9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası alan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Mızraklı verdiği röportajda, “Kayyum demek talan demek, yağma demek, hırsızlık demektir” dedi.
Örgüt üyeliği suçlamasıyla 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası verilen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (DBB) Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı hapiste olmasının nedeninin tek adam rejimine biat etmemek olduğunu söyledi.Serbest bırakılan itirafçı Hicran Berna Ayverdi’nin verdiği ifade doğrultusunda 140 gündür tutuklu bulunan ve bugün (9 Mart) Mızraklı dava öncesi avukatı aracılığıyla 1 + 1’in sorularını cevapladı.
İşte Mızraklı’nın verdiği cevaplar:
Tutuklanmanızın üzerinden yaklaşık beş ay geçti. Hapiste oluşunuzu nasıl yorumluyorsunuz?
Selçuk Mızraklı: Tek adam rejimine biat etmediğimiz için hapisteyiz. Seçilmiş vekillerimiz, belediye eş başkanlarımız, parti çalışanlarımız, bir bütün olarak tüm arkadaşlarımız, siyasi çalışmalarımızdan dolayı düşmanca bir hukuksuzluk ile tutuklandık ve şu anda cezaevindeyiz. Yani burada hukuk değil de, hukuksuzluk vuku bulmaktadır. Bizler 31 Mart seçimleri ile birlikte büyük bir talana uğramış belediyeleri devraldık ve bu belediyelerdeki yolsuzlukları sergiledik. Bu, onların kirli çamaşırlarını ortaya dökmemizdir. İktidarın sömürge valileri deşifre oldular. İntikam aldılar. Ama tutuklanmamız sadece bununla da açıklanamaz. Yerel yönetimler, halkın kendini ifade ettiği alanlardır. Yani kendinden parçalar bulduğu, kendini orada rahat hissettiği, kendi rengi, dili, düşüncesiyle o alanda yaşayabildiği istisnai alanlardır bunlar. İktidarın, devletin cenderesine, baskılarına rağmen az da olsa nefes alabildikleri yegâne alanlardır. İşte bu alanlardan halkın yararlanmasını istemeyenler, cendereyi her alanda uygulamak isteyenler bu politikalarla bizleri esir aldılar.
Tutuklanmanıza gerekçe gösterilen dava dosyasında neler var? Hukuki olarak nasıl bir süreçle karşı karşıyasınız?
Aslında dosyada koca bir hiç var desek daha doğrudur. Şu anda eş genel başkanları milletvekilliği yapan, çalışmalarını TBMM’de sürdüren, hatta çatışmasızlık ortamı dediğimiz dönemde Meclis’e davet edilen ve düşünceleri sorulan DTK’da çalışmam suç sayılmaktadır. Hiçbir şekilde illegal olmayan bir kurumda çalışmak ancak ve ancak hukuk normlarının olmadığı, adalet kavramını sadece sözlüklere sıkıştırmış devletlerde mevcuttur. Böyle devletlerin yönetimlerinin ise ismini vermeye bile gerek yoktur herhalde. Herkes anlamıştır böyle bir sistemi.
Sizin aleyhinize ifadeler veren bir kişi olduğunu biliyoruz. Hadisenin o kısmı nedir?
Bir iftiracının iftiraları. TC mahkemelerinde bile güvenirliği olmadığı için verdiği ifadeler kabul edilmemiş, yıllar önce tutuklandığı dönemde verdiği ifadelerde hiçbir şekilde ben ve Kayapınar belediye eş başkanı sayın Kezban Yılmaz’dan bahsetmemişken, 31 Mart 2019 yerel seçimlerine 11 gün kala aniden bizler üzerine ifade veriyor. İtirafçı oluyor. Bizim aleyhimize ifade verdikten, bizler tutuklandıktan sonra bu kişi tahliye edildi. Onun tahliye edildiği Kayseri Cezaevi’ne de bizleri koydular. Tüm bu sürece baktığımızda düşmanca, kinci bir hukuksuzluğun bizlere karşı işletildiğini görürüz. Bizler SGK kayıtlarıyla, hastane çalışanlarının ifadeleriyle bu iftiracının iftiralarını çürüttüğümüz halde, savcı hâlâ ısrarla bizlere söz konusu kişinin beyanlarından dolayı ceza istiyor.
