Aylardır sosyal medyada Çin’in Uygur Türkleri’ne yapmış olduğu işkenceleri gösteren görüntüler yayınlanıyor, değişik haberler, videolar, resimlerle kamuoyu harekete geçirilmeye ve “dur” demeye dâvet ediliyor.
Ehl-i vicdân her insanın yüreğini yaralayann bu görüntüler bizlerde dehşet, çaresizlik ve gönül yangını uyarıyor.
İşkence açısından bakınca insanları ikiye ayırabilirsiniz ; işkence yapanlar ve işkence görenler.
Bunu geniş dâirede “Zâlimler” ve mağdur olan “Mazlûmlar” olarak ifâde edebiliriz.
Maâlesef dünyâ kurulduğu günden bu yana zâlimler cevretmiş mazlûmlar ise onların cebri ve cevri altında ezilip kalmış, bu devrân bugüne kadar aynı şekilde gelmiştir.
İnsan, bir garip varlık;
Ne garip değil mi Hâbil ile Kâbil aynı ana-babanın oğludur yine ne garip ki “zulüm” ile zulme mâruz kalmak, “mazlûmiyet” yine aynı ana-babanın evlâtlarının sıfâtlarıdır.
Kardeşine kıyana insan diyebilir miyiz acaba ?
Evet, insan için yol açık zâlim bir canavar olmasıyla mazlûm bir melek olması arasında incecik bir perde, belkide bir adımcık, bir milimcik var.
Kerîm olanda insan, sefîl olanda insan.
“Ahsen-i takvîm” sırrının mazhârı insan “esfel-i sâfilin” sırrının bedbahtı yine insan.
Peygamberlerde insan, firavunlarda insan.
Duracağımız yeri iyi seçmemiz lâzım.
İnsanın problemi ;
Târihin her döneminde güç, kudret, para ve her nev’i menfaât için kardeşlerini yiyip bitiren, onlara zulm ile cevreden muktedirler olmuştur.
Din yada dindarlık, dinler, inanç sistemleri, etnisite, herhangi bir ırka mensûbiyet bu hususta temel bir ayraç olarak karşımıza çıkmıyor.
Bu insanlığın problemidir, insanlık problemidir.
İnsanda menfaât düşüncesi, rant arzusu, para-makam sevgisi, güç sarhoşluğu, adaletsizlik, bilhassa “nefsi eğitimsizlik” ile elindekileri kaybetme korkusu devâm ettiği müddetçe ne zâlimler, ne mazlûmlar biter.
Bizler kendimizi ve insanlığı insan olma yönünde eğitimediğimiz sürece aynı problemler devâm edecek ve birgün kıyamet, yok edilmiş mazlûmlardan artakalan zâlimlerin başına kopacak.
Geç kalmadan kendimizi, insanı, insanları eğitmeli değiştirmeli ve bu düzeni yıkmalıyız.
Çözüm için, bütün insanlık el ele vermeliyiz.
İşkence ;
Kadîm milletlerden geride kalan resim ve yazılarda işkenceyi görüyoruz. İşkence insanlıkla yaşıttır.
Eski çağda, Câhiliye Arapları’nda, Müslümân geçinen bir takım muktedîrlerin devlet yapılarında, Ortaçağ Avrupa’sında, Engizisyon Mahkemeleri sonrasında, doğuda, batıda, Amerika’da değişen hiçbir şey yok.
Kader ve keder her yerde aynı.
Ben işkencenin korkunç yüzünü ilk defa Kamboçya’da Pol Pot’un ölüm tarlalarında, hemde çırılcıplak gördüm.
Demir taraklar, mengeneler, şeytânî zekâ ürünü farklı farklı işkence aletleri, kafasına çivi çakılarak öldürülmüş insan kemikleri, ağaçlara vura vura öldürülen bebekler, kafataslarından yapılmış tepeler, ölüm çukurları, ölüm tarlaları.
Ülkede yaşayan dokuz milyon insanın üç milyonu öldürülmüş, evlât ana-babayı , ebeveynler evlâtlarını öldürmüş hemde çoğu zaman işkenceyle.
Irak’ta yaşananlar, Ebu Gureyb zindanlarında yapılanlar, İşkence Uçakları, Guantanamo ne ise İşid’in, El Kâide’nin yaptıkları ne eksik ne fazla aynı şeyler, aynı vahşet.
Bu örnekler çoğaltılabilir, onlarca, yüzlerce dehşet sahnesi zikredip, yazabilirsiniz. Bütün bunlar, bizlere insanlığın çirkin yüzünü gösteriyor.
Zulümde batılılarla doğuluların hiçbir farkı yok, insanın farkı yok.
