun bize bağışlayacağı araziyi takip etmemiz gerekiyor. Onu sen yap.”
“Tamam.”
“Altunizade’ninkinin tapusunu aldık.”
“Öyle mi, tamam elhamdülillah.”
“Şimdi Ali Ağaoğlu’nunkini de alalım inşallah.”
Yolsuzluklara Bilal neden oldu
Polis fezlekesinin bu pazarlığa ilişkin yorumu şu:
“Ali Ağaoğlu’nun TÜRGEV’e Bilal Erdoğan’ın talimatıyla 20 dönüm arazi hibe ettiği, Ağaoğlu’nun bağış adı altında arazi hibe etmesi karşılığı, Bilal Erdoğan’ın yardımları ile Maslak 1453 projesindeki sıkıntıların görmezden gelindiği anlaşılmıştır.”
“TÜRGEV’e bağış adı altında ödeme yapan Ali Ağaoğlu’nun da ‘Bunu veririm ama ondan sonra bir işim olduğunda ikiletmez kimse’ düşüncesi ile hareket ettiği anlaşılmıştır. Vakfa bağış yapan kişi ve şirketlere, kamu ile ilişkilerinde usulsüz olarak menfaat vaadinde bulunulduğu ve yolsuzluklara Bilal Erdoğan’ın neden olduğu anlaşılmıştır.”
Kilitlenen projeye anahtar
Hatırlatalım:
TMMOB, Ağaoğlu Grubu’na ait Maslak 1453 projesinin iptali için dava açmıştı.
27 Şubat 2013’te mahkeme, imar planının, şehircilik ilkelerine uygun olmadığı gerekçesiyle projeyi durdurdu.
Yukarıdaki konuşma ne zaman yapıldı?
Durdurma kararından 2 ay sonra…
TARAFLAR NE DEMİŞTİ:
‘İspatlasınlar amelelik yapayım’
Başbakan Erdoğan, suçlamalar konusunda,“TÜRGEV’den dolaşıp bana gelmek istiyorlar. Buralardan beni vurmaya kalkarlarsa avuçlarını yalarlar. Bunu bildikleri için etraftaki arkadaşlara saldırıyorlar” demişti.
“Etraftaki arkadaş”lardan Bilal Erdoğan, 5 Şubat’ta üç savcıya hakkındaki iddialarla ilgili ifade verdi. O sorguda TÜRGEV’le ilgili suçlamalar ve Ali Ağaoğlu’nun arazi bağışı konusu da soruldu. Bilal Erdoğan iddiaları yalanladı; konuyu ortaya çıkaran telefon konuşmasının üçüncü kişiler arasında geçtiğini söyleyerek “Haberim yok” dedi.
Ali Ağaoğlu ise şu açıklamayı yaptı:
“Ben kimseye tapu vermedim. Verdiğimi ispatlasınlar, tüm malvarlığımı bırakıp inşaatlarda amele olarak çalışmaya hazırım.”
CEMAL BEY’İN DİRENİŞİ
Şehzade tehdidi
Şimdi kendinizi bir arsa sahibi olarak düşünün.
Diyelim kıymetli bir bölgede, dededen kalma bir arsanız ve o arsa için planlarınız var.
Bir gün hatırlı bir yerden telefon geliyor ve arsanızı satmanız isteniyor.
“Ne münasebet” diyorsunuz, ama buranın Türkiye olduğunu unutuyorsunuz.
Şehzadebaşı direnişi
25 Aralık polis fezlekesinden öğreniyoruz ki, aynen yaşanmış bunlar…
2013 yılı Ocak ayında TÜRGEV, Şehzadebaşı’nda bir arazi üzerinde otel projesi hazırlamış. Araziye bitişik 400 metrekarelik arsaya da göz dikmiş. Lakin arsanın sahibi Karadenizli Cemal Bey dişli çıkmış, arsasını vermemiş.
Sen misin vermeyen!
Bakın sonrasında neler geliyor başına…
‘Laz biraz uçuyor’
30 Mayıs 2013. Saat, 14.26
Bilal Erdoğan, vakfını yöneten Ahmet Ergün’le konuşuyor. Diyor ki:
“Araplar geldi, otel dizaynlarını getirdiler.”
