UĞUR TEZCAN
İçinde bulunduğumuz Aralık ayı, 1978 yılında Kahramanmaraş’ta gerçekleşen Maraş katliamının yıldönümü. Bu vesileyle bir kaç gün boyunca sosyal medyada olayı anan mesajlar paylaşıldı. Olayın mağduru olan kesimlerden bazı insanlar eskiden olduğu gibi paylaşımlarda bulundular. Spektrumun diğer ucundaki insanlar da her zamanki gibi sessizce seyrettiler!
Klasik bir Türkiye gerçeğidir: Eğer yapılan haksızlık sizi ve mahallenizi etkilemiyorsa gelişmeleri sessizce izlemeniz gerektiğini bilirsiniz! Eğer mahallenizi idare eden insanlar karşı bir söylemde bulunurlarsa bu sefer de hemen hizipçilik refleksi ile hareket edersiniz ve sizden beklenen, size öğretilen şekillerde üzerinde hiç düşünmeden tepkiler verirsiniz. Suskunluğunuz da tepkiniz de bilgiye dayanmayan, analizden yoksun, vicdani ve ahlaki yönden kusurlu, hamaset dolu kısır bir döngüye hapsolmuştur. Ama cahillik cübbesi giyerek dolaştığınız kibir sokaklarında siz sürekli olarak ya kutsadığınız devlet aygıtına ve onun propagandalarına ya da kendisine ‘dava’ dediğiniz siyasi parti-grup-hizip ajandasına hizmet ettiğinizi zannedersiniz.
İşte bu sefer de Maraş olayları anıldı; ancak Türkiye toplumuna ait bir başka sabite yine değişmedi. Yazıp konuşanlar hep sınırlarını bilerek yazıp konuştular. Her zaman işaret ettiğim gibi; bu ülkede ilkesizlik, sistemsizlik, iş bilememe ve samimiyetsizlik, korku ve cesaretsizlik ile birlikte at koşturduğu, ahlaksızlık ve vicdansızlık eğerinin üzerine oturduğu için hiç bir eylem, hiç bir sosyal tepki sağlıklı bir gelişme-bir uyanış hareketi geliştiremiyor. Olayın bizzat mağduru olan gruplar bile aslında katilin kim olduğunu çok iyi bildikleri halde asıl takipçisi olmaları gereken soruları bırakıp çelimsiz eylemlerle tabanlarının gazını alıp ‘kol kırılır, yen içinde kalır’ anlayışı ile hayatlarını sürdürüyorlar.
Maraş katliamı anısına olayın tarafı olan bir çok insan olayı yine hamasetle karışık bayağı ve verimsiz bir düzlemde kınadılar. Bir bakıma yıllık bir ritüel tekrar gerçekleştirilmiş ve bir kesimin gazı alınmış oldu ve anılar geride bırakıldı. Olayların serencamesi sıralanıp kısa bir hatırlatma yapılıp geçildi. ‘’Faşistler yaptı’’, ‘’yobazlar yaptı’’ diyenler, susanlarla el ele verek kısa bir geçit töreni gerçekleştirdiler gündelik siyaset sahnesinde. Sezonluk anma panayırında anılıp herkes işine-gücüne döndü; haddini aşmamanın verdiği güvenle! Aradan bir kaç gün geçti ve beklendiği gibi artık bu konuları konuşan da kalmadı, bir sonraki yıla kadar… Beni tanıyanlar bilir: Ben genelde bu tarz yazılarımı işte bu ritüellerin bittiği ve bu durgunluğun tekrar başladığı dönemlerde yazarım hep!
Gerçek sorunların konuşulmadığı, gerçek soruların sorulmadığı ve toplumun tüm fertleri tarafından kritik edilmediği bir yıl dönümü de böylece geçiştirilmiş oldu. Bu kaostan beslenen gerçek katillerse toplumun bu parçalanmış halinden aldıkları cesaretle benzer katliamları gerçekleştirmeye devam ediyorlar. Bugün Kürtlere karşı süregiden insanlık suçlarının işlenmesinde de Hizmet Hareketine karşı gerçekleştirilen açık soykırımda da işte bu toplumsal felcin katillere verdiği cesaret ve onlara kazandırdığı hareket alanının etkileri vardır.
