‘Kardır yağan üstümüze geceden/ Yağmurlu, karanlık bir düşünceden/ Ormanın uğultusuyla birlikte/ Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte/ Kar yağıyor üstümüze, inceden.
…
Sesin nerde kaldı, her günkü sesin/ Unutulmuş güzel şarkılar için/ Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan/ Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu’dan/ Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!”
…
Üç ayların ilk gecesi…
Cemreler düştü düşüyor derken, kar yağıyor üstümüze, inceden…
Burası benim gurbetteki evim.
Dışarıya bakıyorum pencereden…
Kar yağıyor inceden…
Uzun hava ağıt gibi kar yağıyor. Ve ben bu kış çok ama çok üşüyorum.
Karların, sokak lambalarının ışık harelerinden, mehtabın ışığına âşık beyaz kelebekler gibi geçişi pek muhteşem.
Yapamıyorum kışta, karda üşüyenleri düşünmeden.
Annesinin kucağında koğuşa giden iki günlük Enes bebeği…
Oğlunun şehit haberini alınca, “yapma komutan, hani yaralı demiştiniz” diyerek tipiye tutulmuş bir ağaç gibi titreyen babayı.
Kanser hastası yavrusu için çırpınan anneyi, depremde eşini ve çocuklarını kaybetmiş dizlerini döven kadını…
Bu kış çok üşüyorum.
Yuvasız kuşlar gibiyim.
Durmadan mekân değiştiriyorum.
Duramıyorum eski dostları düşünmeden
Kar yağıyor inceden.
Karın rüzgârla gece dansını seyrediyorum pencereden.
Karşı tepedeki ağaçlar, ölümün ak örtüleri altında yenibahara erişebilmek için nefesini tutmuş bekliyor.
Rüzgârın uğultusu duyuluyor.
Gurbette yürek yakıcı bir kar musikinin tam merkezindeyim.
En tatlı nağmelerinde rüzgâr muttasıl türküler söylüyor incecikten yağan karlara, sabırla baharı bekleyen ağaçlara.
Bilirim Şubat soğukları haşindir.
Odam sıcak ama ben yine üşüyorum.
Kar yağıyor inceden..
Kaşı tepelere, ağaçlara, yollara, kaldırımlara.
Baharı beklerken…
Cemreler düştü, düşecek derken…
Kuşlar cıvıldayacak yine dallarda, kelebekler uçuşacak yeni bir baharda derken…
Kar yağıyor incecikten umudumun yarınlarına, yüreğimin yangınlarına, baharımın körpe dallarına.
Kar yağıyor lapa lapa…
Beyaz melekler iniyor yere…
Üç ayları müjdeler gibi…
Baharın bereketi, yazın coşkusu gibi
Kar kokuyor ortalık.
Mis gibi…
Bazı geceler yıldırımlar indirmeler yapıyor yükseklere, şimşekler ışıktan kılıçları ile yırtıyor karanlıkları…
“Unutmadım ben sizi, unutmadım kullarım, siz sahipsiz değilsiniz” nidaları.
Büyük üstad Lahikalarda, aylardan beri kuraklık hüküm sürüyordu, dualar akim kalıyordu ”diyor.
“Herkes ümitsiz, derdi maişet endişesiyle kalpler ağlarken birden Leyle-i Regaib’de üç saatte belki 100 defa Melek-i Ra’dın (bulutlardan sorumlu melek) yüksek ve şiddetli tesbihatıyla öyle bir rahmet yağdı ki, Hazreti Risalet’in bir derece, bir cihetle âlemi şahadete teşrifi umum kainata ve bütün asırlarda nazar-ı ehemmiyette ve Rahmeten lil âlemin olduğunu isbat etti ve kainat o geceyi alkışlıyor. Burada kerametiyle Leyle-i Regaib’in kerametini takviye ederek, ehl-i imana bildirdi ki:
“Siz sahipsiz değilsiniz. Kâinat kabzasında bulunan bir zât’ın, âleme rahmet gönderdiği bir istinatgâhınız vardır.” diye meyusiyet ve endişelerini kısmen izale eyledi.
Regaib ihsandır ikramdır.
Hocaefendi, “ulu günlere ve daha bir ulu güne akort olmaya teşne duygularımızı ilk defa uyarıp coşturan ‘Regâib, bir ses ve enstrüman denemesi gibidir.” Diyor.
Bir koşuş ve koşuşturma ayları başlıyor,
Cennete doğru bir koşuştur bu.
Kendine göre tadı ve şivesi olan üç aylar başlıyor.