“Şehzadebaşı’nı konuşuyoruz değil mi?”
“He… Şehzadebaşı’nı… Ne kadarlık bir alanı çalışacaklarını bilmek istiyorlar.”
“Arkada bir tane Laz vardı. O adamcağız biraz uçuyor.”
“Biz 7 verdik, o 10 istiyormuş.”
“Biz bu adama gideceğiz, diyeceğiz ki, ‘Kardeşim ne istiyorsun? 20 ise 20, 30’sa 30… Al kardeşim’ diyeceğiz. Çünkü orası bizim için olmazsa olmaz hale geldi.”
“Evet.”
“Ama bu diyor ki, ‘Bu adam 10 der, yarın 15 der, 20 der.”
“Evet.”
“Net bir sözleşme yaparız, ‘Kardeşim ne istiyorsun?’, ‘10 lira’, ‘Peki noterden yapalım, ondan sonra biz seninle yürürüz.’”
“Tamam, hadi eyvallah.”
Şehzade talimatı
Aradan iki aya yakın süre geçiyor. Cemal Bey direniyor.
24 Temmuz’da Erdoğan, bu kez Abdülkerim Çay’ı arıyor:
“Şimdi bu Şehzade’deki bin metrekarelik yerde bir pürüz yok gibi görünüyor. Öbür tarafımızda kalan 400 metrekarelik yer vardı. Orayı da eninde sonunda alacağız, kafaya koyduk. Yani bir şekilde alacağız. Yani adam çok büyük fiyatlar filan söylüyor, ama biz şimdi orda binaları yıktık, etrafını çevirdik. Hani, ‘Sen bunu satıyorsan, bize satacaksın, yoksa biz sen yokmuşsun gibi projemize başlayacağız’ deyip öyle bir adamı…
“Hı… hı…”
“Yani adamın şeyine bakmayıp hafriyata filan başlamış olsak, adam o zaman mecbur gelecek, ‘Tamam’ diyecek, verdiğimiz son fiyat neydiyse, icabında ordan satacak.”
‘Şaka olmadığını görürsün’
Bir hafta sonra konu yeniden açılıyor. Bu kez TÜRGEV Genel Müdürü Salih Koç ile çalışanlardan Musa Evran hatta…
Evran, “Beni bu Cemal aradı” diyor.
“Trabzon’a geçerken yengenle sana uğrayacağız” dediğini aktarıyor.
Salih Koç, ona ne demesi gerektiğini söylüyor:
“Şimdi bana bak: Biz hafriyata başlıyoruz. İnşaata kazmayı vurduğumuz an, iş bitmiştir. Daha da hayatta onunla bu konuları konuşmayız. Bedavaya da almayız. Makine gelirse bu işin şaka olmadığını görürsün. Orda sadece yeşil alan olur. Öyle olacak zaten… Tamam mı? Elinden alıp rayiç bedeli neyse parasını yatırırlar hesabına…”
Tehdit suçu
Fezleke diyor ki:
“Otel yapacakları arsanın içine dahil etmeyi düşündükleri, fakat sahibinin vermek istemediği bir yerle alakalı olarak yerin sahibini istimlak yapmakla tehdit ettikleri anlaşılmaktadır.”
Mafya yöntemleri değil mi?
ALTINCI BÖLÜM: HAVUZDA PARALAR BÖYLE DEPOLANDI
Geçen yıl bugünler…
Tarih: 7 Ağustos 2013.
Saat 15.00’de işadamı Mehmet Cengiz’in Başbakan Erdoğan’la randevusu var.
Cengiz, Başbakan’ın hemşerisi… İlk günden beri yanında olan, onun iktidarıyla birlikte büyüyen, en büyük ihalelere giren, en kârlı projeleri alan işadamı…
Lakin bu kez ortam gergin…
Cengiz, ortaklarıyla birlikte, SKY televizyonu ile Akşam gazetesini 60 milyon dolara satın almış. Alırken de “Ben çok hevesli değildim. Bunu Başbakan’ın hatırı için alıyorum” dediği söylenmiş. Bu da Başbakan’ın kulağına gitmiş. Oysa Başbakan’ın onun için başka planı varmış. Çalık’ın zarar ettiği için elden çıkarmak istediği, ölü haldeki Sabah-ATV grubunu almasını istiyormuş. Hem de yüksek bir fiyata…
‘S.çtı ağzıma…’
2 saatlik görüşme çok sert geçiyor.
