Bundan önceki yazılarımızda “Yeni Bir Hizmet Hareketi Mümkün” adlı çalışmaya getirdiğimiz olumlu ve olumsuz eleştirileri paylaşmıştık, bu son yazıyla da özellikle Harekete karşı geliştirilen “devlet ilişkileri, Türkçülük ve Türkçe Olimpiyatları” ile ilgili eleştirilere değinmek istiyorum.
Raporda bu konularla ilgili eleştiri ve tekliflere baktığımızda karşımıza şunlar çıkıyor:
- Hareket Türk merkezli, özellikle Batı’da yerellik yok.
- Devlet çok önemsendi.
- Devletin içindeki varlığı devletin sivil ve demokrat yapıya dönüştürmesi gerekirken aksine Hizmet devletçileşti.
- Resmi ideoloji dışında hareket edip sesini yükseltmedi.
- Mensupları hala Milliyetçi ve devletçi.
- Türkçe Olimpiyatları tahakküm arayışı ve hatta yarı faşist bir davranıştır. Küreselleşme karşıtıdır.
- Ana motivasyonun Türk kültürünü yaymak olması sakıncalıdır.
- Türkçe öğretmekle neyin hedeflendiği net değildir.
- Yöneticilerin Türk kökenli olması sorundur.
- Türk ya da Türkiyeli olmayan mensuplar 2. sınıf gibi görülüyor.
- Devlet içinde kadrolaşma olmamalı. Apolitik olma zorunluluğu yok, yeter ki iktidara karşı direnme ve muhalefet edebilme geleneği olmalı.
Yukarıdaki eleştirileri iki ana maddede değerlendirebiliriz. Hareket “Faşizan adlandırılacak ölçüde Türkçü, bunun yanında devletçi.”
Öncelikle Hareketin Türk merkezli olmasından daha doğal bir durum zaten olamaz. Köklerini Bediüzzaman’ın attığı Hareket, neredeyse 100 yıldır Türkiye kökenli bir yapı. Hareket sadece son 25 yıldır dünyaya açılmaya çalışıyor ve bu yıllar içinde yerleştiği ülkelerde müesseseler Türk takipçileri tarafından kurulmuş olsa bile başta Orta Asya olmak üzere pek çok coğrafyada bayrağı yetiştirdiği yerel insanlara ve o ülkelerde doğmuş 2. nesle devrediyor.
Kurucu “abi”leriyle kıyasla bulunduğu ülke vatandaşı olan, ülke diline ve kültürüne hakim, Hareket içinde aktif vazife alan pek çok Hareket gönüllüsü şu an dünyanın pek çok bölgesinde Hizmet müesselerinde önemli görevler almakta.
Zahmet edip bu rapora fikirleriyle destek veren araştırmacılar biraz Uzak Doğu, Orta Asya, Amerika, Afrika, Avustralya ve Avrupa’yı inceleseydiler yerel takipçilerinin yanında farklı milletlerden de pek çok gönüllünün idarecilik makamlarında bulunduklarını görebilirlerdi. Buna rağmen “Türk ya da Türkiyeli olmayan mensuplar 2. sınıf gibi görülüyor.” tespiti tamamen gerçek dışı ve maksatlı olmasa bile bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor.
Eleştirilerin biri de Türkçe Olimpiyatları Organizasyonlarının faşizan bir amaç güttüğü ve okullarda Türkçe öğretmenin amacının müphem olduğu.
Ne yazık ki bu da yetersiz bilgi sahibi olmanın sonucunda yapılan bir değerlendirme. Öncelikle kamuoyunda Türk okulları diye bilinen Hizmet gönüllülerinin Türkiye dışında kurduğu bu okulların hiçbirinde eğitim dili, Türkiye’de ya da dünyada bulunan diğer yabancı okulların aksine kurucularının dili değil açıldıkları ülkelerin dilidir.
Bunun yanında bu okulların tamamında yerel dilin yanında İngilizce öğretilirken Orta Asya ülkelerinde bu dile bir de Rusça eklenir. Eğer ülkenin dili İngilizce ise örneğin Avustralya’da olduğu gibi liselerde Türkçe, Arapça, Fransızca, Almanca, Japonca ve Çince gibi alternatif seçmeli diller de öğrencilere seçenek olarak sunulur.
Dünyada bilingual eğitimin önemini gayet iyi bildiklerinden emin olduğum ve kendileri de “faşizan” olduğunu zannetmediğim bir sistemle İngilizce öğrenen sayın akademisyenlerin Türkçe öğretmenin nasıl faşistlik olduğu sonucuna vardıklarını anlamış değilim.
Bunun yanında Hizmet okulları sadece yabancı öğrencilere Türkçe öğretmekle kalmamış Türk diasporasının yaşadığı pek çok ülkede Türk çocuklarının dillerini unutmamaları adına da büyük hizmet görmüşlerdir. Muhtemelen raporda isimleri geçmeyen ve Türkiye dışında yaşayan akademisyenlerin bazılarının çocukları da bu okullarda eğitim görmüş ve ana dillerini konuşup unutmamalarına bu okullar katkı sağlamıştır.
Türkçe Olimpiyatlarına gelince sanırım bu konuda Hizmet Hareketi içinde ilk elden bilgi verebilecek 4-5 kişiden biri de benim. Bu olimpiyatları organize eden, yarışma sorularını hazırlayan, jüride vazife alıp aynı zamanda Yabancılara Türkçe Öğretim Kitapları’nın yazımında da görev almış ve hala Avustralya’da Türkçe öğreten biriyim.
