İlker Başbuğ, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en tartışmalı komutanlarından biri belki de birincisi. Genelkurmay Başkanlığı öncesi, görev dönemi ve emeklilik yılları üzerinde uzun zaman konuşulacağa benziyor. Yaptıklarını analiz etmek için kişilik özelliklerine yakından bakmak gerekiyor. Onu anlatmak için bilgisayarın başına oturduğumda ilk aklıma gelen kelime ‘gölge’ oldu. Bazen üstlerinin gölgesinde iş bitirmeye çalışan, zoru gördüğünde astlarının arkasına saklanan bir kağıttan kaplan.
İnternet Andıcı Davasında çoğu tanık ona işaret ettiği halde faturayı astlarına kesmekte tereddüt etmedi. Dönemi, ihmal kaynaklı karakol baskınlarının en fazla yaşandığı yıllardı ve bunların sorumluluğunu da üstlenmedi. Tam tersine ortaya çıkaran gazetecileri tehdit etti.
Akranı generaller Başbuğ’u ‘kariyerist’ olarak anıyordu. Özden Örnek’in darbe günlüklerinde geçen ifade, önü tıkanacağı için darbe planlarına destek vermemekle suçlanıyordu. Onlarınki elbette özrü kabahatinden büyük durumuydu. Ama Başbuğ’un cuntadan uzak duruşu demokrasi havariliğinden kaynaklanmıyordu. Jandarma Genel komutanı Şener Eruygur ‘GenKur’ olsaydı terfi sıralamaları altüst edilecekti. Bütün mesele bundan ibaretti.
İmza attığı skandal onun kurnaz bir kariyerist olduğunu göstermeye yetiyordu. Ankara’daki cuntaya mesafeli dururken İstanbul’da kendi projesini uygulamaya çalışan Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’a yol veriyordu.
Hikaye kısaca şöyle: 5-7 Mart 2003 tarihinde Türk-Yunan sınırında icra edilecek plan seminerinde Çetin Doğan, dış tehdit senaryosuna ek olarak -içinde bölücü ve şeriatçı grupların kalkışmasının da yer aldığı- iç tehdit senaryosunu ekleyerek, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na (KKK) iletiyor. Komutan Orgeneral Aytaç Yalman, Kurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’a, iç tehdit senaryosunun görüşülmemesi talimatını veriyor. Doğan, talimatı dinlemeyeceğini gösteren bir uygulama emri yayınlıyor ve KKK’ya da gönderiyor. Ama bu bilgi Yalman’dan saklanıyor.
Yalman, Balyoz yargılamaları sırasında ortaya çıkan bu gerçeği kendisinden saklayan Başbuğ’a sert tepki göstermişti. “Emrime aykırı seminer niçin yapıldı? Yapan ve yapılışında her türlü bilgi ve belgeyi benden gizleyenler niçin itham edilmiyor? Seminerin emrime aykırı yapıldığını bilenler yasalar gereği niçin bana haber vermediler?” şeklinde sorular yöneltiyor. Yalman’ın “Eğer siz görevinizi yapsaydınız bugün Balyoz diye isimlendirilen dava olmayacak, yüzlerce suçsuz insan cezaevine girmeyecekti” cümlesi aslında ağır bir itham. Başbuğ buna cevap vermek yerine Edip Başer’in gölgesine sığınıyor ve ‘o olsaydı bu davalar açılmazdı’ imasında bulunuyor.
Başbuğ’un yumuşak karınlarından biri de Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesi. ‘Örtülü darbe 1993’ün önemli olaylarındandı Aydın cinayeti. Tıpkı Eşref Bitlis gibi Kürt sorununun çözümünde farklı düşüncelere sahipti ve onun gibi şüpheli şekilde öldü. Aydın’ı, Lice’ye çatışma yaşandığı gerekçesiyle Başbuğ’un gönderdiğini biliyoruz. Kamuoyuna yalanlasa bile ailesine bu bilgiyi teyit eder şekilde konuşmuştu. (Arşivlerimiz yok edilmeseydi Aksiyon Dergisinde yaptığımız özel haberleri okumanızı önerirdim.) Tuğgeneral Aydın, Lice Jandarma Bölük Komutanlığı’nın önünde açık alanda emir subayıyla sohbet halindeyken başından vurularak öldürüldü. Olay yerine ilk gelenler Korgeneral Hasan Kundakçı ve Tümg. Başbuğ’du. Tutanağın yazılmasına bizzat nezaret etti. İlçeye inişleri de dahil, olayla ilgili neredeyse bütün ayrıntılarda ikisi farklı hikaye anlattı. Darbe yargılamalarıyla birlikte o dosyada raftan indi ve aynı zamanlamayla kapatıldı. Başbuğ, canlı yayında bile olsa yöneltilen sorulara kontrolsüz tepki göstererek buradaki açığını ele veriyor.