Cengiz görüşmeyi, “S.çtı ağzıma” diye özetliyor:
“Bu kadar iyilik yapıp da böyle fırça yediğim tek iş oldu.”
Konuştuğu işadamı onu teselli ediyor:
“Ben ‘Efendim’ dedikçe bana da kaydı.”
Peki neydi Başbakan’ı bu kadar kızdıran?
Bunun yanıtını bulmak için, Türkiye’de medyanın Başbakan’ın talimatıyla, oğlu ve damadının katkısıyla nasıl el değiştirdiğine delil teşkil eden telefon kayıtlarına bakalım şimdi:
‘İlk defa diklendim ona’
Saat 17.04…
Mehmet Cengiz, Başbakan görüşmesinden çıkar çıkmaz telefona sarılıyor ve bir arkadaşına içini döküyor:
“- Şimdi Beyefendi’den çıktım. 2 saattir onunla beraberiz.”
“- Ha… Ne diyor?”
“- Ya birisi demiş ki, ‘Biz çok hevesli değiliz bu işe…’”
“- Haaa. O da gitti onu mu söyledi; o… çocuğu…?”
“- Oy… Ooy oooy… Dedim ona, ‘Ya şefkatimi kırma benim. Biz de 55 yaşında adamız. Nerde ne konuşulur, onu biliyoruz’.”
“- Hem bir iş yapıyorsun, hem de şey yapıyor, öyle mi?”
“- He… ‘Niye onları aldın, niye şöyle oldu’ bilmem ney… Ama ben bugün ilk defa diklendim ona… ‘Ya şefkatimi kırma’ dedim. ‘Ben ne yaparsam kötü oluyor ya…’ Yanlış mıyım?”
‘Sabah’a girmedim ya’
Cengiz o konuşmada, gerginliğin asıl nedenini açıklıyor:
“O bana şeyden takıldı, Sabah’a girmedim ya…”
İşin sırrı bu cümlede gizli…
Çünkü 25 Aralık polis fezlekesine bakılırsa, Cengiz’in başı çektiği üçlü konsorsiyum, SKY-Akşam medya grubunu talimatla alıyor, yine talimatla vazgeçiyor. Hatta Mehmet Cengiz, SKY’i yeni sahibi Ethem Sancak’a devrederken “Son anda başka görev aldık, ondan vazgeçtik” diyor.
“Başka görev”in adı, Sabah-ATV grubu…
Erdoğan adlı şahıs
Cengiz, başta direndiği bu operasyona “fırça”dan sonra razı oluyor ve -fezlekedeki tabirle- “görevlendiriliyor.”
Kim tarafından?
Yine fezlekeye göre, “doğrudan Başbakan tarafından…”
İşte bu bölümde Başbakan’dan, “Recep Tayyip Erdoğan adlı şahıs” diye söz ediliyor.
“Görevlendirmeyi” onun yaptığına bir başka kanıt, 17 Eylül’de Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’ndeki bir davette görüştüğü işadamı Nihat Özdemir’e söylediği cümle:
“Bu işi halledeceksiniz kardeşim.”
Örgüt lideri Yıldırım
Fezlekeye göre, havuz işinde “örgüt lideri”, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım…
Yeni medya grubu için para toplama talimatı ona veriliyor. O da hemen tanıdık işadamlarını çağırıp görev emrini tebliğ ediyor. İşadamları mecburen boyun eğiyor.