Faşizanlıkla itham edilen organizasyonun zamanında benimle birlikte başında bulunan 4 arkadaş ise Kürt, Laz, Çerkez ve Türkmen kökenli arkadaşlar.
Bu arada bu olimpiyatları düzenleyen “Türkçeder”in on kurucu üyesinden biri de benim. Hizmet içinde de ne yazık ki bazılarının zannettiği gibi bu olimpiyatların amacı yabancı çocuklara şarkı söyletip şiir okutmak değildir.
Yarışma, yabancı ve ana dil şeklinde iki temel kategorinin kendi içinde de “başlangıç, orta ve ileri seviye” şeklinde üçe ayrılmasından ve de onların da kendi içinde “konuşma, yazma, dil bilgisi, sunum, özel beceriler, resim, halk oyunları, ülke tanıtımı, deneme, şarkı ve şiir” olmak üzere farklı bölümlerinden oluşur.
Her ülke yarışma öncesi açtıkları stantlarda kendi ülkelerini yöresel kıyafetleri ile tanıtırken, kültür, yemek ve halk oyunlarından da örnekler sergilemişlerdir. Sadece söyledikleri Türkçe şarkı ve şiirlere bakarak bunu bir “tahakküm arayışı” olarak adlandırmak çok büyük bir iftira olur.
Türkçe öğretmekle de hedeflenen İslamın gerçek ve aydın yüzünü temsil eden Anadolu insanının ve onun hoşgörü kültürünün tüm insanlığa tanıtılması, sevdirilmesi ve onun diliyle konuşup anlaşabilecek “sevgi dili” çiçeklerinin dünyanın her yerinde açmasıdır.
Zamanında İslam ülkelerinde Arapça’nın, dünyada Fransızca ve İngilizce’nin gördüğü küresel ortak dil anlayışının Hizmet gönüllüleri tarafından “Türkçe” olarak mefkureleştirilmesinin neresinin faşizan sayıldığını da anlamış değilim. Bu durum biraz kabuğundan çıkan civcivin kendi kabuğunu beğenmemesi gibi bir psikolojik kompleks ürünü gibi duruyor karşımızda.
Bunun yanında Türkçe Olimpiyatları zaten daha sonra evrilerek IFLC şeklinde dil ve kültür festivallerine dönüşmüş ve organizasyon adeta her ülkenin kendi kültürel değerlerini tanıtığı global bir sahne olmuştur. Çünkü her çocuk kendi dilinde ve kendi ülkesinin şarkısını dillendiriyor son kaç yıldır.
Son olarak Hareketin devletçi reflekslere sahip olup devleti dönüştüremediği gerekçesiyle getirilen eleştirilere… Bu Hareket Türkiye’deki ilk özel Kürtçe Televizyonu açmış, Kuzey Irak’ta bulunan okullarıyla yurt dışındaki Kürtlerle de iyi ilişkiler geliştirmiş, bizzat Hareketin lideri tarafından devlete Kürtçenin okullarda öğretilmesi gerektiğini salık veren, cami ve cemevinin birlikte bulunduğu mekan projeleri geliştiren, kurbanlarını Türkiye ve dünyada her ihtiyaç sahibiyle din farkı gözetmeden paylaşan, gazetelerinde Ermeni, Rum, Yahudi ve farklı düşüncede yazarlara yer veren bir hareketken onu “Kürt, Alevi ve Ermeni meselelerinde resmi ideoloji dışında bir anlayış geliştiremedi.” diye itham etmek bence sorunlu bir değerlendirme.
Bugüne kadar bu alanlarda Hareketin söylediklerini ve yaptıklarını kıyaslayacak ülkede başka bir faaliyet bile bulunmazken böyle bir tespit yapabilmek bence gerçeklikten kopmak demek.
Bunun yanında 40 yıldan fazladır az ya da çok bir kamuoyu desteğine sahip bir Hareket, bugüne kadar değil bir bakan, o da son dönemde İlhan İşbilen ve Muhammed Çetin dışında bir milletvekili bile çıkarmamışken tutup “Devleti dönüştüremedi.” diye suçlamak da abestir.
Bu Hareket hiçbir zaman elinde yönetim gücünü bulundurmamıştır. Buna rağmen ondan kanunlar yapmak, anayasayı değiştirmek ve bu gibi icraat gerektiren işler beklemek zaten mümkün değildir. Hareket yeri geldiğinde demokratik olduğuna inandığı yasalara destek vermiş, antidemokratik bulduğu kanunlara da “Terörle Mücadele Kanunu” gibi tepkisini koymuştur.
Verdiği bu demokratik destekler bile yine aynı raporda “siyasallaştı” gerekçesiyle eleştirilirken üzerine bunun tam tersi bir anlayışla niye devleti dönştüremedi demek kendi içinde ayrı bir çelişkidir.
Evet sevgili okurlarım, beş yazı boyunca hazırlanan raporu tahlil etmeye çalıştım. Benim incelediklerimin dışında sahasında uzman pek çok kimse de bu raporu okuyup kendi çıkarımlarını elbette yapmışlardır. Raporda da denildiği gibi “Niyetin de akıbetin de hayır” olması temennesiyle…
fsemih.yilmaz@gmail.com