ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Bundan tam 23 yıl önce…
Orta Asya steplerinde bir küheylan gibi koşturan Hacı Ata’nın ölüm haberini, saat farkı nedeniyle Almatı’daki evimde almıştım.
Türkiye’den bir grup misafir vardı.
Kıymetli arkadaşım gazeteci-yazar Nuh Gönültaş da vardı aziz misafirlerim arasında.
Ne yazık ki Gönültaş, şu anda Silivri zindanında.
Üç yıldan beri tutsak…
2017’den beri hürriyeti gasp edilmiş diğer arkadaşlarımız gibi…
Belki de tüm Orta Asya’nın duygularını dile getiren bir yazı kaleme alındı fakirhanemizde.
“O herkesin HACI ATA’sıydı” başlıklı yazıyı evde elle kağıda döküp öyle göndermiştik…
Çeyrek asır önceki etkili teknolojik imkânımız faks cihazıydı.
Evimizden gazete merkezine onunla yollamıştık.
Evet, gerçekten de öyleydi.
O, herkesin hem Hacı Ata’sı hem de sevilen Aksakal’ıydı.
Bugün de öyle.
Cömert ve vefalıydı…
Bugünlerde arşa çıkan zulümler karşısında namertlerin ve vefasızların takındığı sessizliği, yıllar önce o bozmuştu mahkeme salonlarında.
O günlere rahmet okutan günümüzün yargıçları çok merhametsiz.
O, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan arkadaşları için hâkime: ”Bütün suç benimdir. Bu arkadaşların hiçbir suçu yoktur.” diyecek kadar delikanlıydı.
Mert ve cesurdu.
Bu korkusuzluğunu ve samimiyetini gören vicdanlı hâkim ise: “Senin de suçun yok. Çünkü yüzün bu suçları işleyecek adama benzemiyor.” diyerek beraat kararı vermişti.
Bu toprakların kaderidir, iyilik melekleri hep esaretle, zindanlara ve demir kafeslere atılmakla mükâfatlandırılmışlardır!
Bugün de böyle…Hem nur yüzlü hem de temiz ruhlu binlerce kadın ve erkeği.
Yusuf Pekmezci’nin üç katlı züccaciye dükanı, şimdilerde gasp edildi.
KEMAL ERİMEZ, YUSUF PEKMEZCİ
Aksakallar soyundan bir diğer pırlanta ağabey, Yusuf Pekmezci ise; ilerleyen yaşına rağmen “terörist” iftirasıyla, İzmir’de zindana şu anda.
81 yaşındaki Pekmezci de genç kardeşleri gibi esarethanede şimdi.
Alzheimer hastası Pekmezci, ilk ifadesinde, masum insanlara “terörist diyemem” diyerek, yiğitçe bir duruş sergiledi.
İki cömert ve yiğit insan…
Ege Bölgesi’nin kabına sığmayan iki mümtaz şahsiyeti.
Hacı Kemal Erimez ve Yusuf Pekmezci…
Aydınlı Hacı Kemal zengindi. Zeytinlikleri ve elmas madeni vardı.
Yusuf Pekmezci ise İzmir’in tanınmış eşrafındandı.
Kemer altında birkaç katlı dükkânı olan bir esnaftı.
İkisi de yedi sülalelerine yetecek kadar varlıklıydılar.
Her ikisinin birçok ortak özelliği var.
Ama en önemlisi, nerede bir hayır işi varsa orada olmaları ve o yöne koşmalarıdır.
İnsanların aydınlatılmasının yolunun eğitimden geçtiğine inandı bu iki yaren.
Kaderin hükmüne bakın ki, her ikisinin de, bir dönem ülkenin yüz akı olan -ne yazık ki şimdi işgal altındalar- iki önemli eğitim kurumun temelinde alın terleri var.
Fatih ve Yamanlar Kolejleri…
Maddi ve manevi katkıları oldu bu ikilinin.
Irgat gibi çalıştılar.
Patron gibi infak ettiler, servetlerini harcadılar.
Varlıklarını bu iki kurumun filizlenip boy vermesine harcadılar.
Eğitime kendilerini adamış iki esnaf…
Birçok müessesede onların harcı var.
Erimez ve Pekmezci’nin rüyasını, eğitimli nesil süsledi hep.
Eğitim ve kültür hizmetlerinde, ‘ilk’lerin altında imzaları vardı hep onların.