20 Ağustos 2013 günü, Kolin İnşaat’ın sahibi Celal Koloğlu, Bakan Yıldırım’la görüşüyor. (Dinleme kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla Bakan, takibe karşı son derece dikkatli… Ziyaretçiler, bazı konuşmalarda dinlemeyi önlemek için telefonu bizzat söktüğünü aktarıyor.) Koloğlu, görüşmeden çıkar çıkmaz MehmetCengiz’i arıyor ve anlattıklarıyla, kirli pazarlığın tüm ayrıntılarını, telefonunu dinleyen polise vermiş oluyor:
‘Kaçarı yok’
MEHMET CENGİZ: “- Abi görüşebildin mi?”
CELAL KOLOĞLU: “- Görüştüm de kafam karmakarışık oldu ya… ‘Kırk yılda böyle bir görev verilir. Sizlerin de bunu yapmanız lazım’ diyor. ‘Bunun kaçar tarafı yok’ diyor.”
“- Sen ne dedin?”
“- ‘Ne emir verirseniz elimizden geleni yaparız’ dedim. Başka ne diyim abi söyle…”
“- Yaa…”
“- ‘İkiye ayrılmış’ diyor: ‘İşte bir tarafta ATV var, öbüründe de gazete ve A Haber var’ diyor.”
“- Onu biliyorum.”
“- ‘Öyle de böyle de bunu halledeceğiz. Sıkıntıdayız, hallolacak. Belki başkalarını da bakacağım’ diyor. Diyecek bir şey bırakmadı ki…”
FEZLEKEDEN: ‘Bakan rüşvet anlaşması yaptı’
Bakan Yıldırım, ATV-Sabah için gereken parayı toplama işini Mehmet Cengiz’e devrediyor.
Cengiz gönülsüz.
İbrahim Çeçen’e, “Ben ne gireyim abi ya… Anlamam ben bu tip işlerden. Bana ne görev düşüyorsa ben varım. Ama ‘Git şunla konuş, bunla konuş’… Mümkünü yok…” diyor.
Ama mümkün oluyor. Çünkü karşılığında milyar dolarlık ihale vaadi var.
“Örgütten” Celal Koloğlu, Bakan’ın taahhütlerini Mehmet Cengiz’e şöyle aktarıyor:
“‘Çok iş alacaksın kardeşim’diyo, ‘O kadar şeyimiz var. Daha çok alacaksınız, bu kadar avantajınız var’ diyo…”
İkilinin konuşmasından, “avanta(j)”ın boyutu anlaşılıyor:
“- Az bir iş değil ki, 2.5 milyar dolar.”
“- Doğru. 2.5 milyar dolar…”
“- Bizim havaalanı da 3 milyar Avro’luk iş…”
“- Evet, aynen öyle vallaha…”
“- Bakan gitmeden, bunu onaylatmamız lazım.”
Bakan, yerel seçim için aday olmadan projeler onaylanıyor.
Son derece kârlı demiryolları, karayolları, havayolları ihaleleri, fezlekede “örgüt üyesi” denen işadamlarına veriliyor.
Binali Yıldırım da fezlekede, “Aldığı talimat üzerine, işadamlarından yüksek miktarda para toplamak, paraların karşılığında ise bu işadamlarına bakanlığına bağlı kurumların ihalelerini vermek, rüşvet anlaşmasıyla ihaleye fesat karıştırmak”la suçlanıyor.
Talimat, Erdoğan’dan
Ama fezlekeye göre asıl talimat “yukarıdan” geliyor:
“Örgüt üyelerinin, R. Tayyip Erdoğan’dan çekindikleri, bir anlamda korktukları ve onun talimatıyla hareket ettikleri görülmüştür. Sabah-ATV grubunun devredilmesi, şirketin başına Kalyoncu’nun geçmesi talimatının yukarıdan verildiği tespit edilmiştir.”
‘Keriz değiliz. Verilmesi gerekiyor ki veriyoruz’
Bundan sonrası bir komedi dizisinde rastlanacak diyaloglarla dolu…
Medyayla ilgisi olmayan 4 işadamı, Başbakan’ın talimatıyla ve büyük ihaleler havucuyla, bir medya havuzu için fon yaratmaya soyunuyor. Sanal krediler alıp ödüyorlar.
Bazen şaşkınlık, bazen uyanıklık kokan, küfürlü diyalogları ise büyük harflerle, polis fezlekesine konuluyor.
