Austin’de çocuklar ve gençlerin katıldığı bir namaz programı yapmıştık. Sohbet boyunca “Namazı niçin ve nasıl kılmalıyız?” konusunu, namazla ilgili resim ve videolar eşliğinde anlatıp okuyucularla sohbete geçmiştik. Sevimli bir çocuk masamın önünde durdu.
“Bir şey sorabilir miyim?” dedi.
“Tabiî ki sorabilirsin, ama önce tanışalım. Adın ne, kaç yaşındasın?” dedim.
“Adım Halil, on yaşındayım. Biz bir iyilik yaptığımızda Allah bir sevap mı verir, iki sevap mı?”
“Bir de vermez, iki de vermez” cevabını verdim. O cevabıma şaşırmış, nasıl olur, diye düşünürken devam ettim:
“Çünkü normal zamanlarda her iyiliğe on sevap verir. Cuma günleri daha fazla, Ramazan’da bin sevap, Kadir Gecesinde otuz bin sevap verir. Hatta kişinin ihlasına, zamana ve şartlara göre bu sevap yüz binleri, hatta milyonları bulabilir.”
Biraz sohbet ettikten sonra:
“Ben de sana bir soru soracağım” dedim. “Az önce yaptığımız sohbeti nasıl buldun? Sevdin mi, yoksa sıkıldın mı?”
Küçük Halil, çok manidar ve mesajlı bir cevap verdi:
“Sohbetten çok zevk aldım. Ailem, ‘Namaz kıl’ diyor, ama niçin kılacağım? Ben şimdi namazın anlamını öğrendim.”
Halil’in bu cümlesi bütün yorgunluğuma ve uykusuzluğuma değmişti.
Son aylarda hayatımın en yoğun ve yorucu, ama en verimli ve faydalı programlarından birine katıldım. Hamdolsun binlerce kardeşimizle “Niçin ve nasıl namaz kılmalıyız?”, “Aile içi iletişim”, “Risale-i Nur’u okuma ve anlama yöntemleri”, “Hizmet şuuru ve mesuliyet”, “Duada derinlik ve külliyet” gibi konuları konuştuk.
Özellikle Amerika’da katıldığımız yılsonu okuma ve seminer programları birçok bakımdan tebrik ve takdire şayandı. Rabbim programları yemeğinden ibadetlerine, seminerlerinden türlü aktivitelerine kadar düşünüp planlayan ve organize eden arkadaşlarımızdan da, başka cazip tatil ve gezi seçeneklerine iltifat etmeyip ailece sohbet-i canana odaklanan kardeşlerimizden de ebeden razı olsun.
Her bir programda yaşadığımız güzellikleri kaleme almak elbette çok uzun olur. Ben bu yazıda sadece özet bir şekilde birkaç tesbitle beraber bazı anekdotlara yer vermek istiyorum.
Öncelikle bütün etkinlikler en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı. Cemaatle kılınan namazlar, tesbihatlar, teheccüd ve hacet namazları, yemek saatleri, evrad ve ezkar paylaşımı çok güzel ve ahenkliydi.
Programlara ailece katılım olduğu için çocuktan büyüğe her yaştan kardeşimizle program yapmak ve tanışmak mümkün oldu.
Biliyorsunuz, normal zamanlarda bir yere dışarıdan gelen bir hocanın yaptığı sohbet programları haftada veya ayda bir olur. İnsanlar da gün içindeki programlarını ayarlayarak sohbete katılır. Bazen geç gelebilir, erken gidebilir. Otel programlarında ise konuşmacı da dinleyici de tamamen programa kilitlenmiş olduğu için istifade kat kat artıyor. Programlar genelde vaktinde başlayıp vaktinde bitiyor.
Programların en yoğun ve zorlusu, herhalde sekiz saatlik kara ve hava yoluculuğundan sonra yarım saat uyuyup yaptığımız Dallas programıydı. Bir günde dört sohbet yapacaktık. “İnşallah ilk program öğleden sonradır” duam kabul olmamıştı. İlk şoku, programın sabah saat 9.15’te başladığını öğrenince yaşamıştım. Hayırlısı olsun dedim. Nasıl olsa saat 11 ile 13 arasında iki saat dinlenme imkanımız vardı. Ancak nezaket timsali bir kardeşimizin, “Hocam yorgunsunuz, ama kız öğrencilerimize de bir program yapabilir miyiz?” sorusuyla yeni bir programımızın daha olacağını öğreniyordum.
Bu teklife hayır demek mümkün müydü? Gençlik hevesleri ve ahir zaman tuzaklarının hedefindeki ciğerparelerimiz, aileleriyle iman ve Kur’an derslerine katılmaya gelmişler, biz de sohbete koşmayıp mazeret mi üretecektik? Yıllar önce izini sürdüğümüz güzide insanlar bir öğrenci bulabilmek için şehir şehir, köy köy dolaşmamış mıydı?