Ayrıca, daha sonra KHK ile kapatılan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele Derneği’ndeki faaliyetlerinizden dolayı da suçlanıyorsunuz, değil mi?
Evet, Sarmaşık Derneği Diyarbakır’da o dönem çok geniş katılımlı bir oluşumdu. AKP’li, CHP’li, HDP’li ve diğer siyasi partilerden, STK’lardan ve çok sayıda insanın ortak çabalarıyla şekillendi Sarmaşık Derneği. Hatta dönemin Diyarbakır vali yardımcısı bile dernekteydi.
Derneğin kuruluş amacı neydi?
Amacı yoksulluğa müdahale edebilmekti. Diyarbakır’da açlık sınırında olan binlerce, yoksulluk sınırında on binlerce insan var. Sarmaşık Derneği 35 bin kişinin gönlüne dokunuyordu, onların yanında oluyordu. Bu kişiler günlük bir öğün yemek bile bulamayan kesimlerdi. Ve bizler bu çalışmaların içinde olduk. Saraylarda büyük bir israf içerisinde olanlar açlıktan ne anlar! O yüzden bizleri yoksullukla mücadele ettiğimizden dolayı yargılıyorlar. Evet, kendi düzenlerini korumaktır amaçları. Dolayısıyla hakkımızda açılan dosyadaki iddialar, aslında koca bir hiçten oluşuyor.
Size yönelik bu uygulama ve aleyhinizdeki iddiaların mahiyeti, karşı karşıya bulunduğunuz siyasi sürece ilişkin size ne anlatıyor?
Siyasi süreç ortada. İçeride ve dışarıda yenilen, ama tüm bunları saklamak için milliyetçiliği yükselten bir iktidar söz konusu. Herkes düşman ilan ediliyor, herkese savaş açılıyor. Halka yaşatılan aşağılık kompleksi ile yaratılan tek adam rejimi söz konusu. Tarih çarpıtılarak kahramanlık mitleri yaratılıyor. Basın ve medyayı da arkalarına alarak büyük yalanlarla kendilerine bağlıyorlar. Hitler döneminin Goebbels politikaları bugün aynen uygulanıyor. Zehirlenmiş bir halk gerçekliği ve kirletilmiş bir siyasetle karşı karşıyayız. Siyaset, politikalar Kürt karşıtlığı üzerine bina edilmiş durumda olduğu için bizler de bundan nasibimizi alıyoruz. Ekonomik bir darboğaz yaşanırken, halk ekonomik sıkıntılardan dolayı geçim derdiyle uğraşırken, saraydakiler ve bir avuç yandaşı her geçen gün zenginliğine zenginlik katarken, başka nasıl bir siyaset izlenebilirdi ki!
En ufak bir muhalif seste hemen yargı yolu gözüküyorsa, aylarca, yıllarca cezaevlerinde tutuluyorsa insanlar, nasıl bir siyaset vardır sizce o ülkede? Basın, medya tıpkı sigara paketleri gibi tek renk ve tek tip olmuşsa bir ülkede, hangi siyasetten ve süreçten bahsedilebilir ki? İnsanlar tutuklanma korkusundan ifadelerini dile getiremiyorlarsa, şiir, edebiyat, müzik, tiyatro vb., tüm sanat dalları neredeyse terörizm olarak lanse ediliyorsa, sanatçılar, aydınlar, muhalifler canlarından çok sevdikleri ülkelerini terk ediyorlarsa, böyle bir siyasi sürece sizler ne ad verirsiniz? Tüm bu olumsuzluklara rağmen, evet, umudumuzu koruyoruz. Bahar geldi, cemre düştü. Heybemizdeki umudu, yüreğimizdeki isyanı her geçen gün daha da büyütüyoruz. Evet, tüm bu sorunlara, baskılara rağmen ülkemizdeki gri bulutları dağıtacağımız inancı da her geçen gün büyümektedir.
