Siz hiç ne adına olduğunu bilmediğiniz bir savaşın ortasında çaresiz ölümü beklediniz mi? Ailenize telefon açıp, ‘bizi durmadan bombalıyorlar, herhalde şehit olacağız’ dediniz mi?
Siz hiç yanıbaşınızda parçalanan arkadaşınızı taşımak zorunda kaldınız mı? Dünyanın en ağır yüküdür; haberi alınca bayılan annesi gelir gözünüzün önüne, için için ağlayan babayı görürsünüz duvar kenarında… Yol gözleyen eşin hali tarifsizdir. Ya çocuklar… artık tek kanatla uçmak zorundadır onlar.
Ahmet Kaya gibi söyleyelim:
Siz nereden bileceksiniz, çocuklar bir kez anne ve babası her gün ölür.Siz nereden bileceksiniz; gidenler ardında yaş bırakır, ağlayan bir eş bırakır.Hava desteği olmadan kara birliklerini başka bir ülkeye göndermek, paraşütsüz hava indirmeye yakın bir intihar girişimi. İç politikadaki sıkışmışlığı; dışardaki yalnızlık ve çaresizliği fakir evlerde çıkardığınız yangınla örtmeseniz keşke!
‘Onlar kayıp değil sadece yer değiştirdi’ diye anlatırken şehitleri, 10 saniye kendi çocuğunuzu düşünseniz, empati yapsanız, böylesine ruhsuz görünmezsiniz. Askerliğini bedelli yapan çocuklarınız, okçulukla yeteneklerini çarçur edeceğine savaş meydanlarında arz-ı endam etse de halk “biz bu uğurda ölümü göze aldık” nutuklarına ikna olsa. Şehitler tepesine sizden birileri de çıkana kadar şehit tabutlarından ellerinizi çekseniz.
Madalyonun öbür yüzü de en az bunun kadar acı…
Siz hiç Meriç’i geçtiniz mi?
Derme çatma bir botla tıka basa insan doluyken açılmak zorunda kaldınız mı?
Siz hiç koşarken kan ter içinde kalmış, devriye köpeklerinin havlamasıyla ödü kopmuş bir küçücük kızın korku dolu gözlerine bakıp, ‘sesini çıkarma’ işareti yaptınız mı? Ağlamamak için dudaklarını ısırırken yanaklarından yuvarlanan gözyaşını sildiniz mi?
Önceki kafilenin botunun battığı haberini çocuklardan gizlemeye çalışarak onları cesaretlendirmeye çalıştınız mı?
Siz hiç yürümekten iki ayak başparmağı kan toplayıp tırnağı düşen bir anneyle karşılaştınız mı? Ağlamasın diye bebeğini neredeyse nefessiz bırakacak şekilde göğsüne bastırmasını izlediniz mi?
Siz hiç yavrusu elinden kayıp giden bir babanın çaresiz yüreğine, yıkılmış haline, dönmeyen diline tanıklık ettiniz mi?
Siz hiç aşkını, geleceğini, her şeyini bırakıp giderken dönüp son bir kez bakan delikanlının acı tebessümünü gördünüz mü?
Ahmet Kaya’nın o eşsiz parçasındaki gibi desem anlar mısınız?
Nereden bileceksiniz bu insanların ölümü niye göze aldığını, nasıl yandığını, neler çektiğini, neden kaçtığını…
Elinizi güçlendirmek için kullandığınız Suriyeli mülteciler, satranç tahtasında ileri ittiğiniz bir piyon değil. Kucağında ve sırtında iki çocuğu taşıyan babayı düşünmüyorsanız, hiç olmazsa çocuklara acıyın! İmkansızı istediğimin ve istismar için yeni Aylan bebekler beklediğinizin farkındayım.
Çok sık kullandığınız dini terminolojiyle sorayım; hangi ensar, hangi muhaciri şantaj aracı olarak kullanmış? Dinden, ahlaktan ve insani değerlerden pisletmediğiniz ne kaldı geriye?
‘Avrupa da yansın’ derken benzin olarak mülteci bedenlerini kullanmaktan utanmıyorsunuz, hiç olmazsa bu kadar belli etmeyin. İnsanlığa olan inancın kırıntıları üzerinde tepinmeyin en azından.