Sen, ailenden biri ya da bir yakının ölmediği sürece bütün rakamlar istatistikten ibaret. Nefes alamayarak can çekişerek ölen bedenler excel tablosunda birer veri.
Batı ülkelerinde daha çok insanın ölmesinden mutlu olanla, ülkede ölüm sayısının daha fazla çıkmasını arzulayan aslında insanlıkta aynı noktadalar.
“Virüs bize Avrupa’dan geldi” diyenle, “Kahrolası umreciler yüzünden” diyenlerin aynı yerde buluştuğu gibi.
Rejimin, dünyadaki diğer devletler gibi bir karar vermesi lazımdı. Önce sağlık mı, ekonomi mi? İkisini aynı anda götürmeye çalışanlar başarılı olamadı. Aldıkları cesur ve riskli kararlardan birer birer geri döndüler. En çok çuvallayanlar da önce ekonomi diyenler oldu.
Senin devletin de önce sağlık diyemedi. Çünkü sağlık demenin bir maliyeti var. Kasanda paran yok. Teoride bugünler için kullanılacak fonların çoktan tüketildiği zaten biliniyordu, bir kez daha görüldü.
“Evde kal Türkiye” demek kolay. Bilgisayarla masa başında iş yapan beyaz yakalı kalabilir. Okulları tatil edip gençleri, çocukları da evde tutabilirsin. Emekli olmuş yaşlıları da. Ama dışarı çıkıp çalışmadığı zaman aç kalacak milyonlar var ki onlar için açıklanan önlem paketleri komediden ibaret. Ücretsiz izin parası ile kiranı bile ödeyemeyeceksin. Esnafa Halkbank’tan limitli kredi kartı vermeyi müjde diye pazarlıyorlar. Bir kaç hafta sonra limitler dolunca ne olacağı belli değil. Yandaşlara peşkeş çektikleri elektrik, doğalgaz parasından bile feragat edemiyorlar.
Her gün gazetelerinde, televizyonlarında battılar, mahvoldular dedikleri devletler de “evde kal” dedi. Neyse parası devlet ödeyecek. Öyle ulufe dağıtır gibi değil. “Lan kimin parasını kime veriyorsun?” dedirtmeden. Sebebi oldukça basit, insanlar yıllardır çok yüksek oranlarda vergi verdiler. Şimdi bu vergilerle devlet en zor zamanında vergi vereninin yanında. Aksi olsaydı kıyamet kopardı. Bizimkinin çokça zaman böğüre böğüre söylediği “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın’ı hayata geçirdiler.
Türkiye’de kaç kişinin öldüğü hiçbir zaman bilinemeyeceği gibi önemli de olmayacak, kendimizi kandırmayalım. “Şu kadar insan ölmeyebilirdi” de denmeyecek. Şu zengin ülkelerde bile bu kadar kişi öldü deyip işin içinden çıkacaklar. Zaten nüfusa oranla ölen sayısı o kadar az olacak ki kimsenin derdi de olmayacak.
Şimdi yeni bir tekerleme tutturmuşlar Korona sonrası yeni dünya düzeninde çok çarpıcı değişiklikler olacakmış. Türkiye yeni dönemin parlayan yıldızı olacakmış. Nasıl bir değişiklik bekliyorlarsa kasasında metelik bulunmayan ülke birden çoşacak. Zannedersin herkes “vay be model alınacak ülke aslında Türkiye’ymiş” diyecek.
Çin’den üretimin Avrupa’ya doğru kayacağını en büyük piyangonun Türkiye’ye vuracağını sananlar var. Boş bir beklenti. Ayda 20-30 dolara köle gibi işçi çalıştıran bir ülkeyle çalışmaktan kimse kolay kolay vazgeçmez.
Ha şu olacak tabii ki. Ülkeler özellikle tarım ve yaşamsal ürünlerde kendi kendilerine yeter hala gelmeyi strateji olarak benimseyecekler. Bu da en çok Türkiye’ye zarar verecek. Mesela kimse artık senden domates, soğan, patlıcan almayacak.
AB’nin ve Amerika’nın battığını hayal eden gerizekalı, eğer bu gerçekleşirse hangi ülkeden sana turist gelecek, ürettiğin malı kime satacaksın, üretim yapman için gerekli hammaddeyi kimden alacaksın, hangi yabancı sermaye yatırım yapacak sorularına cevap veremiyor.
Rejim için kendisini sandıkta tutan malum kitlenin desteğinden başka bir şey umurunda değil. Şimdi de cari açığa darbe vuracak, Türkiye’nin enerji ihtiyacını giderecek doğalgaz bulundu, petrol bulundu oltaları atıyorlar.
Türkiye’nin her ilinden petrol fışkırsa yine bir şey değişmez. Çünkü Türkiye’nin sorunu potansiyel sorunu değil. Türkiye, Almanya gibi yönetilse iki Türkiye’yi daha besler. Türkiye’de israf ve hırsızlığı minimuma indirseniz elalemin açıkladığı paketlerin benzerlerini çok rahatlıkla ilan eder. Türkiye’nin sorunu diktatörlük, demokrasi ve özgürlükle çözülebilecek milyarlarca dolara mal olan kronik sorunların çözülmeyişi, Saray’ın ve etrafındaki halkanın ayakta kalması için 80 milyonunun gece gündüz çalışmak zorunda kalması. Muhalifler bile bu çarkın dönmesi için varlar.
Mesele petrolün olup olmaması değil. İran’da da petrol var. Halkın yarısından fazlası fakir. Suudi Arabistan da petrol zengini, geniş bir aile dışında herkes köle. Nijerya da petrol ülkesi, benzini dışardan alıyor, halkın durumu içler acısı. Ama gel gelelim Norveç de petrol ülkesi. Varlık fonlarında 1 trilyon dolar var.
Korona sürecinde dünyanın girdiği ekonomik sıkışmışlığın adı talep daralması. Çünkü tüketici yok ortada. Araba üretsen kim alacak, nerede binecek adam? Otelleri bedava yapsan nasıl gelecek? Canı sıkılsa gideyim bir kahve içeyim diyeceği yer açık değil. İşten çıkarmalar ve istihdam daralması ile birlikte yarın öbür gün salgın tehlikesi azalsa dahi ciddi küçülmeler yaşanacak. İflas edenler, kapanan fabrikalar sıkça duyacağımız haberler olacak.
Düne kadar Libya’da Osmanlıcılık oynayanların, Suriye’de bizim topraklar masalı okuyanların cilasını gözle görülmeyen bir virüs alıyor. İşler sarpa sardıkça alınacak çılgın kararlarla herkesi karşısına ala ala sona doğru yaklaşıyor. Yakıp yıkmadan gitmeyeceğini kimse unutmasın. “Haklısın ama karnımızı Firavun doyuruyor” diyenlerin bu hale getirdiği ülkede, aç kalacakları günlerde ne yapacaklarını öğrenmeye doğru gidiyoruz.