Siz nasıl bir belediyecilik yapmaya çalışıyordunuz ve iktidar yerinize kayyum atayarak, sizi hapse atarak neyin önüne geçmeye çalıştı sizce?
Rant değil, halk belediyeciliği yapmak istiyorduk. Kayyumlarla birlikte, ekonomik tahribat kadar, aslında daha fazlasını kültürel alanda, dilde, çocuk ve kadına yönelik saldırılarla yaratmışlardır. İlk olarak kadının özgürleşmesine yönelik tüm çalışmaları yasakladılar. Kültürel soykırım yaratmak için, kültür ve sanat merkezlerini Türk-İslam senteziyle yoğurdular. Anadilde eğitim veren kreşlerimizi kapatarak Kürtçeye dönük bir saldırı başlattılar. Kürtçeyi ve diğer tüm dilleri belediye çalışmalarından uzaklaştırmak istediler. Gençleri kendi kimliklerinden soyutlamak istediler. İşte tüm bunları kayyum politikalarıyla, belediyeler eliyle uygulamak istediler. Bizler 31 Mart sonrası ilk olarak bu alanlardan başladık çalışmalara. Evet, ekonomik olarak da çökmüş bir belediye aldık. Talan edilmiş bir belediye vardı karşımızda. Hırsızlıklara, talana rağmen yine de tüm alanlarda çalışmalarımızı sürdürdük. İşte tüm bunları yeniden hayata geçirmek, talan ve yalan rejimlerini sürdürmek isteyenler sosyal belediyeciliğimizi engellemek istediler.
Kayyum deneyimini daha önce de gözlemlediniz. Sizce hükümetin bu müdahaleleri halkta nasıl karşılık buluyor? Halk “nasıl olsa yine kayyum atayacaklar” diyerek HDP’den uzaklaşıyor mu, yoksa daha mı kenetleniyor?
Aslında seçimler öncesinde Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı da, seçilsek dahi yeniden kayyum atayacaklarını söylemişlerdi. Seçim öncesi bunu dillendirerek halkta “nasıl olsa yine kayyum atayacaklar, o yüzden oy vermemize gerek yok” duygusunu hâkim kılmak istediler. Fakat halkta öyle bir yönelim gelişmedi. HDP tabanı hiçbir zaman tehdide, baskıya boyun eğmeyen, korkmayan bir yapıya sahiptir. Her baskı bizleri daha da güçlendirir, büyütür. Köylerimiz yakıldı, insanlarımız katledildi, bizler tutuklandık, ama tek bir adım bile geri atmadık. Aksine, daha da büyüdük. Yani, iktidarın söylemleri, halkı bizden uzaklaştırmaz. Sandıklarda zor kullandılar. Sandıkları çaldılar. Birçok köyde güvenlik güçleri, ağalık sistemi yada korucular aracılığıyla blok oy kullanıldı. Halk açık oy kullanılmaya zorlandı. Ama bunlara rağmen yine de halk her defasında daha da fazla kenetlendi. Dolayısıyla, bu tür baskı politikalarına pabuç bırakmayız.
Dediğiniz gibi, 31 Mart seçimlerinden önce hükümetin HDP’li belediyelere kayyum atayacağı sinyalleri veriliyordu. Siz böyle bir adım atılacağını düşünüyor muydunuz?
Böyle engellemelerle karşılaşabileceğimizi az da olsa tahmin edebiliyorduk. Ama bu tahmin bizi geri çekilmeye itmedi. Tüm bunlara rağmen umudumuzu büyütüyor, örgütleniyoruz. Ve bu kötü gidişatı tersine çevirmek için çalışmalarda bulunuyoruz.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eşbaşkanı seçildikten sonra, önceki dönem kayyumunun fahiş harcamalarına ve daha pek çok icraatına dikkat çekmiş, bunları kamuoyuyla paylaşmıştınız. Belediyeye girip de tüm bunlarla karşılaştığınızda ne hissetmiştiniz?
