Son üç yazımda Sayın Bülent Keneş’in hazırladığı “Yeni Bir Hizmet Hareketi Mümkün” adlı raporunda değindiği tespit ve teklifleri katılmadığım noktalar açısından değerlendirmeye çalıştım.
Kaleme aldığım hususlar üzerine pek çok mail ve mesaj aldığımı daha önce belirtmiştim. Yazdığım görüşlere katılmayan okurlarım arasında haklı olarak “Hep eleştirmişsin, raporda katıldığın hiç mi tespit ve teklif yok. Biraz objektif ol.” gibi söylemler mevcut.
Aslında ilk yazımda rapor hakkında “Katıldığım, kısmen katıldığım ve itirazım olan noktaları” anlatacağımı söylemiştim. İşe katılmadığım noktaları anlatarak başladım, bu eleştirilerim bitince olumlu bulduğum düşüncelere de zaten değinecektim ki son yazımda da katıldığım bazı görüşleri paylaşmıştım. Ama madem bu konuda ısrarcı olan bir kesim var, ben de sona sakladığım o görüşlerimi öne almaya karar verdim. Ardından tekrar eleştirilerime devam edeceğim.
Sayın Keneş raporun “Giriş” bölümünde ” Hizmet Hareketinin kamuoyuyla paylaşamayacağı, deklare edemeyeceği hiçbir düşünce, niyet, amaç, misyon, faaliyet olmamalı.” diyor ki bu görüşe kesinlikle katılıyorum.
İslamiyet’in aydın yüzünü temsil ettiğini savunan, “Kalmasın el uzatmadığın bir mahsun gönül” misyonuyla dünyaya açılan bir Hareketin dünya kamuoyundan saklayacağı, gizlice el altından yürüteceği bir düşünce ve faaliyet içinde yer alması asla düşünülemez.
Kaldı ki eğer böyle bir amacı olsaydı 20 yılı aşkın faaliyet gösterdiği pek çok ülkenin dünyaca ünlü istihbarat örgütleri zannımca bunları çok daha önce ortaya çıkarır, bu planları deşifre eder ve bunun faillerini de gereken cezalara çarptırırlardı. Bilindiği kadarıyla bugüne kadar FBI, FSB, BND, MOSSAD, MUHABERAT, RAW, BND, MI6, MSS, ASIS… gibi hiçbir istihbarat teşkilatının Hizmet Hareketiyle ilgili yaptığı bir suçlama ya da tutuklamaya şahit olmadık.
Eleştirinin Türkiye kapsamında değerlendirilmesi gereken “mahrem” yapılanma ve “gizli ajanda” ithamlarını ise daha farklı bir açıdan inceleyeceğim için şimdilik burada işlemiyorum.
Bunun yanında ” Hizmet içinde bahşedilen statüler yerine esaslı ve demokratik statüler olmalı. Adamcılık, ekipçilik, itaat ve nepotizmin yerini liyakat ve kabiliyet almalı.” tespiti de zannımca herkesin altına rahatlıkla imza atacağı bir görüş.
Hareketin içinde aktif vazife alan hiç kimse geldiği konuma birilerinin tanıdığı, adamı, öğrencisi ya da arkadaşı olma vasfıyla gelmemeli. Bugüne kadar böyle bir vazifelendirme olmuş mudur, gibi bir soru sorulacaksa cevap kesinlikle olmuştur ve bu yanlıştır. Böyle bir durumun yaşanmaması için de liyakat ve kabiliyetler ön plana çıkarılmalı, bilimsel performans değerlendirmeleri yapılmalı ve görevlendirmeler bu kıstaslar çerçevesinde gerçekleştirilmelidir.
Raporda can-ı gönülden katıldığım bir diğer konu ise “Hareket içinde eleştirel düşüncenin ‘münekkitlik’ olarak algılanması ve ‘üsluba takılırım’ endişesiyle görüşlerin söylenememesi. “
Modellemesini hep Peygamber Efendimiz ve sahabe hayatından alan Hareketin iş anlatmaya gelince Hz. Ömer’e mescitte tüm cemaatin içinde hesap soran mümin erkek ve kadınları örnek verirken kendi içinde böyle bir davranışın yaşanma ihtimalinin çok zayıf olduğu bir kültüre sahip olması kesinlikle eleştiriye değer bir nokta.