Yurt içinde de, yurt dışında da…
AÇILAN TÜM GÜZİDE KURUMLARIN TEMELİNDE ALIN TERİ VE GÖZYAŞI VAR!
Kemal Erimez, eğitimci olmamasına rağmen eğitim ve öğretime niçin önem verdiğini her vesileyle dile getirirdi.
Ona göre eğitimin en önemli unsuru insandı.
İnançlı, bilgili, karakter sahibi ve çağının gerçeklerini kavramış gençler yetiştirme hayali kuruyordu.
Kafasında; düşünen, okuyan, araştıran, değerlerine saygılı, kendisi için değil başkaları için yasayan gençlik profili vardı.
Bundandır ki, çocuklara gözü her iliştiğinde duygulanır, gözyaşlarına hâkim olamazdı.
Takvimler 1982’nin Mart ayını gösterdiğinde, Fatih Koleji‘nin ilk binası tutulur.
Ülkenin yüz akı olacak, Bilim Olimpiyatları’nda dünya şampiyonları çıkartacak bir eğitim müessesesinin binası kiralanır.
Tutulan binanın, kapı ve camları kırık ve bakımsızdır.
Sadece okul müdürü vardır. Bir hizmetlisi bile yoktur.
Okulu eğitime yetiştirmek için kolları sıvar.
Erimez ’in yaşı 60 olmasına rağmen, Fatih Koleji’nin tamiratında bir işçi gibi çalışır.
Azim ve kararlılıkla okulu öğretim yılına yetiştirir.
Kaderin cilvesine bakın ki, ilk temelini attığı eğitim kurumu da, tıpk vefat ettiği veı içinde bulunduğumuz bu Mart ayında açılır.
Bu müstesna eğitim kurumunun harcına onun alın teri ve gözyaşı karışmıştır.
Şöyle sıkı sıkı tembihler Fatih Koleji’nin ilk müdürünü:
“Her muallim ve belletmen, bilhassa çocukları çok sevmek zorundadır.
Öğretmende genel kültür şart.
Mesleki bilgi ve birikim sahibi, sevgi dolu ve hoşgörülü olmalı.
Adil, disiplinli, mutevazı, sabırlı ve affedici gibi özelliklere haiz, söz ve fiilleri birbiriyle uyumlu olmalı.”
Haramilerin çöktüğü kurumlar bugünlere kolay gelmedi.
Hacı Kemal, ülkeye uzun yıllar önemli katkılar sağlamış bu kurumla ilgili o zorlukları şöyle anlatır dostlarına:
“Binanın iki katını yapma planımız vardı.
Kendime göre bir plan hazırlayıp, hali vakti yerinde bir hayır sahibinden çimento almayı planladım.
Vereceğinden de emindim.
Fakat bütün izahlarıma rağmen “Yardım edemem.” dedi.
Yıkılmıştım.
En büyük ümidim sönmüştü.
Ağlayarak ayrıldım.
Yola çıktım. Ağlayarak yürüyordum. Belki yarım saat yürüdüm.
Birden karşıma İstanbul’un esnaflarından Ali Açıl Bey çıktı.
Cadde ortasında ağlayışıma anlam veremeyerek, içli bir şekilde; “Niye ağlıyorsun Hacı Abi?” dedi.
Derdimi ona da açmak istedim.
Ancak bizi daha tanıyalı iki-üç hafta olmuştu.
Söylemedim.
Yutkundum.
Fakat ciddi ısrar edince olanları anlattım.
Hizmeti yeni tanımış olan o yiğit, hiçbir şey istemeye niyetlenmediğim kişi, “Binayı ben yaparım, sen üzülme!”dedi.
Dünyalar benim olmuştu. İşte o önemli kurum böyle başladı.”
HOCAFENDİ: SEN VE BEN EVSİZ ÖLELİM!
Hacı Kemal Erimez’in hayırseverliği çok eskiye dayanır.
Konyalı merhum Tahir Büyükkörükçü ile başlar hayırseverlik serüveni.
Sonra İzmir Kestanepazarı’na…
Yaşar Tunagür Hoca ile devam eder bu heyecan hali.
Uzun yıllar, birlikte hayır işlerine koşturduğu Tunagür Hoca‘nın sohbetlerini de yanında hiç eksik etmediği teybiyle kaydeder.