Altın varaklı odaları, banyoları görünce videodaki tepkimi göstermiştim. Doğal bir tepkiydi. İlk defa görüyordum. Bizler yoksulluktan gelenleriz. Halk olarak baskılar gördük, acılar yaşadık. Yoksullukla mücadele ediyoruz. Çocukluğumuzdan beridir bize öğretilen değerler üzerinden yaşadık. Bizler için israf haramdı. Belediyeye girdiğim ilk gün inançlarıma, büyüdüğüm değerlerime zıt düşen görüntülerle karşılaştım. İnsanlar çöplerden ekmek toplarken, bir avuç kesim şatafat içinde, israf içinde yaşamışlardı. O an gördüklerim Picasso’nun Guernica tablosunu andırıyordu. Yıkılmış bir kent, talan edilmiş bir kültür, asimilasyona uğratılmak istenilen bir halk gerçekliği varken, tüm bunları yapanlar, emri verenler ise altın varaklı koltuklarda oturuyorlardı.
Sizce kayyumlar tam olarak ne yapıyor?
Kayyum demek talan demek, yağma demek, hırsızlık demektir. Bunu pratiklerde gördük. Değişen bir şey yoktur. Kayyum devletin tüm imkânlarıyla gençlerimizi, çocuklarımızı, kadınlarımızı asimile etmeye, kimliksizleştirmeye çalışmaktadır. Türk-İslam sentezini, tek renkliliği dayatıyorlar. Halkın kültürel değerlerini ve tarihini yok etmeye, aynı zamanda da yandaşlarını zenginleştirmeye çalışıyorlar.
İktidarın partinize yönelik ağırlaşan baskıları, sizce Kürt sorununu nasıl bir noktaya götürüyor?
Partimiz üzerinde bitmeyen bir baskı var, bu doğrudur, ama bunun yanısıra her geçen gün daha da büyüyen bir partimiz var. 23 Şubat’taki olağan kongremiz büyük bir coşkuya sahne olmuş. Fiziken orada olamasak dahi, ruhen oradaydık. Orada aslında on binler değil, milyonlar vardı. Zindanlarda esir tutulan bizler oradaydık. Tabii bu kongre sonrasında yine içişleri bakanının, cumhurbaşkanının ve ortağının tehditleri geldi. Savcılar hemen harekete geçti. Tek adam rejiminden de beklenen buydu. Kürt sorunu bu ülkenin temel sorunudur. Ekonomik sorunun çözümü de, siyasi sorunun çözümü de Kürt sorununun çözümünde yatar. Kürt sorununun çözümü Gordion düğümünün çözümü gibidir. Zordur, ama başarı sağlanırsa ülke kurtulur. Aslında iktidar her geçen gün daha da köşeye sıkışmaktadır. Politikaları iflas etmektedir. İşte bizlerin yapacağı da bu noktada sıçrama yapmaktır. Çözümü ortaya koymaktır. Sıkışan, kangrenleşen siyasete yeni bir yön ve nefes vermektir. Yani Kürt sorununun hangi yöne evrileceği HDP’nin izleyeceği siyasete ve çalışmalarına, bu ülkenin kurtuluşu HDP’nin politikalarına ve çalışmalarına bağlıdır.
Bir hekim olarak hapishane koşullarına ilişkin gözlem ve tespitleriniz nelerdir?
Cezaevleri koşulları insanca yaşam için uygun değildir. Ama insanlar tüm bu olumsuzluklara rağmen inançları ile yaşıyorlar. Burada baskılara, engellemelere ve kısıtlamalara rağmen yaşam devam ediyor. Umudun olduğu her yerde yaşam vardır. İnancın olduğu yerde yaşam yeniden yaratılıyor. Koşullar ne kadar zor olursa olsun inancımızla da bunu aşacağız.