Örneğin büyük bir kalabalığın bulunduğu bir toplantı ya da faaliyet sırasında herhangi bir Hareket gönüllüsünün ayağa kalkarak oranın yöneticisine itirazlarını iletip hatta hesap sorması neredeyse düşünülemeyecek bir davranıştır. Böyle bir davranış sonrası verilecek ilk tepki “Bunun yeri burası değil, özelde konuşalım, bilmediğin şeyler var.” gibi argümanlar olur. Hatta durum zülf-ü yare fazla dokunmuşsa ya yer değişiklikleri gündeme gelir ya da etrafında bir “hayırhah” halkası oluşturulur.
Öyleyse doğru olan davranış hangisidir, Hz. Ömer’e tüm müslümanlar içinde gayet de sert bir üslupla hesap sorulması mı yoksa namaz sonrası gidip yumuşak bir tavırla meseleyi iletmek mi? Bence ikisi de doğrudur ama birinci yolu seçmek, eleştirilecek bir davranış olmamalı ve egolarından sıyrılması gereken la yüsel idareciler de bunu kabullenebilmeli ve hesap verilebilir olmaktan imtina etmemelidir.
Katıldığım bir diğer görüş de “Hareket içinde yer alan kadınların hak ettikleri oranda idarecilik görevlerinde ve karar alma mekanizmalarında yeteri kadar yer almamaları”dır. Kız liselerinde bile erkek idareci uygulaması da kadınlara bu konuda gereken güvenin duyulmadığının bariz göstergelerinden biridir.
Hareket mensubu kadınlar da Hareketin her kademesinde vazife alabilmeli ve yönetim kurullarında, istişare heyetlerinde erkekler kadar bulunabilmelidirler. Elbette bu durum fiziki olarak dünyanın her bölgesinde şu an için beklenemez.
Yaşanan süreçte Hareket mensuplarının cebri hicrete maruz kaldıkları pek çok ülkede ne yazık ki sayıları azalmış ve bu yüzden yönetecek bir kurum ya da topluluk kalmamıştır. Bununla beraber pek çok kurum, birim ve insanın bulunduğu Avrupa, Amerika ve Avustralya gibi coğrafyalarda kadınlar muhakkak hak ettikleri vazifelere getirilmelidir ki bir önceki yazımda Avustralya’dan buna örnek vermiştim.
Katıldığım bir diğer husus ise “Hareketin kamuoyuna deklare edeceği bir metni olmaması.” Her ne kadar Hareket mensupları “Pırlanta“lardan Hizmet adına sayısız tanım ve prensip çıkarsalar bile kendini Hizmet Hareketi mensubu gören her bir ferdin “Hizmet nedir, vizyonu ve misyonu nelerdir?” sorularına evrensel çapta ortak cevaplar verebilmelerini önemli görüyorum.
Bu amaçla da başta Amerika olmak üzere pek çok coğrafyada geniş katılımlı “brain storm“lar yapılmış ve alınan kararlar da kamuoyuna deklare edilmişti. Bunu takdir etmekle birlikte her bir coğrafyanın “yerel” ve “kültürel” özellikleri de düşünülerek kendi tanımlamalarını yapıp vizyon ve misyonlarını belirlemelerini de kayda değer buluyorum.
Son olarak Sayın Keneş’in de raporunda “doküman” olarak vasıflandırıp çalışmasına kaynak olarak kullandığı, Hareketin farklı coğrafyalarında yapılan müzakereler sonucu ortaya çıkan değerlendirmelerin, benim de katıldığım bir benzeri Avustralya’da da 2018 yılında yapılmış ve Sayın Keneş’in katıldığım pek çok tespit ve teklifi orada da gündeme gelmiştir.
Daha sonra “Sydney 2020 Project” ismiyle raporlaştırılan bu hedefler, Avustralya Hizmet Hareketi mensupları tarafından bir yol haritası olarak kabul edilmiş ve adım adım eyleme dönüştürülmeye başlanmıştır. Devam edeceğiz…
fsemih.yilmaz@gmail.com