Daha yakın zamanda Suriye’de, Hafız Esad’ın zindânlarında inim inim inleyen Müslümanlar’a ağıt yakarken, Bosna’da katledilip, ezâ, cefâ, işkence gören, tecavüze uğrayan kardeşlerimize yüreğimiz parça parça olurken, şimdi aynı şeyleri yurdumuzda, memleketimizde, Türkiye’de yaşıyoruz.
Başka yerlerde yaşananlar ne ise şu an ülkemizde aynı şeyler yaşanıyor.
Erdoğan, Ergenekonik yapılar ve âvâneleri müteselsil mes’ul ve işkenceci mahluklar.
Daha fâili meçhuller, Beyaz Toroslar, JİTEM gibi mes’eleler aydınlatılamadan aynı kadere mahkûm olduk.
Zâten temel probleminiz de bu değil mi. ? Künde üzerine künde, kambur üzerine kambur binmesi.
Ne acı ki, yüreğimiz dertten pâre pâre olsa da engel olamıyor ve çâresizce olan biteni seyrediyoruz belkide hâdiselerin akışına teslim olmuş durumdayız.
Zulmü duyurmalıyız !
Geçmişte olduğu gibi, bugünde teslîmiyet hiçbir şeyi değiştirmeyecek.
Belkide “biz muhabbet fedâisiyiz, husûmete vaktimiz yok” önermesini devrin, bulunduğumuz ülkelerin, demokratik ortamın, evrensel insan haklarının ışığında tekrâr irdeleyip, inceleyip demokratik hak ve özgürlükleri, gösteri, protesto hakları ve benzerlerini nasıl daha verimli kullanabileceğimiz yolunda yeni bir yol haritası ortaya koymalıyız.
Terör ve türevlerine aslâ müsâmaha göstermeden, lânetleyerek, kendimizi beyân etmeliyiz.
Cesûr yürekler ortaya çıkmalı, öncelikle zulme engel olmalı, haykırmalı, olamıyorsa dahi dünyâya duyurmalı.
Hz. Ali Efendimiz’e (ra) atfederler ya “zulme engel olamıyorsanız bâri duyurun”
Korku duvarını yıkmamız lâzım, yıkmalıyız.
Cesâret cesâreti doğurur.
Yüreğinde bir zerre gerçek dert ile dertdâr olan dertli bir adam, bir kadın milyonlarla insanı kendi rengine boyayabilir.
Yüreğinde gerçek cesâretten bir zerre ile cesûr bir adam, cesûr bir kadın da milyonlarla insanı hak, hukûk, insanlık adına harekete geçirebilir.
Birler inaçla, müsbet mücâdeleyle binler olabilir.
Yılmadan, yorulmadan iğne ile kuyu kazdığımızı düşünsek dahi kazmaya, yürümeye, yola devâm etmeliyiz.
Seferde, zaferde bıkmadan, usanmadan, ilâhî inâyet ile, gergef gibi ferec ve mahreci sabırla işleyenlerindir.
Tespit ;
Diğer taraftan, İşkence; İnsanlığa karşı işlenmiş en ağır suçlardan biridir.
Mâlumunuz zaman aşımına uğramayan ender suçlardan, yârın muhakkak hesâbı sorulacaktır, sabırla amillerini tesbit ve kaydetmek gerekiyor.
Teşekkür ve takdîr ;
Geçen hafta 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nü yine zulüm ve işkence ile yaşadık.
10 Aralık’ta AST Gönüllüleri New York ve dünyânın değişik şehirlerinde mazlûmun, mağdûrun sesini duyurma gayretiyle meydanlardaydılar.
Advocates of Sileced Turkey yani “Susturulmuş Türkiye’nin (susmayan) Savunucuları” yeni bir dernek ve hedefleri yurdumuzdaki İnsan Hakları İhlalleri’ni dünyaya anlatmak.
Yolun başındalar, gerçekten çok güzel projeler ortaya koymaktalar ve maddi mânevi desteği hak ediyorlar.
Ve bu arada ülkemizdeki birkaç cesur insan Ömer Faruk Gergerlioğlu, Alparslan Kuytul, Sezgin Tanrıkulu, Mahmut Tanal, Cemal Yıldırım, Melek Çetinkaya, Acun Karadağ, Merve Demirel, Haluk Levent ve benzerlerini teşekkürle takdir etmek lâzım herkesin sustuğu yerde susmuyorlar.
Yine Haluk Savaş ve bütün KHK’lılar haklı mücâdelerinde övgüyü hak ediyorlar.
Bizim kardeşlerimize gelince yaptıklarının daha iyisini yapacaklarına, zâlim ve zulmüne boyun eğmeyeceklerine, doğru bildikleri yolda dimdik yürümeye devam edeceklerine, herşeye rağmen dönmeyeceklerine imânım tam.
Duâ, gayret ve azimle devâm….
Önümüzde güzel günler var…