Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR-Tr724.com
Koronavirüs nedeniyle pek çok ülke, hapishaneleri tahliye ediyor. Mahkumlar toplu yaşadıkları ve etkileşim olduğu için cezaevlerinde insanların sağlığını korumak, karantina şartları oluşturmak mümkün olmuyor. Pek çok devlet kendine emanet olan mahkumları gerektiği şekilde koruyamayacağını düşündüğü için tahliyelere başladı. İran gibi otoriter ülkeler bile cezaevlerini boşalttı.
Doğal olarak konu Türkiye’de de gündeme geldi. Hükümet, kapasitesinin çok üstünde mahkum/tutuklu barındıran ve salgın için büyük risk taşıyan cezaevlerini tahliye etmek için kamuoyunun da baskısıyla bir infaz düzenlemesi yapmaya hazırlanıyor. Bu hafta TBMM’ye gelip çıkması beklenen, “Af Yasası” da denilen düzenleme ertelendi. 100 bin mahkumun tahliyesini içermesi beklenen taslak muhtemelen önümüzdeki hafta yasalaşır.
Uyuşturucu ticareti yapanlardan çocuk tacizcilerine, hırsızlara kadar toplumu zehirleyen ve çıktıktan sonra da zehirlemeye devam etmesi kuvvetle muhtemel gerçek suçlular af kapsamına alınırken, öğretmenler, doktorlar, yargıçlar, akademisyenler, ev hanımları düzenlemenin dışında tutulmak isteniyor. Sebep, bu insanların güya “terör suçu” işlemiş olması. “Terör”den tutulmak istenen insanlar şiddete, silaha hatta kavgaya bile bulaşmamış kişiler. Ama iktidarın görüşlerine katılmadıkları, eleştirdikleri için AKP tarafından “terörist” ilan ediliyorlar. Terör suçu işlemiş olmak için somut eylem gerekir. Ya bizzat şiddet, silah kullanmak veya kullananları organize etmek, yönlendirmek, talimat vermek şarttır. Şu an hapislere doldurulan ve “terörist” ilan edilen yüzbinler ya eğitimci veya eğitime destek veren insanlar. Bu kimseler ne Türk Ceza Kanunu tanımlarına göre, ne de evrensel hukuka göre terör suçu ile ilgili hiçbir kriteri taşımıyorlar. “Terörist” sayılmalarının sebebi muhalif olmak.
15 Temmuz sonrası kitleler halinde hapislere doldurulan insanlar terörist olmadıkları gibi suçlu da değiller. Kendilerine karşı hiçbir hukuki suç isnadı yapılamıyor, delil gösterilemiyor. Şablon haline getirdikleri belli cümleleri herkesin dosyasına koyup insanların hayatını altüst ediyorlar. Bu insanlara “siyasi suçlu” demek bile doğru değil. Zira pek çoğu sadece işiyle gücüyle meşgul olmuş, gündelik hayatın telaşı içinde yaşamış sıradan öğretmenler, memurlar, hemşireler, esnaflar. Kıt kanaat yaşadıkları hayatlarında topluma ve nesillere yararlı olmak için yaptıkları işler Erdoğan hedef gösterdi diye “suç” haline gelmiş! Onlar iktidarın tutsakları. İddianamelerinde “terör delili” olarak geçen şeyler ise okula çocuğunu kaydetmek, gazete abonesi olmak, bankaya para yatırmak…
Geçen hafta boyunca sosyal medyada infaz düzenlemesi üzerine tartışmalar yaşandı. Çocuk tecavüzcüsünün, hırsızlığı meslek haline getirmişlerin, uyuşturucu tacirinin, katilin korona sebebiyle bırakılmasından rahatsız olmayanlar ömründe kimseyi incitmemiş öğretmenin, akademisyenin, gazetecinin serbest bırakılması söz konusu olunca: “hainleri bırakmayın!” diye feveran ediyor. İşkenceleriyle nam salmış bir eski asker: “KHK’lı bir doktora mecbur kalmaktansa koronayı tercih ederim” diye kamuoyu oluşturuyor. Zulüm düzenine payanda olanlar koro halinde ses vermeye başladılar. Hapislerde çürütülen insanlarla ilgili ortaya koyabildikleri somut bir şey yok. Aklın, vicdanın, insafın kabul edebileceği hiçbir suçlama yapamıyorlar. Ama “hain”, “F.TÖ” gibi muğlak, müphem kelimelerle vicdanları baskılamaya çalışıyorlar.
Tarihte “hain” ilan edilmiş çok kimse devran dönünce kahraman olmuştur. Zira böyle sündürülebilir, sınırları olmayan, kişiye göre değişen kavramlarla insanları suçlamak hukuki değil, tamamen siyasidir, keyfidir. Ama hırsızlık, yolsuzluk, cinayet, tecavüz, uyuşturucu satmak somut ve evrensel suçlardır. AKP’nin yücelttiği Mursi hırsızlıkla suçlanmıyordu, “vatana ihanetle” suçlanıyordu. Diktatörler muhaliflerini somut suça istinaden değil “hain”, “casus” diyerek infaz ederler. Tek Parti dönemi, 1980 sonrası, 28 Şubat süreci gibi olağanüstü dönemlerde hapse atılanlar, idam edilenler, mağdur edilenler hep soyut suçlamalara muhataptı. Dönemin iktidarına göre bazen hain, bazen mürteci, bazen komünist vb olmakla itham edildiler, ama hiçbirine hırsız, çocuk tecavüzcüsü, katil denmedi. Çünkü hırsızlık tarifi, tanımı yapılmış, sınırları belli ve net bir suçtur. Tarihin her döneminde, her din, kültür ve anlayışta suçtur. Kime veya kimlere hırsız dendiği bellidir. Ama “hain” tanımı, muhatabı değişen, 360 derece dönebilen, her renge girebilen omurgasız bir kavramdır.
Gerçekten hain aranacaksa ülkenin kaynaklarını çarçur edenlere, yetişmiş insanlarını heder edenlere, toplumu ayrıştıranlara, milleti yalan yanlış bilgilerle aldatanlara, iktidarı-gücü istismar edenlere bakmak lazım.
TBMM, hükümet ve Türk toplumu ciddi ve tarihi bir sınavın eşiğinde. Çocukları eğiten, onlara hayatını adayan öğretmenler, toplumu aydınlatan akademisyenler, gazeteciler, hekimler, hakimler “terör”den içeride tutulur; ama insanların hayatını karartan katiller, çocuklara tecavüzcüleri, hırsızlar, uyuşturucu satıcıları salınırsa milletin vicdanında derin ve kalıcı bir yara açılır. Ayrıca adalete kara çalınmış, devletin alnına büyük bir leke bırakılmış olur.