İşte o diyaloglardan birkaç örnek:
“Adnan 30 şey yaptı, mahvoldu. Görmedin mi akşam, simsiyah olmuştu.”
“Senin paran az kardeşim, biz 100 veriyoruz.”
“Kayıtlarda nasıl göstereceğiz?”
“Ben 100’ü açıktan veriyorum ya… Battım a.. koyum. Bütün düzenim bozuldu.”
“Buna rağmen bir de havaalanını şey edersek, vallahi duman oluruz.”
“Beyefendi bana söyledi, ben canla başla ne söylense yaptım onun için… Ne diyim abi.”
“O şeyi şey yapıcaz da, yolu tam tespit edemedim. Yani üstüme mi alayım, şirket adına mı alayım?
“Ben yurtdışından şey getirtecem de, senin tanıdığın var mı, parayı burda almak istiyorum.”
“A… koyum, telefonda konuşuyorsun. Var.”
“Binali kalırsa yaşadık.”
“Yav bi şey değil de ben nasıl taşıycam, nerde vericem, nasıl vericem, nerde parayı getiricem yav..”
“Ben ne biliyim, a….koyim… Biz de keriz değiliz; verilmesi gerekiyor ki veriyoruz o parayı… Yolda bulmuyoruz ya…”
“Siz gayriresmi yapıyorsunuz değil mi?”
“Tabii, tabii öyle yapıyoruz.”
“Bu milletin a… koyacağız. Sen merak etme…”
“Türkiye’de yer yerinden oynar, bunlar farkında değiller ya…”
NASIL TAŞINDI?
…Ve paralar depolanıyor
Para toplandıktan sonra, sıra taşınmasına geldi.
Bir zorluk da oradaydı. Banka transferi yapılamayacağına göre onca para nasıl taşınacaktı?
İşadamlarından birinin telefonda, “Bana acil bir araba lazım, renkli cam olsun. Bagajı büyük olsun. Bir de o depodaki çantalar lazım” demesiyle polis harekete geçti.
Bir başka konuşmada, “Çektiler mi traktörü?” sorusu yankılandı; ardından “Zırhlı araba geliyor” dendiği duyuldu.
Araba kapıya yanaştı. Onu izleyen polis aracı da çevreye konuşlandı. Ama zırhlı minibüs garaja sığmadı. Kapıya yanaştı.
Paralar yüklendi; yüklenirken görüntülendi.
Sonra bankaya gidildi. Polis kamerası çekimdeyken paralar indirildi, bankaya kondu, misyon tamamlandı.
Havuz dolmuş, iktidar, yeni bir medya sahibi olmuştu.
Şimdi sıra tahsilata, yani ihale paylaşımına gelmişti.
FEZLEKEDEN: Kim ne kadar para verdi?
“Toplanacak para miktarlarına ilişkin teknik takip çalışmalarında elde edilen bilgiler neticesinde, işadamlarının aşağıdaki miktarları ödedikleri anlaşılmıştır:
Mehmet CENGİZ 100.000.000 ABD DOLARI
Celal KOLOĞLU 100.000.000 ABD DOLARI
Nihat ÖZDEMİR 100.000.000 ABD DOLARI
İbrahim ÇEÇEN 100.000.000 ABD DOLARI (Ancak şahıs, 3. Havalimanı’nı yapacak konsorsiyuma katılmak istediği için ve 150.000.000 ABD DOLARI vermeyi taahhüt etti)
Adnan ÇEBİ 30.000.000 ABD DOLARI
Hayrettin ÖZALTIN 20.000.000 ABD DOLARI”
Albaraka Türk’ün açıklaması
25 Aralık operasyonunu yapan polisler, telefon dinlemelerine dayanarak, Albaraka üzerinden kayıt dışı para aktarıldığını iddia ediyordu.
Dizide, fezlekeye atfen yer verdiğimiz bu “iddia”ya, Albaraka’dan bir açıklama geldi. Aynen yayınlıyorum:
“Dizinizdeki konular bankamızı hiçbir şekilde ilgilendirmemekle birlikte, dizinin 2. bölümünde, bankamız üzerinden kayıt dışı para aktarıldığı ifadesi yer almıştır.
