Geçtiğimiz 17 Nisan, Köy Enstitülerinin kuruluşunun 80. yılıydı. Özellikle Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bu vesileyle paylaştığı mesaj, bazı kesimlerden ciddi tepkiler aldı.
Bunların arasında MEB Eski Müsteşarı ve Ankara Hacı Bayram Üniversitesi Rektörü Yusuf Tekin özellikle dikkat çekti.
Peki neydi Köy Enstitülerinin hikayesi? Aradan bunca yıl geçmişken bir kesim hala üstüne destanlar söylerken bir kesim ise neden eleştiriyor? Bu yazıyla biraz olsun bunu anlatmaya çalışacağım.
1930’a gelindiğinde bizzat Atatürk’ün emriyle kurdurulan Serbest Fırka, kısa sürede halktan büyük bir ilgi görünce CHP bu ilgiden ciddi ürkmüş hatta korkmuştu. Bunun üzerine Serbest Fırka hemen kapatıldı. CHP, iktidarını sağlamlaştırıp kendini güvence altına almak zorundaydı.
O yıllarda ülke nüfusunun %80’i köylerde yaşıyordu ve okuma yazma oranı da %10 civarındaydı. 40 bin köyün 35 bininde öğretmen yoktu. CHP bunu bir fırsata çevirip Kemalist ideolojiyi toplumun kılcallarına kadar yaymak için yeni bir yöntem geliştirdi.
1936’da okuma yazma bilip askerliğini onbaşı ya da çavuş olarak yapanlar altı aylık kısa bir eğitimden sonra köylere “köy eğitmeni” olarak atandılar. Ardından 1937’de ilk köy eğitmen okulu Eskişehir/Çifteler’de açıldı. 1940’a gelindiğinde ise bu okullar Köy Enstitülerine dönüştürüldü.
Okullar, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un himayesi altındaydı ve bizzat İnönü tarafından destekleniyordu. Günde 11 saat gibi yoğun bir eğitimin yapıldığı okulların eğitim süreleri de 5 yıldı.
Dersler; kültür dersleri, tarım dersleri ve teknik dersler olarak üç gruba ayrılmıştı. Öğrenciler Türkçe, matematik, fen bilgisi derslerinin yanında tarım yapmayı, ekip biçmeyi, hayvancılığı ve bunların yanında nalbantlık, demircilik, marangozluk gibi zanaatları da öğreniyorlardı. Okullarda din dersi ise yoktu.
Köy Enstitüsü binalarını, köylü ve öğrenciler birlikte inşa etmek zorundaydılar. Maliyet ise doğrudan köylünün üzerine yüklenmişti. Eğitim için köylerden toplanan çocuklar inşaat için su taşıyor, yol ve köprüler inşa ediyor, kendi okul binalarını yapana kadar çadırlarda yatıp kalkıyor ve bu da yetmezmiş gibi yemeklerini kendileri pişiriyorlardı. Bu durumu bir solcu olarak Kemal Tahir “Bozkırdaki Çekirdek” romanında ciddi olarak eleştirir.
Eğer köylünün Enstitü için verecek parası yoksa inşaatta çalışması zorunluydu. Bu inşaatlar sürerken pek çok çocuğun iş kazası geçirip sakatlandığı, hastalıklara yakalandıkları hatta öldükleri de raporlanmıştı.
Şehirlerde yaşayan hiçbir çocuğun kendi okulunu inşa etmek gibi bir vazifesi yokken Köy Enstitülerinin böyle bir yol takip etmesi dönemin en çok eleştirilen noktalarından biri olmuştu. Bu durum tamamen sınıf ayrımına dayalı, adaletsiz ve eşitliğe aykırı bir durumdu.
Diğer öğrencilerin aksine Enstitü öğrencilerinin yıllık izinleri de sadece 45 gündü, bu izinler dönüşümlü olarak kullanılıyor ve böylece yıl boyunca okullar açık tutuluyordu.
Enstitüden mezun olanlar için sert kurallar mevcuttu. Bu öğretmenler 20 yıl boyunca sadece köylerde öğretmenlik yapmak zorundaydılar. Üniversiteye gitmeleri yasaktı, eğer bir sebeple öğretmenliği bırakmak zorunda kalırlarsa Enstitüde okudukları yıl boyunca yapılan masrafların iki katını ayrıldıklarında ödemek zorundaydılar.