Sonra onları çoğaltarak civar kasabalara dağıtır.
Tunagür Hoca’nın da etkisiyle, İzmir’e tayin olan ve henüz 26 yaşında olan Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanışır ve bu heyecan aksamadan devam eder.
Hayatı ve ufku değişir, son nefesine kadar bu çizgide devam eder.
Bu ince ruhlu insan, Hocaefendi ile aralarındaki sevgi köprüsünü ifade ederken, “Biz Hocaefendi ile bakışarak konuşuruz” derdi.
Altın işleme atölyesi olmasına rağmen, vefatına kadar kirada oturdu.
Erimez, bu durumun sebebini, “Hocaefendi bir gün bana “Sen ve ben evsiz ölelim.” dedi. Bu sebeple ev almıyorum.” şeklinde açıklar.
Aydın’dan İstanbul’a oradan Duşanbe’ye uzanan hicret serüveninin temelinde, Hocaefendi’nin bir göz işareti olduğunu söylüyor yakın dostları.
Hocaefendi ile tanışmadan önce, zeybekler diyarı Aydın’da, aktif bir siyasi hayatı da vardı.
Demokrat Parti’de aktif faaliyetleri olurdu.
Adnan Menderes’i karşılamak için kamyonlara insanları doldurur, miting meydanlarına taşırdı.
Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, Aydın’a geldiğinde doğruca Hacı Kemal’in evine gider, orada ağırlanırmış.
Kendi tabiriyle, bir tüccar ve çiftçi olarak, fırtınalı bir hayat yaşar o dönemde.
Her kesime katkı sunar.
Bir küheylan gibi koşturur.
Bir dönem Necip Fazıl’ın çıkarmış olduğu gazeteye bile maddi ve manevi yardımları olur.
Gazeteyi bizzat kendisinin dağıttığı oldu.
VE ORTA ASYA’YA HİCRET EDEN İKİ YAREN!
Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ve Orta Asya yolculuğu…
Orta Asya denince ilk önce bu iki önemli müteşebbis ruh akla gelir.
Aslında ikisi de gurbet içinde gurbet yaşamıştır hep…
1926 yılında Samsun’un Havza ilçesinde dünyaya gelen Hacı Kemal Erimez, Aydın ve İstanbul’dan sonra Duşanbe’ye revan olur.
Pekmezci ise; Konya’dan İzmir’e, oradan da Almatı’ya hicret eder.
Kader, ikisine de muhacir olmayı erken yaşlarda nasip eder.
Ama her ikisi de, Hocaefendi’nin çevresindekileri Orta Asya başta olmak üzere yurtdışına teşviki ve işaretiyle yola çıkarlar.
Biri Tacikistan, diğeri ise Kazakistan’a hicret eder.
Yürekleri heyecan dolu bu iki kadim dost, sinerjilerini ve sevgilerini Orta Asya’nın geniş bozkırlarına, Altay dağlarının yamacına kadar taşırlar adeta. Öyle de oldu zaten. Çekik gözlü Kazaklar Pekmez’in, kalın kaşlı Tacikler ise Erimez’in sevgi potasında eridiler adeta.
Erimez, Taciklerin ‘Hacı Baba’ anlamına ‘Hacı Ata’sı oldu.
Pekmezci ise, Kazakların ‘Ağabey’ anlamına gelen ‘Yusuf Ağa’sı olarak gönüllerde makes buldu.
Erimez, herkesin gönlünü yaşlı gözleri ile fethetmiş, hepsinin ‘Hacı Ata’sı olmuştu.
Tacikistan, Hacı Ata için bir sevdaydı.
1990’lı yıllarda ülke iç savaş yaşıyordu.
Duşanbe sokaklarında silahlı adamların bile gezmeye korktuğu o uçsuz bucaksız diyarlarda, iç savaşa aldırmaksızın altı okul açmıştı.
Kurşun sağanağı altında okul ve müesseselere öncülük etti, ilerleyen yaşına rağmen.
Yüksek şekeri vardı.
Prostat ve kalp rahatsızlığına rağmen koşturuyordu.
Bir keresinde Duşanbe’de kalbi sıkışmış, uçaktan ambulansa nakledilip Türkiye’ye gönderilmişti.
Anjiyo olup, çok sevdiği Tacikistan için yola koyulmuştu.