Halka açık, ulusal ve uluslararası kurumlarca en ciddi biçimde denetlenen yasa ve etik değerlere üst derece saygılı bankamızın hiçbir şekilde yasadışı bir işlemi gerçekleştirmiş olması düşünülemez bile…
Herhangi bir kaynaktan edinilmiş olsa da sizin gibi deneyimli ve değerli bir gazetecinin, bu cümleyi kullanmadan önce asgari bankamızdan bilgi edinmiş olması gerekeceğini düşünüyoruz. Bunun, hukuk ve basın ilkelerinin bir gereği olduğu da muhakkak bilginizdedir.”
SON SÖZ
Yargıdan kaçamaz
Derin uykudayken evi soyulanlara bağırır gibi, son kez “Hırsız var” diye haykırdık 6 gün boyunca…
Savcılığa ulaşmış, 1000 sayfalık bir resmi belgeden, 25 Aralık fezlekesinden, büyük soygunu belgeleyen sayfalar, belgeler, diyaloglar aktardık.
Fezleke, devlet yönetimine yerleşmiş bir örgütün, kamu nüfuzunu kullanarak nasıl kişisel rant elde ettiğini ortaya koyuyor özetle…
Yüce Divanlık bir iddianameye dayanak teşkil ediyor.
Bütün bu iddiaların muhatabı konumundaki Başbakan ise “Hırsız var” haykırışlarını duymazdan gelerek adım adım Cumhurbaşkanlığı’na yürüyor.
Dosyayı okuyunca, Köşk’ün dokunulmazlık zırhını neden bu kadar çok istediği daha iyi anlaşılıyor.
Silinebilir mi?
Herkesin aklındaki soru şu:
Şimdiye kadar başarıyla hasıraltı edilen dosya, Erdoğan’ın devlete tamamen el koymasıyla, ortadan yok edilebilir mi?
İçindeki veriler, dinleme kayıtları, suç kanıtları silinebilir mi?
Konuştuğum yetkililer, “Evet, bu mümkün” diyor.
Verilerin korunduğu TİB’in, MİT’e devrinden sonra kanıtlara ne olacağı soru işareti…
Dosyayı devralan yeni savcıların bir süredir, fezlekede adı geçenleri sessiz sedasız çağırıp ifadelerini aldığı bildiriliyor.
Daha önce yaptıkları gibi, iddialar hakkında “takipsizlik” kararı verdirerek iddia sahiplerini yargıya götürme yolunu seçebilirler.
Ancak “inşallah, maşallah” diye diye yapılan bütün bu yolsuzluklar, hırsızlıklar, iltimaslar, Cumhuriyet tarihinin en büyük soygununun bütün sesleri internete dağılmış, bürokraside kopyalanmış, kamuoyunun hafızasına kazınmış durumda…
Bu dosya kapatılamaz
Bu tablo karşısında,
Yurttaş olarak bu soygunu bilmek hakkımız.
Gazeteci olarak yazmak sorumluluğumuz.
Başbakan olarak hesap vermek de Erdoğan’ın görevi…
Diziye son verirken bir kez daha yazayım:
Bu çapta bir dosya kapatılamaz.
Çankaya, Yüce Divan’dan kaçanlara sığınak olamaz.
Suçlular -cumhurbaşkanı bile olsalar- yargılanacaklardır.
CAN DÜNDAR’IN YAZI DİZİSİNİN KAYNAK LİNKLERİ
2 Ağustos 2014: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/101157/bilal-ay-ozur-dilerim-arkadas.html
3 Ağustos 2014: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/101385/akpnin-susurluku.html
4 Ağustos 2014: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/101707/polis-fezlekesi-bilal-erdogan-gizli-ortak.html
5 Ağustos 2014: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/102181/villalara-uzanan-5-telefon.html
6 Ağustos 2014: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/102567/tak-tak-cuvalla-gelir-insallah.html
7 Ağustos 2014: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/103021/havuzda-paralar-boyle-depolandi.html
BOLD –