Efendimizin (S.A.S.) peygamberliğini ilânından itibaren başına gelmedik kalmadı; üzerine deve işkembesi boca edilmesinden, müminlerden kölelerin veya kimsesizlerin işkenceyle öldürülmelerine, 2,5 senelik boykot zulmünde çocukların anne sütü bulamamaları sebebiyle, ölmelerine kadar.
Yolun kaderi bu…
Nihayetinde, kainatın kıblesi ve vahyin merkezi Mekke’den en başta Efendimiz (S.A.S.) sonra da Müslümanlar hicret etmeye mecbur oldular…
Bu hicretle Yesrib şehri Medine yani medeniyet merkezi oldu. Güzellikler büyüdü büyüdü, bendini aşıp taştı, vardı Mekke’ye ulaştı… Evet, hasret bitti Efendimiz (S.A.S.) bütün mağdurlar ve mazlumlarla beraber yerini göbeği Mekke’ye muhteşem bir zaferle döndü. Zulmün merkezi haline gelen EMİN BELDE, Hakkın Merkezine dönüştü. Ama, Medinelilerin “Acaba Allah Resulû bizi bırakıp Mekke’de devamlı olarak kalır mı?’ şeklindeki endişelerini hissettirince, Efendimiz (S.A.S.) “Ben sizinle beraber Medine’ye dönüyorum.” buyurdu.
Bu zafer yılbaşında tahakkuk etmişti… Onun için biz Amerika’da bulunduğumuz (1992-1995) yıllarında çocuklarımızın, yılbaşlarında noel süslemeleri ve hediyeleri karşısında komplekse kapıldıklarına şâhit olduk. Bu yüzden biz de o gün ve gecelerde okulumuzda yarışmalar tertip ettik. Her tarafı fevkaladeden süsledik Efendimizin (S.A.S.) Mekke’ye o Muhteşem Dönüşünün zaferini kutladık. Çocuklarımıza yerli arkadaşlarının aldıkları noel hediyelerinden daha güzel ve daha büyük hediyeler verdik. Bunun için okul olarak mağazalara gidip bu düşüncemizi anlatarak çok değerli hediyeler topladık. Böylece çocuklarımız, hiçbir komplekse ve yanlış özentilere kapılmamış oldular. Yanlış anlaşılmasın bu bir karşıtlık, başka kültürlere düşmanlık değildir. Bilakis, asimile olmadan bu mozayiğin içinde kendi rengimizle çiçek açmadır. Ahengi, uyumu bozmadan yeni bir renk katarak entegreyi sağlamaktır.
Ayrıca şunu da ifade edelim. Her ne kadar, takvimler Mekke Fethini tam yılbaşı gösterseler de iyi bir araştırma ile Fethin 11 Ocak olduğu anlaşılır. Ama bu tarih o muhteşem dönüş zaferini bu niyetle yılbaşında kutlamamıza engel değildir.
Bu arada bizim de, Efendimizin (S.A.S.) doğumunu kutladığımız Mevlid Kandili gibi ulülazm beş peygamberden birisi olan Hz. İsa Aleyhisselamın doğumu ile ilgili saygı ve sevgimizin de ifade edilmesinin hiçbir mahzuru olmasa gerektir. Bu husus, hiçbir zaman için İslam Tevhidimize zıt bir biçimde de olamaz. Onu, kendimize göre, yani Kur’an ve Hadislerin anlattığı şekilde evlatlarımıza anlatabiliriz. Zaten bu mesele ile ilgili kitaplar da yazılmıştır.
Ölçümüz, yaşadığımız toplumlarda asimile olmadan entegre olmak olduğu için hassasiyetlerimizi de korumak zorundayız.
Otuz üç sene önce Amerika’ya gelen altmış yaşını aşmış çok önemli Pakistanlı bir zat dedi ki: “Artık benim şimdi en önemli işim, üç hayat cevherimizi bir kuyumcu hassasiyetinde işlemek. Bunlar benim üç torunum… Önce onları Müslüman olarak yetiştirmek. Bu hususta onların muhtaç olduğu bütün bilgileri öğretmek, ibadetlerini düzgünce yapacak şekilde gerekli eğitimi aldırmak… İkinci olarak kökenimizi, Lahor’lu olduğumuzu ve Pakistan’dan geldiğimizi unutturmamak. Son olarak da onları birer Amerikalı olarak, insanî evrensel değerlere sâdık birer şahsiyet olarak kendi yerimize yetiştirerek koymak…”
Amerika’da olduğu gibi, Avrupa, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde buna engel var mı? Yok… Dünya artık yeniden yoğruluyor. Irklar ve kültürler kaynaşması var, her tarafta. Bu ülkelerde siyasette, ticarette her ırktan ve dinden insanların en üstlere kadar tırmanabildiğini görüyoruz… Kanuna, nizama ve etik değerlere sahip ve bulunduğu ülke için değer üretebilen herkes oralarda saygın bir vatandaş ve şahsiyet olarak yaşayabiliyor; kendi ülkesinde göremediği insanlığı ve saygıyı rahatlıkla da bulabiliyor…