Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR-TR724.COM
Sınanmayınca insanoğlunun kumaşı, madeni ortaya çıkmıyor. O nedenle insanları iyi tanımak için onları zor zamanlarda görmek, başı dara girdiğinde müşahede etmek gerekir derler. Normal zamanlarda mangalda kül bırakmayan, çevresine vaazlar veren insanlar başı dara girince savunduğu inançları, ilkeleri yok sayabiliyor. Herşey yolundayken “dengeli”, “mutedil” olan insanlar kriz dönemlerinde, felaket anlarında paniğe kapılabiliyor. O nedenle Hz. Peygamber: “Sabır darbenin ilk geldiği anda gösterilen tavırdır” buyurmaktadır. Kriz, travma dönemlerinde savrulmadan durabilmek, müstakim ve dengeli kalabilmek her yiğidin harcı değil.
Yaşanan travmatik durumlar insanların yerleşik düşüncelerini sarsabiliyor. İtikadi, fikri ve ameli savrulmalar yaşamalarına neden olabiliyor. İnsanlık tarihindeki uç/ekstrem düşünceler genelde sarsıcı-travmatik olaylardan sonra çıkmıştır. Müslümanlar arasında yaşanan köklü itikadi, fikri ayrışmalar Sıffin Savaşı, Kerbela vakası gibi olayları müteakip doğmuştur. İslam tarihindeki ifrat hareketlerinden birisi olan, belki bugünkü radikal akımlara ilham veren Hariciler, önceleri Hz Ali’nin yanında yer alırken Hakem Olayı’ndan sonra “günah işleyenin dinden çıkacağını, dinden çıkan birisiyle de mücadele edilmesi gerektiğini” ifade ederek Hz Ali’ye karşı çıkmış ve O’nu şehid etmişlerdir. Bütün Müslümanların ciğerini kavuran Kerbela Vakası Müslümanlar arasındaki yarılmaların başladığı hadisedir. Ehli Beyt’in katliama maruz kalması, ardından Haccac eliyle Hicaz’ın kan ve zulüm denizine çevrilmesi Mezhebi ayrılıkları doğurmuş, Müslümanlarda büyük inkisar oluşturmuştur.
Moğolların Asya steplerinden çıkıp, o dönem en ileri medeniyete sahip Müslümanlara galip gelmesi, Buhara Semerkant’tan Bağdat’a, Konya’ya kadar bütün kentleri, kütüphaneleri, eserleri yakıp yıkması, büyük katliamlar yapması, buna maruz kalan insanların itikadını sarsmıştır. “Allah bedevi ve baldırı çıplak insanların böyle medeni topluluklara galebe etmesine neden fırsat veriyor?” diyenler çıkmıştır. Pek çok insan Allah’a inancını, İslam’a güvenini sorgulamaya başlamıştır.
Ortaçağda ortaya çıkan Kara Veba salgını o dönem Avrupa nüfusunun yüzde 60’ını öldürünce, insanlar Tanrı inancını, kiliseye güveni, dini metinleri sorgulamaya başlamıştır. Sorgulamalar Hristiyanlıktaki reform hareketlerini doğurmuştur. Kilise büyük oranda gücünü yitirmiş, seküler yaşam, rasyonel düşünce ve pozitivizm yükselişe geçmiştir.
MAkif Ersoy inancını, itikadını ve yaşantısını sorgulamaktan haya edeceğimiz, hepimizin hayran olup sevdiği, saf ve duru bir mümindir. Ama Akif Osmanlı Devleti’nin gözü önünde gümbür gümbür yıkılması, Müslüman toplumların onur kırıcı işgaller yaşaması ve izzetini, topraklarını yitirmesi üzerine “Ağzım kurusun, yok musun ey Adl-i İlahi!” diyebilmiştir.
Son 6-7 yılda bir kesime uygulanan insafsız ve vicdansız infazlar, zulümler, ailelerin parçalanması, insanların onurunun, izzetinin ayaklar altına alınması.. buna maruz kalanlarda ciddi travmalar oluşturdu. Zulme maruz kalan pek çok kimse ameli ve itikadı savrulmalar yaşadı. Başlarda bir miktar baskın olan, esbaba riayet etmeksizin inayeti İlahi bekleme, analitik düşünceden/sorgulamadan uzak mucizevi çıkış umudu, ezoterik-mistik yaklaşımların etkin olduğu bakış açısı, zulmün acı ve ağır şekilde devam etmesi üzerine pek çok insanda yerini itikatta sarsılmalara, ibadette ihmallere bıraktı. Moğol işgalinde Müslümanların, Kara Veba’da Hristiyanlarının yaşadığına benzer şekilde dini-inancı sorgulayanlar, güvendiği ilkeleri-değerleri mercek altına alanlar arttı. Münhasıran batı formasyonuna sahip ve eleştirel bakan bazı arkadaşlar dini bir hareketi materyalist ve pozitivist kriterlerle eleştirmeye başladılar.