Bu düşüncelerle, “Elbette bir program daha yaparız” cevabını verdim. 50 civarında öğrenciyle “Namaz sevgisi ve şuuru” konulu programımızı yaptık. Hamdolsun çok istifadeli oldu. Bittikten sonra yanıma gelen gençler çok etkilendiklerini ve hiç sıkılmadıklarını belirterek teşekkür ettiler.
Gençlerin çoğu namaz deyince düz anlatım yapılacağını ve sıkılacaklarını sanıyorlar. Fakat görsel malzemelerle süsleyip farkındalık oluşturduğumuz ve interaktif yaptığımızı görünce de hiç sıkılmadan ilgi ve merakla izliyorlar.
Bu arada programı düzenleyen kardeşlerime bir hatırlatmam olacak. Hazır ortam ve dinleyenler olduktan sonra gücümüz yettiğince program yapabiliriz. Namaz kılmak, idare edecek kadar bir şeyler atıştırmak ve biraz dinlenmek dışında kalan zamanımızı elden geldiğince sohbet-i canan için değerlendirebiliriz. Yoksa yarın ruz-i mahşerde, “Ey Cemil Hoca, hakikate müştak gönüller sana tenezzül ve teveccüh edip sohbet rica ettiler, neden yapmadın?” denilirse ben onun hesabını veremem. Elbette ne yazmak ne konuşmak haddim ve hakkım değil. Bana cesaret veren, halis kardeşlerimin ve masum çocukların istifade ettiklerini söylemeleri.
Kamp günleri sürekli koşturmakla geçse de, müsait vakitlerde program dışı ikramlar da oluyordu. Bazen Affan Dedeye para sayıp çocukluğunu satın alan Cahit Sıtkı gibi ben de pamuk helvanın tadına bakıp çocukluk yıllarıma gittim. Bu arada Washingnton DC’nin programındaki daha ilk lokmayla “yandım Allah!” dedirten “az acılı” çiğ köfteyle, Houston’daki harika künefeyi de anmazsam olmaz. Yapanların eline sağlık.
Çiğ köfteyle ağzımızı yakan ağabey, kamptan sonra çok tatlı bir müjde verdi. Yeni bir Külliyat almış ve hemen okumaya başlamış. Bana attığı mesajda, “Tavsiye ettiğiniz gibi önce Sözler’den Konferans’ı okudum, sonra baştan devam ettim. Şimdi 13. Söz’deyim. İnşallah Külliyatın tamamını okuyacağım” diyordu.
Programlarda yaşlandığımızı hissettiren tevafuklar da oldu. Yıllar önce sohbetlerde havaya attığımda, “Bir daha bir daha” diyen Can Ahmed’le Dallas’ta karşılaştım. Sivas programında üç yaşındayken beni güreşte yenen İsmail’le de New Jersey’de görüştük. Maşallah, kocaman delikanlı olmuşlar. Rabbim hizmette yaşlandırsın. Gerçi hizmet insanı gençleştirir ama…
Yılsonu programlarından sonra Hocaefendinin bulunduğu kampa gittik. Oradaki izlenimlerimi bir başka yazıda ele almak istiyorum inşallah. Ama kamptayken gittiğimiz Kuzey Doğudaki üç şehirden kısaca bahsetmek istiyorum. Bunlar Rochester, Buffalo ve Syrucuse idi. Üçünde de namaz ve aileyle ilgili programlar yaptık. Yolu saymazsak bir güne üç şehir altı program sığdı elhamdülillah. Teksas’taki şehirlerde hava çok sıcaktı. Kış da olsa baharı yaşadık sanki. Kuzeyde soğuk ve karlı günler yaşansa da sımsıcak programlar oldu.
Amerika’dan sonra Hollanda, Almanya ve Fransa’nın muhtelif şehirlerinde programlar yaptık. Şu anda Finlandiya yolundayım. Evde başladığım yazıyı uçakta bitirmeye çalışıyorum.
Birkaç anekdot da Deventer’den aktarayım. Programların tamamı namaz üzerineydi. Her zaman olduğu gibi büyüklerin programına çocukları ve gençleri de davet ettik. Çünkü namaz ortak meselemizdi. Namaz ve benzeri konulara çocuklar da pekala katılabilir. Onlar gelmezse ebeveynlerden birinin evde kalması gerekiyor. Çocuklar katılınca hem anne ve babanın her ikisi de geliyor, hem de çocuklar istifade etmiş oluyor. Nitekim programdan sonra 11 yaşındaki Harun:
“Benim uykum yoksa bile uyur gibi yapıp namaz kılmadığım olurdu. Ama şimdi hepsini kılacağım. Babam kaldırırsa sabah namazlarına da kalkacağım” dedi.
Hemen babasına döndüm.
“Bak abi Harun’u duydun. Her sabah kaldırıp cemaatle kılabilirsiniz” dedim.
Sohbetin sonunda bir ağabey, “Biz program yaparken çocuklar mescitte oynar, gürültüleri toplantı salonunda bile bizi rahatsız ederdi. Ama bugün yanımızda oldukları halde çok sessiz durdular” diyerek hayretini dile getirdi.