Hapishane günleriniz nasıl geçiyor? Neler yapıyor, neler okuyorsunuz?
Dört duvar arasındayız diye yan gelip yatmıyoruz. Burada, dışarıdakinden farklı olarak daha yavaş akan bir hayat var, koşuşturmaca yok. Bizler de bundan faydalanıyoruz. Yaşamı daha iyi gözlemleyebiliyoruz. Kitap okuyorum. Koğuştaki tüm kitapları bitirdim. Dışarıdan arkadaşların gönderdiği kitapları okuyorum. Her şey kısıtlı olduğu gibi kitaplara da ulaşım kısıtlıdır. İstediğimiz kitaplar ya da istediğimiz sayıda kitap yok. İdarenin belirlediği kitaplar var. Tüm bunlara rağmen zamanımı verimli değerlendirmeye çalışıyorum.
Sizin yerinize atanan kayyumun size hediye olarak gelen binlerce kitaba el koyduğuna ilişkin haberler var. Bununla ilgili yorumunuz ne olur?
Bizler 31 Mart seçimlerinden sonra mazbatayı alıp belediyeye gittiğimizde, çiçek gibi hediyelerin yerine kitap getirilmesini istedik. Gelen kitaplarla da büyük bir kütüphane açmayı planladık. Binlerce kitap topladık. Bu toplanan kitapların çok küçük bir kısmıyla şehirler arası otogarda gelen-giden yolcular faydalansın diye küçük raflara dizdik. Okusunlar diye küçük bir kütüphanecik oluşturduk. Kayyum sonrası binlerce kitabımız belediyede kaldı. Depoya kaldırdıklarını duydum. Birkaç defa istedik. İlk defasında “tamam, veririz” demelerine rağmen sonrasında cevap çıkmadı. Sustular, sessizliğe büründüler. O kitaplar halkındır, halka iade edilmelidir. Halkın faydalanacağı bir kütüphane kurulmalıdır, o kitaplar o kütüphanenin raflarında yerlerini almalılar.
Geleceğe ilişkin beklentiniz, hissiyatınız nasıl? Sizce Kürtleri, demokratları, sosyalistleri nasıl bir gelecek bekliyor?
Umudumu hiçbir zaman kaybetmedim. Ne kadar zorluk olursa olsun, bizler Zümrüdüanka gibi küllerimizden yaratılırız. Bahar geldi, önümüz Newroz, tabiat ve insanlar canlanıyor. Yani güzel bir gelecek bizleri bekliyor. İşte o güzel gelecek içinde bizleri büyük bir mücadele ve çalışma da bekliyor. Kürtler, demokratlar, sosyalistler birleşirse, mücadeleyi örgütlerse gelecekte zafer var. Bu iktidar sağlam temellere oturmamıştır ve halktan kopuktur. Halkın desteğini kim alırsa başarı onundur. Bu iktidarda inanç değil, para hâkimdir, rant hâkimdir. Rant topluluğudur. Rant bitince kavga başlar. Şimdiki durumları da budur. Bakınız, bir partiden üç parti çıkıyor. İlerde daha da fazla parti çıkar. Rant kesildikçe bölünmeler çoğalır, birbirini suçlamalar çıkar. Bir de HDP’ye bakarsak, her geçen gün yeni güçlerin birleşmelerini, Kürt partilerin ittifakını, Türkiye demokratlarının, bileşenlerinin, muhaliflerinin bir araya gelmelerini görürüz. Demokrasiden yana olanların mücadelesini görürüz. Demokratik bir ülke hayal edenlerin bir araya gelişlerini izleriz. Bir yandan dağılan bir iktidar, diğer yandan ise birleşen bir halk, HDP görürüz. Tüm bunlardan yola çıkarak, kazananın halk olacağını görürüz. Yani gelecekten umutluyuz. Bunu örgütlülüğümüzle, inancımızla, direngenliğimizle ve cesaretimizle başaracağız. Umut bizde ve bizler kazanacağız.