Hizmetin yaşadığı bu ifritten süreçte yüz binlerce mensubu sorgulardan geçirildi, binlercesi hiçbir suçu olmamasına rağmen kabile devletlerinde bile rastlanmayacak hukuksuzluklarla kadın, erkek, çocuk demeden hapislere atıldı.
Nezarethanelerde, zindanlarda binlercesi işkenceye maruz kaldı, hastaların tedavileri yapılmadı, ilaçları verilmedi, içlerinde buna dayanamayıp ruhunun ufkuna yürüyenler olduğu gibi, intihar edenlerin yanında akıl sağlıklarını kaybedip yaşamdan kopanlar da oldu.
Türkiye’de sahip olduğu tüm kurumlarına çökülüp el konularak yandaşlara peşkeş çekildi. Bununla da yetinilmeyip yurt dışında faaliyet gösteren bazı okulları kah rüşvetle kah tehditle kapatılıp Maarif Vakfı denilen uluslararası hırsızlık şebekesine devredildi. Okul çalışanları operasyonlarla kaçırılıp ülkeye getirildi.
Yine bu süreçte on binlerce insan zindanlarda çürüyüp özgürlüklerini kaybetmeme uğruna nice kayıplar vererek yurt dışına çıktı. Sıfırdan, elde avuçta bir şeyleri olmadan hayata tutunmaya çalışarak zorlu bir mücadeleye girdi.
Yaşanan bu ilk şok atlatılıp insanlar olan bitenin muhasebesini yapmaya başladıklarında ise “Bu olanların sebebi nedir, sorumluları kimlerdir, biz nerede yanlış yaptık da bu hadiseler yaşandı?” sorusu her kafada adeta çınlamaya başladı.
Bu sorulara verilen farklı cevaplar sosyal medyada yazılıp çizilir oldu. Herkesin ortak bir kanaati vardı ki o da Hizmet Hareketi artık yeni bir yapılanmaya gitmeli, geçmişte yaptığı hataları iyice irdeleyip onlarla yüzleşmeli ve gelecekte aynı yanlışlara düşülmemesi adına dersler çıkarıp yapılması gerekenleri en kısa zamanda hayata geçirmeliydi.
Bu konuda belki ilk ciddi ve bilimsel çalışmayı da değerli gazeteci Bülent Keneş yaptı. İnternette yayınladığı 90 sayfalık bir raporla Hizmet Hareketinin sorunlu alanlarını tespit edip bunlara karşı teklif ve tavsiyelerde bulunup bir de gelecekte Hareketin nasıl yapılanması gerektiğine dair bir model ortaya koydu.
Altını çizerek ve notlar alarak okuduğum bu rapor Sayın Keneş’in “Niyet hayır, akıbet hayır.” sözleriyle bitiyor ki bence de yapılan çalışmanın iyi niyetli olduğunda bir şüphe yok.
“Yeni Bir Hizmet Hareketi Mümkün” başlığı altında yayınlanan çalışmanın elbette her tespit ve teklifine katılmıyorum ama altına imza atacağım pek çok tespit ve teklif de mevcut.
Katıldığım, kısmen katıldığım ve de itirazlarımın olduğu noktaları birkaç yazıdan oluşacak şekilde anlatmak istiyorum. Bilinsin ki benim de “Niyetim hayır.”
Sayın Keneş, çalışmanın Metodoloji bölümünde “Hizmet Hareketinde köklü değişimi savunan 24 Hareket katılımcısı, gönüllüsü, gözlemcisi, akademisyen/entelektüel” isme cevaplamaları için 3 soru göndermiş. Bunlar:
- Hareketin ideal anlamda vasıfları ve olmazsa olmazları nelerdir? 5 maddede açıklayınız.
- Yerelden küresele uzanan yapılanmasını ve faaliyetlerini göz önünde bulundurmak kaydıyla
a) En önemli ilkesel sorunlar nelerdir?
b) Yapısal sorunlar nelerdir?
3. Hareketi sil baştan dizayn etme imkanınız olsaydı nasıl bir organizasyon, ilke ve değerler modeli önerirdiniz? Hareketin olması/varması gereken ideal halin tanımı/tasvirini yapınız?
İşte çalışma bu soruların cevaplarından yola çıkarak yapılan tespit ve tekliflere dayanıyor. Burada ilk eleştiri noktam bu 24 katılımcının kim olduğunun bilinmemesi. Her ne kadar Sayın Keneş bunların bu konuda uzmanlıklarına kefil olsa da çalışma boyunca vurguladığı “şeffaflık” ve “objektiflik” ilkesine muhalif olarak görüşlerini aldığı kişilerin kimliklerini saklı tutmasını anlayamadım.
Bu kişiler hangi alanda akademisyenler, sosyal bilimlerde yetkinler mi, hizmet geçmişleri nedir, daha önce hareket içinde herhangi bir vazife almışlar mı, hala aktif hizmet içinde bulunuyorlar mı ya da hareketle bağlarını koparalı kaç yıl olmuş, zamanında yöneticilerle yaşadıkları bazı sürtüşmeler varsa bu durum objektif değerlendirme yapmalarına engel teşkil etti mi gibi pek çok soru bence cevaplanması gereken önemli sorular.
Bunun yanında çalışma içinde isim verilerek görüşlerinin alıntılandığı İhsan Yılmaz, Özgür Koca, Yasir Bilgin ve İhsan Çolak isimleri geçiyor ki bu akademisyenlerin 24 kişilik kadro da olup olmadıkları da belirtilmemiş.
Yine çalışma boyunca yapılan tespitlerin dayandığı tek bir yaşanılan vakanın anlatılmaması da bence önemli eksikliklerden bir tanesi. Sadece bir yerde ismini bilmediğimiz bir akademisyenin yine ismini bilmediğimiz bir ilahiyatçıyla, nerede olduğunu bilmediğimiz bir şehirde, olayın da ne olduğunu anlayamadığımız yaşananlar dipnot olarak verilmiş o kadar.
Sayın Keneş’in alıntı yaptığı tüm katılımcıların fikirlerini aktarırken hiçbir karşı görüş, şerh ya da düzeltme ortaya koymaması da katılımcılarla aynı fikirde olduğunu gösteriyor ki bizim eleştirilerimizin adresi de bu yüzden katkı sağlayan katılımcılara değil Sayın Bülent Keneş’in kendisine olacak.
Tüm bunların yanında eleştiri getirilecek bir diğer nokta ise çalışma boyunca pek çok defa tenkide maruz kalan aktif Hizmet yöneticilerinden hiçbirinden diğer 24 akademisyen gibi herhangi bir cevap istenmeyişi.
Belki Hocaefendi’nin yakınında bulunanlar da dahil olmak üzere aynı sorular bir kısım faal yöneticilere de sorulsaydı en azından fikirlerin çarpışmasından güzel hakikatler ortaya çıkabilirdi. Elbette “Ne de olsa bizi önemseyip cevap vermezler.” kolaycılığına düşülmemiştir ama velev ki öyle bile olsa en azından biz de bu tutumu sergileyen “Abi“leri isimleriyle öğrenir ve ona göre bir fikir sahibi olurduk.
fsemih.yilmaz@gmail.com