Elbette bu durum, masum çocukların ve namazın kerametidir. Aile içi iletişim ve çocuk eğitimi gibi konularda veya ağır ilmî seminerlerde elbette çocuklar olmamalı. Ancak hem istifade edebilecekleri hem de anlayabilecekleri konularda çocuklar olmalı. Sunumlar onların anlayabileceği gibi ve cazip yöntemlerle yapılmalı. Anne babalar faydalı programları dinleyen çocukları farklı şekillerde ödüllendirerek teşvik etmeli. Aksi takdirde çocuklarımızdan hep şikayet ederiz veya eğitimleri eksik kalır.
Onlar aslında bazen sohbete acıkabiliyorlar. Nitekim Marsilya’da programdan önce bir çocuk yanıma geldi.
“Bize namazı mı anlatacaksın?” dedi.
“Evet” dedim. “Ama resim ve filmler göstererek.”
“Ben de babama beni de sohbete götürmesini söyleyip duruyordum, ama götürmüyordu. İşte bugün ben de sohbete geldim” dedi. İsmi Mehmet Akif’miş. Programı baştan sona dikkatle dinledi.
Gerçekten çocuklar süreci de hizmeti de dikkatle takip ediyor ve küçük dünyalarında büyük değişim ve olgunlaşma yaşıyorlar. Aynı programda sekiz yaşında Fatma isminde bir çocuk yanıma geldi. Gözleri dolu dolu, sesi titrekti:
“Hocaefendi’nin hasta olduğunu söyledin. Ben onu çok seviyorum ve hastalığına üzülüyorum” dedi.
Annesi de oradaydı.
“Annen ile birlikte Tahmidiye okuyup Hocaefendi’ye dua edersen selamını söylerim” dedim. Kabul ettiler: “Tamam, okuyup dua edeceğiz.”
Program için ille de büyük bir mekan olması da şart değil. Bir evde, büyükçe salonun bir köşesinde beyler, diğer köşesinde hanımlar ve çocuklar namaz programı yapıyorduk. Başta iki kız çocuğu varken salonda göremedim ve çağırmalarını söyledim. İsimleri Cemile ve Rumeysa idi.
“Rumeysa niçin yukarı çıktınız” diye sordum. “Yoksa sıkıldınız mı?”
“Evet” dedi.
“Peki ders çalışmak çok mu zevkli” dedim. “Bilhassa matematik, yabancı dil çalışırken sıkılmıyor musun?”
“Aslında sıkılıyorum” cevabını verdi.
“Ama başarmanın mutluluğu seni çalışmaya teşvik ediyor. İşte namaz da böyle kızım. Nefis ve şeytan namazdan hoşlanmaz. Ama biz aklımızı, kalbimizi ve manevî duygularımızı dinleyeceğiz. Namaz kılarken Rabbimizle konuşmuş, dua etmiş oluruz. İçimiz rahatlar, huzur buluruz. Ayrıca ahirette hem cezadan kurtuluruz, hem de cenneti kazanırız.”
Sonra programa devam ettik. Bittikten sonra Rumeysa, hem çok etkilendiğini belirterek ikindi namazında cemaate katıldı, hem kitap imzalatıp fotoğraf çektirdi. Rabbim namaz aşkını ve şevkini daimî etsin.
Bütün programlarda ikili tanışmalar, dertleşmeler, dualaşmalar ve bazı özel soru-cevaplar ise apayrı kazanımlar ve güzellikler diyebiliriz.
Paylaşılacak çok şey var ama biz son olarak vazifeli bir kardeşimizin hepimize örnek olacak şu sözünü aktaralım:
“Bizim burada küsme, kırılma, geri çekilme yok. Sürekli bir faaliyet içindeyiz. Seminer, kermes, konferans, okuma programı, gezi gibi aktivitelerle devamlı hizmet aşkımızı ve şevkimizi ayakta tutuyoruz.”
Evet hizmet, faaliyet, aksiyon birlik ve beraberliğe vesiledir.
Ne güzel söylemiş Üstad hazretleri:
“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir).”
“Uhuvvet için bir düstur beyan edeceğim. O düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârane (uyumlu) ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider. وَ لاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ رِيحُكُمْ (“İhtilafa düşmeyin, sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de gider.” Enfal Suresi: 46) işaret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatın tadı kaçar.”
“Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır.”
Her şeyde vasat (orta) yolu tavsiye eden Üstad, ihlasta ihlâs-ı etemmi, sadakatte azamî sadakati, irtibatta ise müfritane (aşırı ve yoğun) irtibatı tavsiye etmiştir.
Peki, irtibat neyle olur?
Hizmet, faaliyet ve aksiyon ile olur.
Yani program, gezi, sohbet, seminer, kermes, manevî gece, okuma kampları gibi vesilelerle gerçekleşir.
Evet büyük bir imtihan, ağır bir süreç, çok yönlü bir sıkıntı yaşıyoruz. Ama silkinip doğrulmak, koşmak ve şahlanmak lazım.
Çünkü bizi sıfırdan bu noktaya getiren Rabbimiz nice güzellikler yaratır.
Bugüne kadar deryalarda boğulmadık, derede boğulmayız inşallah.