Direkt uçuşlar olmadığı için, uçakla Özbekistan’a, sonra Taşkent’ten Rusların Lada marka otomobiliyle saatlerce kara yolculuğu yaparak başkent Duşanbe’ye ulaşırdı.
Çok seviyordu Tacikleri. Pamuk tarlalarında yardım için onlarla beraber olurdu.
Çok defa silahlı gruplar yolunu kesmişti.
Canı kadar sevdiği kızını kaybetti gurbetteyken.
Bu acı haberi Duşanbe’de koştururken almıştı.
Kendi çocuklarıyla vakit geçiremediği için, üzüntüsünü zaman zaman sevdikleriyle, dostlarıyla paylaşıyordu.
“Yılda bir ay bizimle olurdu” diyor oğlu Cemal.
Eğitime âşık bu insan, Orta Asya’daki bir bakana, Fatih ve Yamanlar kolejlerini anlatır.
Birden duygulanır ve ağlamaya başlar.
Bu Aksakal’ın çocuk gibi ağlayışını gören konuk bakan da gözyaşlarını tutamaz.
Milli Eğitim Bakanı, Hacı Ata’ya, “Anlattığınız okulları burada da açalım. Biz elimizden gelen tüm imkânları size hazırlarız” deyince, bu defa sevinçten gözyaşlarını akıtır.
Kısacası herkesin gönlünü yaşlı gözleri ile fethetmiş, bu nedenle hepsinin ‘Hacı Ata’sı olmuştu.
Aslanlar Ayakta Ölür – Zaman Avustralya https://t.co/5ovPYVte3D pic.twitter.com/kUPFHBMBvV
— Zaman Avustralya (@ZamanAvustralya) March 14, 2020
23 YIL ÖNCE RUHUNUN UFKUNA YÜRÜDÜ
Fatih Camii’ndeki musalla taşından, sevenleri ve binleri aşkın memleket evladı tarafından ebedi yolculuğuna uğurlandı Hacı Ata.
Necip Fazıl…
Turgut Özal…
Ve daha nice ismin cenaze merasimine ev sahipliği yapmıştı bu cami…
Ne Turgut Özal gibi bir Reis-i Cumhur, ne de Necip Fazıl gibi tanınmış bir şairdi Hacı Kemal Erimez.
15 Mart 1997, günlerden Cuma…
Fatih Camii’ni ve avlusunu dolduran Anadolu’dan Orta Asya’ya kadar on binlerce delikanlı, Hacı Ata’larını uğurlamak için bu ulu mabede çıkan tüm cadde ve sokakları hıncahınç doldurmuştu.
Elinden tuttuğu her gencin gözyaşları Seyhun olmuştu…
Bu mahşeri kalabalık nereden sökün etmişti? Hiçbir faniye nasip olmayacak bu kalabalığın sebebi ne idi?
Bu kadar insanı nasıl etkilemişti de o insanlar onu son yolculuğunda yalnız bırakmamışlardı?
Caminin içini, avlusunu ve sokakları dolduran on binlerce genç, onun arkasından gözyaşı döktü.
Herkes vefalı ve gözüyaşlı bu pir-i faniye, ondan aldıkları vefa dersiyle karşılık veriyordu.
Şu bir gerçek ki, bu ulu çınarları yazarak anlatmak mümkün değil.
Hacı Kemal Erimez ile ilk karşılaşmam İstanbul’da 1991’de gerçekleşen Ebedi Risalet Sempozyumu’nda olmuştu.
Kader yıllar sonra Orta Asya’da, aynı sofrada buluşturmuştu.
Pekmezci Ağabey ve Hacı Ata ile aynı ortamı paylaştım.
İki koca dağ gibi…
Aynı odalarda yattık, aynı salonlarda soluklandık.
Büyük zatlar, esasında tariflere sığmaz, anlatılamayacak birer ulu çınardılar.
Gölgelenirsin ama farkında değilsin.
Benimkisi de biraz böyle…
Bu yüzden, onu bize anlatan ve benim de size onu anlattığım her metin, muhakkak ki eksiklerle doludur.
Mekanın cennet, kabrin pür nur olsun Hacı Ata…
Yusuf Ağabey ise, derin bir zulmün kıskacında.
Merhamet duygusu dumura uğramışların elinde ve demir parmaklıklar ardında…
Bir an önce özgürlüğüne kavuşmanı Rabbimden dilerim, Pekmezci Ağabey!
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au