Son dönemde ortaya çıkan Koronavirüs, insanoğlunun varlığa hükmetme noktasında aczini bir defa daha ortaya koydu, ifrat ve tefrit yaklaşımları açık etti. Tıbbi gerçekleri değil hurafeleri kabul eden yobazlar yanında, duayı hiçe sayan, yaşadığı acılar nedeniyle tamamen pozitivist yorumlar yapan bazı (eski) dindarlara şahit olduk. Oysa sebeplere riayet etmek bizde hep takvanın bir buudu olarak anılageldi. Hz. Peygamber: “Önce deveni bağla sonra tevekkül et!” demişti. Sebeplere riayet ile dua etmenin, Kudreti sonsuzdan inayet istemenin çelişen bir tarafı yoktu. Fakat son süreçte fazlaca rasyonel takılan, her vak’aya sadece sebep-sonuç ilişkileri açısından yaklaşan ve kanaatimce itikadi kayma yaşayan bazı arkadaşlar Müsebbibül Esbaba da yönelmenin Müslüman olmanın bir gereği olduğunu unuttular. Cenab-ı Hakk’ın: “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” “Dua edin icabet edeyim” ifadelerini biraz geri plana ittiler.
Yaşadığımız travma nedeniyle bir miktar güven krizi yaşansa da kaynaklarımız bize: “sebeplere riayet ile tevekkülün birbirini nakzetmediği ve birbiriyle çelişmediğini” ifade etmektedir. “Evet, sebeplere riayetle tevekkül, bir vahidin iki yüzünden, birbirini tamamlayan iki unsurdan ibarettir. Çünkü tevekkül, hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde esbaba riayet edip sonra da Kudreti Sonsuz’un üzerimizdeki tasarruf ve hükmünü beklemek demektir. Bir işe teşebbüs ederken, sebepleri, mukaddimeleri, emr-i ilâhî olarak kemâl-i dikkatle yerine getirecek, diğer taraftan sebeplere tesir-i hakiki vermeden, her şeyin Cenâb-ı Hakk’ın meşîet ve iradesine bağlı olduğu şuuru içerisinde, O’nun lütuf ve inayetine sığınıp neticeyi sadece ve sadece O’ndan bekleyeceğiz.” (Herkul | 19/04/2010. | KIRIK TESTI) demekteydi.
Zorluklar karşısında “Müstakim durmayı” “savrulmamayı” beşer olarak işlediğimiz bazı hatalarda ısrarcı olmak, yanlış tutum ve davranışlara devam etmek, kendini yenilemekten, muhasebeye çekmekten ve revize etmekten kaçınmak olarak da anlamamak lazım diye düşünüyorum. Kur’an’ın bize öğrettiğine göre doğru yol üzere olmak çok önemli. O nedenle günde 40 defa her rekatta Allah’tan sıratı müstakim üzere olmayı, dalalet üzere gitmemeyi diliyoruz. İstikamet üzere olmak ifrat ve tefrit tepkilerden, uç davranışlardan kaçınmıştır. Konjonktürel ve arızi etkilerden kendimizi koruyarak hakikatler üzerinde sabit kalabilmektir. Değişen şartlara göre subjektif doğrularımızı, indi mülahazalarımızı gözden geçirip revize edebilmektir. Sık muhasebe yaparak çizgimizi istikamet üzere güncellemektir.
Hadislerde: “Ahir zamanda inancı-imanı korumanın elde kor ateş tutmaktan daha zor” olduğu ifade ediliyor. Biz bu hadisi genelde ahir zamanda günahların çokluğuna ve kolay erişilirliğine yorduk. Ama son dönemde görüyoruz ki fikri sarsıntılar, travmatik olaylar, çaresizlik hissi, mücadele gücünü yitirmek gibi konular günahlara karşı dayanmaktan daha zor ve daha şiddetli sarsıyor insanları. Bu nedenle sadece maddi muavenete değil, bu konularda da birbirimize destek vermeye, halil, yoldaş olmaya ve zor zamanları en az hasarla atlatmaya ihtiyacımız var diye düşünüyorum.