Seherler, inayet çağrısı ile gürleyecek diller bekliyor.
Dünya ılgıt ılgıt şefkat tecellilerinde.
Canlı cansız her şeyin üzerine füsun ışıkları yağıyor.
“Yok mu dua eden duasını kabul edeyim” günleri ve geceleri başlıyor.
Ashabı Kiramdan Su’ban anlatıyor…
Rasulullah’la (sav) birlikte giderken yolumuz bir kabristana uğradı. Gözlerinden akan yaşlar göğsünü ıslatıyordu.
“Burada yatanlar Recebi Şerif’te bir gün oruç tutsalardı bu azaba maruz kalmayacaklardı”
Allah Resulü Ramazan dışında en çok bu aylarda oruç tutardı.
Ardı ardına yükselen, salkım salkım dökülen havai fişekler gibi bir birini takıb edecek mübarek geceler.
“Yirmi küsur gün sonra gelecek olan Miraç, tam hazırlanmış ve gerilime geçmiş ruhlar için âdeta, semâvî düşüncelerle, gök kapılarının gıcırtılarıyla ve uhrevîlik esintileriyle gelecek.
Beraât, bu tembihlerle uyanmış ve tetikte bekleyen sînelere kurtuluş muştularıyla seslenecek”
Ve bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi…
Adeta nazlı bir gelin edasıyla harem kapılarını aralayacak mübarek geceler…
Bu mübarek gün ve gecelerde ancak Rablerine yönelenler gönül pınarlarından fışkıran ışıklarla içinde ebedi kalacakları Firdevs cennetlerine erişebilirler.
Bu aylarda her şey ebedi renklerle tüllenir.”
Allah yolunda geçen bir ömrün sahibi söylüyor bize bunları ve yine uzaklardan çok uzaklardan sesleniyor bize…
“Keşke muttasıl teheccüde kalksa ve ağlasa insanlar. Seccadelerini ıslatsalar o gözyaşlarıyla, sonra da kalksa sıksalar; onu bir yönüyle vasıta yapsalar!.. Eğer cehennemin kıvılcımlarını söndüren de gözyaşları ise, onların dünyada söndüremeyecekleri hiçbir fitne ateşi yoktur.”
Üç ayların ilk gecesi…
İnceden bir kar yağıyor…
Gecenin siyah zülüfleri ıslanıyor.
Melekler iniyor göklerden…
Sokak lambasının ışığında sonsuz uçan beyaz kelebekler gibi hareleniyor karlar.
Üç aylarla ağarıyor gece…
Üç aylarla aydınlanıyor gönüller.
Duygularda alevlenmeler…
Gülden ve laleden rengini alan gönüller.
Cemreler düşüyor, havaya, suya toprağa, ısınsın sımsıcak olsun dünya, diye.
Bense üşüyorum.
Konyalılar Mevlana’ya soruyorlar:
“Ey Mevlana sen Şems’ten önce de büyük bir insandın, Konya’nın en büyük camisinde vaaz ederdin, halk seni severdi, millet peşinden giderdi, ne oldu sana? Şems’ten sonra ne değişti? Geceleri gözüne uyku girmemeye başladı, Divan-ı Kebir’de mağmalar gibi coşmaya kendi etrafında dönmeye başladın. Nedir sendeki bu değişiklik? Şems sana ne öğretti, ne dedi de hayatın birden bire değişti? Şiirlerinde; ”Sinem parça parça ama onu da kalbi parça parça olanlar bilir” diyorsun. Nedir sendeki bu dert, ızdırap?”
“Şems bana üşümeyi öğretti.” Diyor Mevlana. “Şems’ten önce ben üşüdüğüm zaman ısınabiliyordum. Şems bana dedi ki; “Ey Mevlana, dünyada üşüyen bir insan varsa sen ısınamazsın, dünyada acı çeken bir insan varsa sen rahat uyuyamazsın, dünyada aç bir insan varsa sen tok olamazsın.”
Asrın Mevlana’sı bize üşümeyi öğretti.
Şimdi gurbetlerde üşüyoruz.
Kar yağıyor çiçek açan dallara…
Üç ayların ilk gecesi…
Penceremden dışarı bakıyorum.
Beyaz melekler iniyor göklerden…
Buz gibi beton duvarların arkasında güneşi görmeyenleri düşünüyorum…
Hastalıktan acılar içinde kıvranan, bir mum gibi her gün eriyen,
Yurduna, yuvasına, yavrusuna hasret giden insanları düşünüyorum.
Ve ben üşüyorum…
haruntokak@gmail.com