Ücretleri kırsal yaşamda onları geçindirecek düzeyde ve diğer öğretmenlere göre oldukça düşüktü. Devlet tarafından kendilerine köyde bir ev, ekip biçmeleri için biraz da toprak veriliyor ve geçimlerini böyle sağlamaları isteniyordu. Bunda amaç öğretmenleri köyde tutmak, onlar sayesinde köylüyü kontrol edip bilinçlendirmek ve partinin ilkelerine sadık bireylere dönüştürmekti.
Okullar her sabah ziraat marşı okunarak açılıyordu. Marşın sözlerine bakıldığında az çok Enstitülerin açılış amacını da anlamak mümkündü.
“Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine
Milletin her kazancı, milletin kesesine,
Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine,
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz,
Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.”
Okullarda Hasan Ali Yücel tarafından Türkçeye çevrilen dünya klasikleri okutuluyor, her cumartesi piyesler, halk oyunları sergileniyor ver her öğrenci bir enstrüman çalmaya teşvik ediliyordu. 1948’e gelindiğinde bu okullardan 17 bini öğretmen, 3 bini sağlık memuru olmak üzere 20 bin öğrenci mezun olmuştu.
Enstitülere getirilen en büyük eleştirilerden biri de okullarda sosyalizim ve komünizm propagandası yapıldığıydı. Her ne kadar bu okul mezunları bunları reddetse de Fakir Baykurt, Behice Boran, Ruhi Su, Meliha ve Niyazi Berkes, Mahmut Makal, Dursun Akçam, Talip Apaydın, Pertev Naili Boratav, Sabahattin Eyüpoğlu gibi sol, sosyalist ve komünist kimlikleriyle bu okullarda öğretmenlik yapan simalar bu tezi doğrular nitelikteydi. Bunlardan Behice Boran daha sonra Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanlığı bile yapmıştı.
Kemalist eğitim ters tepip öğrenciler Marsist ve Sosyalist bir düşünceye kaymaya başlayınca CHP bu durumdan rahatsız oldu. 1946 yılında Hasan Ali Yücel ve Tonguç görevden alındılar. Okullardaki idareci ve öğretmenler değiştirildi, 2000 öğrenci sınıfta bırakıldı.
“Bozkırları baştan başa yeşerteceğiz / Tanrının geç kaldığı işi biz bitireceğiz.” diye şiirler yazılan, Türk solunun büyük anlamlar yüklediği Köy Enstitülerinin 1954’te tamamen kapatılması hep bir “karşı devrim” olarak görüldü. Halbuki okulların işlevsiz hale getirilmesinin en büyük sebebi ve ilk eleştiri getirip soruşturmalar açan bizzat okulların kurucusu CHP’ydi.
Eğitimi kendi ideolojisi doğrultusunda bireyler yetiştirmek olarak anlayan Köy Enstitülerinin bugün bir iz düşümü de AKP’nin İmam Hatip Okulları projesidir. Eğitim ne sadece ideolojik olmalı ne de siyasi emeller uğruna din kullanılmalı. Bediüzzaman’ın dediği gibi “Vicdanın ziyası ulum-u diniyedir (dini ilimlerdir), aklın nuru fünun-u medeniyedir (fen ilimleri). İkisinin imtizacıyla (birleşmesiyle) hakikat tecelli eder.”
Peki Bediüzzaman’ın çizdiği bu modeldeki modern eğitim verip evrensel değerlerle insan yetiştiren Hizmet Hareketinin 2000’e yakın okulu ne oldu dersiniz? Haramiler tarafından el konulup, bir kısmı İmam Hatip’e çevrilip diğerleri de yandaşlara peşkeş çekildi. Türkiye’nin dünyaca başarılara imza atan okulları, Anadolu insanının zorla değil isteyerek kendi helal kazancıyla yaptırdığı bu eğitim yuvaları yok edildi. Kim bilir belki 80 yıl öncesine nostaljik methiyeler düzenler, zaman bulurlarsa bunun niye olduğuna dair de bir cevap verebilirler?
semihyilmaz@yepyeni.zamanaustralia.com