1901 yılından bu yana verilmeye devam edilen Nobel Edebiyat Ödülleri, her yıl olduğu gibi bu yıl da bazı tartışmalara sebep oldu.
Bu yılki ödülü kazanan Peter Handke‘nin Bosna-Sırp Savaşı sırasında yaşanan Srebrenitsa Katliamını, katliam olarak kabul etmemesi, savaş sırasında Sırplara destek olması, Kasap Miloşeviç’i savunup ölümünden sonra mezarı başında konuşma yapması gibi söylem ve eylemlerinden dolayı ödüle layık olmadığı kamuoyunda konuşulup yazıldı.
Hatta Akademi üyelerinden biri bizzat Akademiyi protesto ederek törene katılmayacağını açıkladı. Bunun ardından özellikle savaş acıları hala taze duran Bosna-Hersek, Kosova ve Hırvatistan gibi ülkelerle Türkiye de ödülün Handke’ye verilmesini protesto ettiler.
Bu protestolarında da Handke’nin “Boşnaklar kendi kendilerini öldürüp suçu Sırplara atıyorlar.” gibi aptalca söylemlerinin de elbette büyük payı vardı.
Her mağduriyetten kendine bir pay çıkarıp bunu da siyasette kullanmaktan büyük haz duyan Erdoğan da tabii ki boş durmadı ve “Bana verseler de asla almam.” ve “Bizde de daha önce bir teröriste verdiler.” diyerek kedi-ciğer ilişkisinin en pespaye örneğini sergileme fırsatını kaçırmadı.
Üstadın güzel bir kıstası var ki benim için de edebiyat denince başvurduğum güzel bir prensiptir. “Fena ve fani bir adamın güzel ve baki bir sözü” der. Anlayacağınız en karaktersiz insanlar bile bazen güzel ve akıllı sözler edebilirler, yazabilirler demektir.
Edebiyata bu gözle bakarsanız yazarının karakter ve zaaflarını bir kenara bırakıp sadece esere odaklanır, dil ve anlatımdan keyif almaya çalışırsınız.
Mesela “Sinekli Bakkal“ı okurken Halide Edip’in bir manda taraftarı olması ya da “9. Hariciye Koğuşu“nu okurken Peyami Safa’nın radyoda Hitler’in konuşmalarını dinlerken heyecandan ağladığını bilip umursamazsınız.
Ne Nihal Atsız‘ın faşistliği ne de Nazım Hikmet‘in koministliği sizi ilgilendirmez. Necip Fazıl‘ın at yarışlarında bir servet kaybetmesi ne kendisinin ne de şiirinin güzelliğini benim nazarımda düşürmez. Hatta daha geçende Erdoğan’dan ödül alacağım derken binbir şekle giren Mazhar Alanson‘un gözümde değeri sıfırlanmışken “Buselik Makamı” şarkısı hep gönlümdedir.
Bu bağlamda kendisine Handke hakkında yapılan protestolar sorulduğunda Nobel Komitesi Başkanı “Amaç olağanüstü edebi eserleri kutlamak, kendisini değil.” diyerek benim de canı gönülden katıldığım bir cevap vermişti.
Aslına bakılırsa bu tartışmalar bir ilk değil. İngiliz şiirinin üstadlarından Rudyard Kipling, dünyanın en iyi romanlarından sayılan “Açlık“ın yazarı Knut Hamsun, “Drina Köprüsü” adlı muhteşem bir esere imza atan İvo Andric, kısa öykülerin başarılı yazarı Shmuel Yosef Agnon da benzeri suçlamalara maruz kalmış Nobel Edebiyat Ödüllü yazar ve şairler.
Örneğin Kipling “Her beyazın dünyanın uygar olmayan halklarına Avrupa kültürünü götürmesi gerektiği“ne inan bir sömürgeci ve bu ödülü kazanan en genç edebiyatçıdır.
Knut Hamsun ise ülkesinin Naziler tarafından işgalini alkışlayan ve kazandığı Nobel ödülünü Goebbels’e gönderecek kadar ileri giden bir Nazi hayranıdır. Savaş sonunda vatana ihanetle yargılanmış ve suçlu bulunmuş ama çok yaşlı olduğu için affedilmiştir.
Drina Köprüsü’nü okuyanlar İvo Andriç’in Osmanlıya ve müslüman Balkan halklarına bakış açısından hiç de memnun olmazlar. Bunun yanında Yahudi hikayeleri anlatan Agnon’dan da Araplar mutlu değildir.
Size ünlü İngiliz siyasetçi Winston Churchill‘in de 1953 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi olduğunu söyleyeyim varın gerisini siz düşünün…
Peter Handke, Nobel’den önce de eserlerinin kalitesiyle dünya edebiyatının prestijli pek çok ödülünü almış bir yazar. Bu ödüllerin arasında İbsen ve Kafka gibi edebiyat dünyasının önemli ödülleri de mevcut. Time Dergisinin “Beckett’ten beri çağdaş edebiyatın en büyük adı.” diye övdüğü bir isim.
“Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi, Kaspar, Çocuğun Öyküsü, Mutsuzluğa Doyum” gibi Türkçe’de yayınlanmış pek çok eseri mevcut.
Bence “Fena ve Fani bir Adam” da olsa eserleri okunacak nitelikte bir yazar. Belki de ben bir edebiyatçı olduğum için böyle düşünüyorum, peki ya siz?
fsemih.yilmaz@gmail.com