Bu süreçte ülkemizdeki zulüm ve gadir, çoluk çocuğu aç bırakıp ölüme terk edecek hale gelip Asr-ı saadetteki Mekke müşriklerinin Müslümanlara uyguladıkları boykotunu hatırlatır olmuştu.
Hani Velid bin Muğire, annelerin sütü kesilip 50 çocuğun ölümünün gerçekleştiği günlerde, kibir ve azametle müminlere, “Görüyorsunuz işte Tanrı sizi sevmiyor. Çünkü siz yanlış yoldasınız.
Acınızdan ölüyorsunuz. Ben ise zenginleştikçe zenginleşiyorum. Kervanlarım arttıkça artıyor. Artık eski dininize dönün de bu perişanlıktan kurtulun!” meâlinde sözler söylediği gibi; ağır imtihanların olduğu şu süreçte bağrı yanık bir cefâkar, her şeyimizi bu mağdur ve mazlumlara gönderelim diye yemeyi içmeyi en aza indirmişti. Böyle olunca beslenemeyen vücudun dermanı da kalmayınca hareketleri bilhassa yürümesi zorlaşmıştı.
Bu sefer hareketsizlikten kasları erimeye başlamıştı. Onu seven dostları ziyaretine gidip şunları anlattılar.
“Üstad Bediüzzaman Hazretleri On Altıncı Mektup’ta diyor ki, ‘Bir tavuğum var.
Şu kışta YUMURTA MAKİNESİ gibi pek az fasıla ile her gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün iki yumurta getirdi. Ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum: -Böyle olur mu? Dedim. Dediler, ‘Belki bir ihsan-ı İlahîdir.’ Hem şu tavuğun yazın çıkardığı küçük bir yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük, hem kışta, hem Ramazan’da, bu mübarek hali bir ikrâm-ı Rabbanî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı beni yumurtasız bırakmadı.”
“Demek ki, Üstad her gün bir yumurta yiyordu… Ama siz bazen ancak yarım yumurta yiyebiliyormuşsunuz. Bu durum doğru olmasa gerek!..”
Sonra kendisine Senirkentli Ali İhsan Tola Ağabeyimizin şu hatırası nakledildi:
Ali İhsan Ağabey, Orman Fakültesinde okurken güreşte ünlü pehlivan Yaşar Doğu’yu yenmişti… Riyazata başlayınca halsiz kalmıştı. Çevresinden gelen her türlü yiyecek ve içecek teklifine de; “Bir doktora gidip baktıralım” ısrarlarına da kapalı olunca, durumu kayınbiraderi ve amca oğlu Dr. Tahsin Tola’ya aktarıyorlar. O da o zaman Demokrat Parti milletvekillerindendir. Yanına beş milletvekili arkadaşını alıp Senirkent’e geliyor. Ama onlar da “Bir doktora gidelim” diye ısrar ediyorlar ama bir türlü ikna edemiyorlar…
Dr. Tahsin Bey, İhsan, herhalde Bediüzzaman Hazretlerini dinler diye düşünüyor ve şu teklifi yapıyor: “Bediüzzaman Hazretlerine gidelim! Eğer, o, ‘Doktora gidin!’ derse, sen de gider misin?” Bu soruya ‘Evet… Tamam o zaman!” diyerek teklifi kabul ediyor…
Dr. Tahsin Tola ve diğer beş milletvekili, İhsan Ağabeyi alıp, Barla’ya gidiyorlar.
Üstad onun durumunu görünce, elini arka tarafa doğru uzatıp, bir kese kağıdından hurma alıyor ve, “Peygamber Aleyhisselam, Kâbe-i muazzama’dan İhsan’a orucunu açması için hurma gönderdi” diyerek ikram ediyor.
İhsan Ağabey de 70 günlük orucunu açıp konuşmaya başlayınca… Dr. Tahsin Tola; İhsan Ağabeyin halinin bir hastalık olmayıp, mânevî bir hal olduğunu anlıyor ve Üstad’ın bir kerametini de müşahede edince, derhal Üstad’ın ayağına kapanıyor… Üstad hemen elinden tutup; “Kalk Tahsin!” diyerek kaldırıyor ve Türkiye’nin maruz kaldığı anarşi, inkâr ahvali ile alâkalı olarak ders vermeye başlıyor…Ardından da Başbakan Adnan Menderes’ten Risale-i Nurların matbaalarda basılmasının önündeki engellerin kaldırılması için yardımcı olmasını istiyor… (Sene 1954)
Bu görüşmede, Üstad, İhsan Ağabeye; “Senin duaların geçgin olsun! Ama, bedduaya izin vermiyorum.” diyor.
Bu hatıradan hepimizin alacağı ders ve ibret var. Hassasiyetini kaybetmeyen şefkatli fedâkarlar, gözden uzak olanlar gönülden de uzaktır havasına hiçbir zaman düşmüyorlar. Mazlum ve mağdurlara düşen ateş önce beni yakar deyip hemen harekete geçiyorlar, geçmeleri lâzım geliyor…
Üstad Hazretleri Ali İhsan Tola Ağabeye ayrıca, “Ali İhsan, kendimizi yeteri kadar beslemezsek, hizmet edemeyiz. Bak ben on beş günde bir et aldırıp kıyma yaptırarak, köfte yaptırıyorum.” diyor ve köftelerden Ali İhsan Ağabeye de veriyor. Demek ki, hizmet edebilmek için aşırıya gitmeden beslenmek, israfa düşmeden hiç olmazsa, kifâf-ı nefis etmek gerekiyor. Mağdur ve mazlumlar için hem dua edelim, hem de elimizden gelen yardımı yapmaya çalışalım… Kışlar ve geceler ebedî olmadığı gibi ve karanlık günler de sonsuz değil… Ümit ediyoruz ki, bâtılın zevâli çok yakın… Aydınlık günler de…