Salona girdiğimizde ilk fark ettiğimiz yüzündeki tebessüm oldu. Öyle ki içi içine sığmıyormuş gibi bir halet-i ruhiye içindeydi. Onu bu halde görmek pek alışılagelen bir durum olmadığı için hem şaşkın hem de mutluyduk. Bir yandan da bir merak hepimizi sarmıştı, acaba ne olmuştu da onu bu kadar mutlu etmişti?
Misafirler dışarıda yağan kara ve buz gibi havaya inat oldukça sıcak olan salona yerleşip nazarları bu çilekeş insana çevirdiğinde o da anlatmaya başladı.
“Bugün ihtida etmiş bir bacımız eşiyle beni ziyarete geldi. Bu fakirden yeni bir isim rica ettiler. Ben de hiç adetim olmamasına rağmen bir değil iki isim birden verdim. ‘Meryem Azra’
Onların o tatlı şiveleriyle ‘La ilahe illallah Muhammedun Resulullah’ deyişleri beni öyle mutlu ediyor ki içimin yağları eriyor. Bu söz öyle bir söz ki bir cümleyle cennet kapıları ardına kadar açılıyor. Siz Avrupa’da yeniden bir şehir fethetseniz inanın beni bu kadar sevindirmez.” derken gözlerinin içine yayılan mutluluk salonda gezdirdiği bakışlarıyla tüm misafirlerin ruhlarına da işliyordu.
Sonra “Telefonumda da kayıtlı böyle 3-4 tane daha yeni ihtida etmiş insanların kelime-yi şehadeti söyleyişleri var. Arada açıp onların hoş dillerinden bunları dinliyor ve mutlu oluyorum.” dedi. Ardından “İnşallah bu sözü doğru olarak söylemeyi öğrenirler ve sonra da istikamet üzere doğru olarak yaşarlar.” deyip dua etti.
“Belli olmaz kim bilir ben de belki bazılarının hidayetine vesile olmuşumdur, burada da buna şahitlik edecek bir iki kişi vardır.” deyince neredeyse 30 yıldan fazladır yanında bulunan arkadaşlarından üçünün muzip bir talebe gibi hemen ellerini kaldırıp “Biz şahitiz.” demeleri de dudaklarda tebessüm oluşturdu.
Bir talebesine işaret edip biraz önce anlattığı bacımızın kendisine getirdiği hediyeyi odasından getirmesini rica etti. Kısa bir süre sonra üzerinde Efendimizin “şemail“i bulunan kocaman bir tablo getirildi. Hocaefendi büyük bir mutlulukla tabloyu gösterirken tek tek her satırı özenle ve elle işlenmiş Arapça tablonun yapılmasının ne kadar zahmetli bir uğraş olduğunu anlatıyordu. Ertesi gün salona girdiğimizde ise o tablo duvarda asılı sanki dinleyenlere gülümseyerek bakar gibi duruyordu…
Dışarının dondurucu soğuğundan kaçıp korunmak istedikleri için midir ya da başka bir sebebi olduğundan mı bilinmez mekanın her yerinde küçük uğur böcekleri dolaşıyordu. Namaz kılınan mescitten Hocaefendinin odasına kadar her yerdeydiler.
Tüm misafirler o yüzden adımlarına dikkat ediyor, secde ederken bile onlardan biriyle kafa tokuşturup zarar vermemek için azami gayret sarf ediyor, bazen de nazikçe alıp cam kenarına bırakıyorlardı.
Başka bir akşam bu sefer Hocaefendiyi üzgün görünce hepimizin canı sıkılmıştı. İşte o uğur böceklerini kastederek “Dün akşam odamda bunlardan iki misafirim vardı. Birini hareketsiz görünce kontrol ettim, çoktan ölmüştü. Artık onun için yapacak bir şey kalmamıştı.” dedi ve bunları söylerken sesinin tonuna yansıyan üzüntü tüm misafirlere de aksetti.
“Diğerinin kıpırdadığını görünce hemen onu alıp bir muz kabuğunun üstüne koydum. Belki bir şeyler yer de canına can gelir ve yaşamaya devam eder diye düşündüm.” deyip hemen birini odasına gönderip o muz kabuğunu getirmesini istedi.
Biraz sonra gelen kabuğa bakıp o böceğin de öldüğünü anlayınca üzüntüsü iyice arttı ve dudaklarından tarihe geçecek o kelimeler döküldü: “İnsanın imanı mahlukata duyduğu şefkat derecesindedir.”
O bunları söylerken bir uğur böceğini kurtarmak için bile bu kadar uğraşan bu zata atılan iftiralar, hakkında söylenen yalanlar aklıma geldi. O ise ikram edilen çayı yudumlarken göz pınarlarında oluşan damlaların akmasına engel olmaya çalışıyordu.
Elindeki çay bardağını koltuğun kolçağına bırakıp tekrar eline aldığında bir leke oluştuğunu görünce bundan çok rahatsız oldu. Hayatının her anında her türlü kirden, pastan, lekeden uzak kalan bu zat için elbette bu durum kabul edilemezdi. Hemen lekeyi sildirip çıkıp çıkmadığını da kontrol ettikten sonra lekenin kaybolduğuna iyice kanaat getirdi ve derin bir iç çekerek:
“Keşke içimizdeki lekeler de böyle silinince hemen çıksa.” deyip hüzün içinde salonu terk etti.
fsemih.yilmaz@gmail.com