Üç yıl önce yazdığım iki yazıda 1942 yılının Varlık Olaylarını ve 1955 yılının 6-7 Eylül hadisesini bu çerçeveden değerlendirmiş ve olayın gerçek azmettiricisi olan Gladyo’nun ve ondan kurtulma yollarının toplumsal olarak asıl tartışmamız gereken sorun olduğuna işaret etmiştim. Yaklaşık 2007 yılından beridir yazılar yazıyorum ve sürekli olarak gerek Kürtlerin, gerek Hizmet Hareketi’nin gerekse de genel Türkiye toplumunun neden bu oluşumdan, adalet önünde, hesap sorması gerektiğinin sosyo-politik gerekliliklerine çapım yettiği kadarıyla değinmeye çalışıyorum. Halkı birbirine düşüren, onları propagandalar ve cinayetler üzerinden birbirine kırdıran bu yapıya karşı toplumun her kesimi birleşmeden, birbirini anlayıp aralarında köprüler kurmadan çözüm adına hiçbir pozitif gelişme ol(a)mayacak! Hizmet Hareketi’nin bu yöndeki toplumsal yenilenme çabalarının Erdoğan-Ergenekon-Muhalefet marifetiyle yıkılmış olması bu ülkenin geleceğine yapılmış en büyük saldırıdır. Bunu, geleceğin sosyoloji kitapları yazacaktır! Bu boşluğu, algı operasyonları ile sürekli dolu tutmaya çalışan bu propaganda üretim merkezinin buradan aldığı cesaretle bugün bir soykırım yürürüyor olması da kimseyi şaşırtmamalıdır. Zira, bu toplumsal dokuyu onarmaya çalışan tek yapıcı Hareket’in bu yöndeki gayretlerinin baltalanabilmiş olmasının kendisine verdiği güven ve cesaret büyük bir öç alma duygusuyla birleşmiş durumdadır ve bu azgın yapıya daha büyük hatalar işlettireceği de görülmelidir.
Bunlar elbette benim şahsi değerlendirmelerim. Yıllardır konuşulan şeyler neden verimsiz kalıyor ve bir çözüm üretmiyor sorusu; Alevisinden Kürdüne oradan diğer kesimlere kadar herkesin üzerinde derince düşünmesi gereken hususlardır. Burada altını çizdiğim toplumsal birlik ve mutabakat ve de gerçek soruların üzerine gitme gayreti çözümün ilk başlangıç kaynağı olacaktır.
Twitter’da da yazmıştım, özetleyerek bitireyim: ‘’Maraş katliamını ve benzerlerini elbette kınayalım ve analım; ancak bu ülkenin bir gerçeğini de asla unutmayalım: Herkes katilin kim olduğunu çok biliyor; ama görmezi oynuyor. Bu konuda tek gayret Cemaat’ten geldi. Bu millet, Erdoğan ile birlikte bu samimi gayrete ihanet edip katiline yeni bir fırsat ve cesaret verdi. Erdoğan, Ergenekon-Balyoz davaları sürecinde bu milletin demokrasi ve hukuk devleti olma yolunda kazanabileceği bu büyük fırsata ihanet etmeseydi ve ayrıca bugün Maraş katliamını anan Alevi-Sol kesimler de Ergenekon davaları sürecinde Ergenekon katilini desteklemeseydi bu suç örgütü bugün adalet önünde hesap veriyor olacaktı. Oysa tam tersi oldu ve ülkenin tüm dizginlerini tekrar ele alan bu suç örgütü, bugün daha da azmış bir şekilde; rahatlıkla ve aleni bir şekilde bir soykırım uygulayabiliyor. Toplumun adı geçen kesimleri; bu hipnoz durumundan uyanmadıkça ileriki günlerde de belli hesaplar uğruna katledilecek yeni evlatlarına ağıt yakmaya devam edecektir!