28 Şubat sürecinin en hararetli günlerinde MGK Genel Sekreterliği Başyardımcısı koltuğunda Başbuğ oturuyordu. Psikolojik Harp unsurlarını yöneten Toplumla İlişkiler Birimi’nin doğrudan bağlı olması bu koltukta oturan kişiyi önemli kılıyor. Bilindiği üzre kararların takibi görevi MGK Genel Sekreterlikteydi. Başbuğ, özgeçmişinde yer alan bu bilginin çok fazla konuşulmasından da rahatsız duyuyor.
Eski Genelkurmay Başkanı’nı tanımlayan ikinci sözcük ise kibir. Bir gölge nasıl kibirli olabilir? diyebilirsiniz. Kibiri, özgüvenden ayıran şey zaten dayanaksız olması değil mi? O, profesyonel PR hizmeti alan herhalde tek TSK komutanıdır. Donanımındaki boşlukları cilayla doldurma çabası gözden kaçmıyordu. Entellektüel komutan algısı oluşturmak için gazetecilerin yanına elinde kitapla gelir, konuşmalarında önemli yazarlara atıfta bulunurdu. Ancak en bilindik ifadeleri bile kağıttan okuması yanında, komik kaçan yanlış tonlama ve vurguları, o sözlerin üzerinde iğreti durmasına yol açıyordu.
Parası savunma bütçesinden karşılanan ve muvazzaf subayların ‘görev’ yaptığı internet sitelerinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan ile eşlerine hakaret hatta okur yorumu görünümünde galiz küfürler edildi. Şimdilerde Erdoğan’a şirinlik yapmak için ‘FETÖ’yle mücadelede yalnız bırakıldı’ diyor ve Gül’ü suçluyor. YAŞ toplantılarında Başbakan Erdoğan’ı daha uzlaşıcı, Cumhurbaşkanı Gül’ü ise daha ısrarlı görmüş. Oradan 15 Temmuz’a link atıyor. Oysa Gül’ün sadece iki konuda ısrarlı olduğu biliniyor. Biri eşi Hayrunnisa Gül ile tokalaşmamak için halının karşısına zıplayan Aslan Güner’in emekliliği; diğeri ise Kayseri Lisesi’nden arkadaşı Hulusi Akar’ın terfisi.
İnternet Andıcı davasından dolayı hapis yatmış olması ona kısmi bir dokunulmazlık sağlıyor. Aksi halde her fırsatta aşağıladığı çalışma arkadaşları başta olmak üzere birçok kesim, bu kibir abidesinden intikam almak için sıradaydı. O, laikçi kamuoyu için de tam bir hayal kırıklığıdır. PR’la sağlanan büyük beklentiyi karşılamak şöyle dursun pek çok mevziyi Erdoğan’a teslim etti. Bunun en önemli sebebi İnternet Andıcında suçüstü yakalanmasıydı. Darbe davalarında savunma avukatı gibi çalışan Sedat Ergin bile “Neresinden bakılırsa bakılsın bu iddianame, Genelkurmay açısından ciddi ölçülerde baş ağrıtacak bir yargılama sürecini haber veriyor.” Şeklinde yazmak zorunda kalmıştı.
İnternet Andıcı belgesinin sahiciliğinin inkar edilemediğini belirten Ergin karârgahdaki sıralı 12 komutanın parafına ve ikinci Başkan Hasan Iğsız’ın parafının yanındaki ‘Sn. Komutana arz’ ibaresine dikkat çekiyordu. İddianamede özellikle ‘irtica.org” ve “türkatak.gen.tr” adlı sitelerde hükümeti hedef alan eleştirel, suçlayıcı hatta aşağılayıcı yayınlar belgeleriyle ortaya konuyordu. Başbuğ belgeyi ve tanıkları inkar ederek suçu astlarına atmayı yeğledi. Oysa askerlik gibi mesleklerde tam aksine, haberi olmayan işin bile sorumluluğunu üstlenmesi beklenir.
İşte bu yüzden o kağıttan bir kaplan ve kibirli bir gölge…