Bahis, bazı meczupların kendini Mehdi ve Mesih ilan edip garip işler yapmaları üzerine açılıp bir de üzerine sorulan sorulara alakasız, tuhaf cevaplar veren birkaç sokak röportajı izlenince salondaki tüm misafirleri oldukça şaşırtan ibretli bir kıssa anlatmaya başladı.
“Zamanın birinde bir padişah varmış. Bir gün ülkenin ahvalini anlamak için tebdil-i kıyafet gezerken yolu hasbel kader bir tımarhaneye düşmüş. Rastgele bir odaya girip hastanın biriyle hasbihal ederken birden fark etmiş ki bakışlarından kör olduğu anlaşılan adam gayet mantıklı konuşuyor.
Adamı merak ve de hayranlıkla dinleyen padişah şaşkınlıkla ‘Seni buraya kim koydu? Bana kalırsa senin dışarıda olman ve hatta insanlarla konuşarak onlara nasihatlar vermen gerek.’ demiş.
Kendisine söylenen bu övücü sözler üzerine kör adam birden ciddileşerek ‘Ben zaten bir peygamberim, etrafımdakilere durmadan söylüyorum beni çıkarın diye ama kimseyi inandıramadım.’ deyince padişah daha büyük bir şaşkınlıkla odayı terk edip hemen diğer odaya girmiş.
Bu odada da konuşulanları tam anlayamayan sağır bir adam oturuyormuş. Padişah adamla konuşmaya başlayınca bunun bir önceki kör adamdan daha bilgili, daha mantıklı olduğunu anlamış. Üstelik bu adam çok daha güzel konuşuyor ve anlattığı meseleleri çok daha beliğ ifade ediyormuş.
Adamın hal, tavır ve konuşmalarından çok etkilenen padişah ‘Sen çok akıllı bir adama benziyorsun. Senin burada ne işin var anlamadım. Bence senin dışarıda olup insanlara dersler vermen lazım. Hem sen şu yan odadaki kendini peygamber ilan eden kör adam gibi de değilsin.’ deyince sağır adam birden ayağa kalkıp sinirli bir şekilde ‘İzzet ve celalime yemin ederim ki ben kör bir peygamber göndermedim.” demiş.
Hocaefendi son sözleri biraz da tebessüm ederek söyleyince ondaki bu tavır hemen misafirlere de yansıdı ve herkeste bir tebessüm oluştu. Ama bu durum gayet kısa sürdü. Hocaefendi anlattığı kıssanın ardından biraz da iç çekerek “Ne yazık ki ülkeyi de böyle tımarhaneye çevirdiler.” dedi.
Başka bir gün de çocukluğuna ait bazı anıları anlatırken “Çocukken geceleri dışarı çıkar, Erzurum’daki türbeleri tek tek dolaşır ve hepsine Yasin okurdum. Hatta benim gece yarılarına kadar gezmemden şüphelenen Emniyet, peşime polis bile takmıştı. İşte o türbelerden biri de evliyaullahtan Habib Baba diye bilinen bir zata aitti.
Habib Baba, 4. Murat döneminde yaşamış bir Allah dostu… Bir gün hacca gitmek niyetiyle yola çıkmış ama İstanbul’dan hac için kalkan gemiyi kaçırınca bir başına koca şehirde kalakalmış. Yol meşakkatinin verdiği yorgunluğu atmak ve kirden tozdan da arınmak adına bir hamama gitmeye karar vermiş.
Tevafuk bu ya Habib Baba’nın önüne kadar geldiği hamam, 4. Murat’ın vezirleri tarafından kapatılmış ve içeride hem yıkanıp hem de eğlendikleri için de hamamcı iyice tembihlenerek hamama başka kimseyi almaması hususunda sıkı sıkı uyarılmış.
Kapıda adeta duvar kesilen hamamcı, Habib Baba’nın ısrarları sonucunda kimseye belli etmeden bir köşede yıkanacağı sözünü de alarak Habib Baba’yı hamama sokmaya razı olmuş.
Bu arada tebdil-i kıyafet vezirleri takip edip ne yaptıklarını kontrol eden 4. Murat da hamamın önüne gelip hamamcı engeliyle karşılaşınca uzaktan izlediği Habib Baba’yı örnek gösterip aynı onun gibi kimseye belli etmeden bir köşede yıkanacağının sözünü de vererek Habib Baba’nın yanındaki kurnaya oturmuş.
Habib Baba, gelen adama bakıp ‘Madem sen de geldin, hadi birbirimizin sırtını keseleyelim.’ deyip 4. Murat’ın sırtını keselemeye başlamış. 4. Murat’ın keselenmesi bitip sıra Habib Baba’ya gelince koca padişah keseyi alıp Habib Baba’yı keselerken bir yandan da gözleri vezirlerin üzerinde ‘Baba bak biz burada tek kurnada yıkanmaya çalışırken bu vezirler zevk u sefa içinde yaşıyorlar. Bizim onlardan ne farkımız var, hiç bu Allah’tan reva mıdır?” deyip uzun uzun vezirlerden yakınmış.
- Murat’ı tebessümle dinleyen Habib Baba ise kerametvari bir şekilde padişaha bakıp “Evladım, sen öyle bir padişaha kul ol ki senin uyuz sırtını şu vezirlerin padişahına keseletsin.” demiş.”
Hikayeyi anlatmayı bitirince yüzü birden ciddileşti. Başını iki yana sallayarak “Evet, işte öyle bir sultana kul olmak lazım.” dedi.
Zaten bugüne kadar sadece “O” sultana kul olmuştu. Şu dünyaya sultan olma hırsı adına ondan işledikleri günahlara ses çıkarmamasını isteyip kendilerine boyun eğmesini bekleyenler geldi aklıma. Dünya sultanlığı beklentisi adına ahiretlerini feda edenler… Ve onların oradaki pişmanlıklarını tablolaştıran Kuran’ın çağlar ötesi beyanı:
“… Keşke kitabım bana verilmeseydi de hesabım nedir bilmeseydim. Keşke ölüm her şeyi bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Saltanatım, sultanlığım da bir anda yok olup gitti.” (Hakka Suresi)
fsemih.yilmaz@gmail.com