Bu yazı nefsime, nefsimle berâber okuyan kardeşlerime bir hatırlatmadır ;
Alevleri göklere yükselen, iki cihânı tehdîd eden bir yangın içerisindeyiz.
“Her yanda yangın var!..”
“Yangın var! Ailede yangın var. İdârede yangın var.. Adâlette yangın var. Hakta, hak cephesinde yangın var. Dinî duygu ve dinî düşüncelerde yangın var. Bütün bunlar birer odun parçası şeklinde, birilerinin istikbâlleri, gelecekleri, saltanatları ve debdebeleri için, ateş tutuşturma istikametinde kullanılıyor.”
Bir Deccâliyet Asrı sonrasında gelmiş, Süfyâniyet Asrı yaşıyoruz bütün değerler ardı arkasına yıkılıyor, üst üste devriliyor, insan yanıyor, vicdân yanıyor, dünyâ yanıyor, âhiret yanmak üzere.
Maddi-manevi dünyâmızı, istikbâlimizi kundaklayan kundaklayana.
Nefsî, şeytânî, süfyâni canavarlar Deccâl ateşine od taşıyor, fer veriyor, körüklüyor.
İki helâket ve felâket asrının, çırpınışları birbirlerine denk iki dertdâr insanı, Üstâdımız ve Hocamız haykırıyorlar.
“Yangın var !”
Evet, Onlar iki itfâiyecidir, asırların yangınını gözyaşları ile hemde “kanlı gözyaşları” ile söndürmeye koşan.
Üstâdımız Eşref Edib’in hârika tesbiti ile haykırıyor ;
Hazret çoşmuştu ;
“Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var.“
“Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!..”
“Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de.”
“Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harplerde bir cani gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan men edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım.”
“Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade, ölümü tercih ettim.”
“Eğer dinim intihardan beni men etmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”
Büyüğümüz ise iç yangınını şöyle dile getiriyor “Mahmud Esad’ın “Yangın var!” yazısını bilirsiniz. Ben o yangını her zaman içimde hissediyorum.”
“Yangın var!“
Ve ekliyor, Sûzi derki ;
Tulumban al yetiş imdâda yangın var !
Dedim: Zâhirde mi âşık?
Dedi: İhfâda yangın var !
Sefine-i kalbime alevli bir kor attın ey dost.
Bülend-âvâz ile dersin
Bakın deryâda yangın var!
Gördüğünüz gibi birileri bu yangına körükle koşarken, birileri tulumbayla imdâda yetişme gayreti içerisindeler.
“Hafizanallah- işte bu yangın karşısında, yanan şeyler karşısında umursamazlık, en büyük bir günahtır.”
“Umursamazlık… Derdi hissetmemek… En büyük günâh!..”
Ve Hocamız inim inim inliyor “Sadece bir kişi o duygu ile oturup kalkıyor ve diğerleri hiçbir şey yokmuşçasına hareket ediyorlarsa, vay o zavallının, o akılsızın, o ahmağın haline!.. Demek, beyhude çırpınıp duruyor.”
Hatırlamalıyız !
“Azıcık arka planı ile, perde arkası ile meseleyi gördüğünüz zamân, üzülmemek için insan olmamak lâzım.”
Ben neredeyim ? Biz neredeyiz ?
Bu bir imtihân, yol iki ;
İtfâiyeci olmak mı?
Kundakcı olmak mı?
“İçinizde gerçekten mücâhede edenleri ve (Allah yolunda) sabır ve sebat gösterenleri ortaya çıkaralım, ayrıca söz ve davranışlarınızı (niyet ve sâlih olup olmamaları açısından) değerlendirelim diye sizi mutlaka imtihâna çekeceğiz.”
(Sûre-i Muhammed 31)
Evet hatırlamalıyız, bütün bunları unuttuk gibi ne dersiniz ?
Halbuki, Rabbimiz bizleri imtihân ediyor.
Biiznillâh, Şakirdler itfâiye memuru olmaya karar vermiştir..
Hizmet İnsanları her biri birer küçük Saîd hükmünde “Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemeyiz; orası da bize zindân olur. İnsanlığın-milletimizin imânını selâmette görürsek, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyız. Çünkü vücudumuz yanarken, gönlümüz gül-gülistân olur.” diyerek alevleri söndürmeye koşarlar.
Hepimizin derd ve dâvâsı bir inşâallâh.
Gafletimizi izale eden “tefekkür” ve bizlere akıl, kalb inceliği kazandıran “şefkat” ile varlığın imdâdına koşmak.
Koşarken büyük imâm Nakşibendi Hazretleri’nin buyurduğu gibi, “Der tarîk-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk,Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” diyerek, maddi-mânevi bütün füyûzat hislerini terk ile koşmak şiârımız.
Bedîüzzamân’ca “Der tarik-i aczmendî lâzım âmed çâr çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz.” diyerek Rabbimiz’e ilticâ ihtiyâcımız.
Binbir belâya mâruz kalsakta, Rabbimiz’in yolunda başımıza gelenlerin hepsine katlanacak ve fakat katiyen dönmeyeceğiz inşâallâh.
“Adanmışlar” kendilerini bu yola adamışlardır.
Hançer ile yüreğimi yar senden dönmezem,
Ger Zekeriya tek beni baştan ayağa yarsalar,
Başıma koy erre Neccâr senden dönmezem”
Hizmet insanı Nesîmi gibi kararlı olmalı ki karanlıklar aydınlığa çıksın.
Karşımızdaki cehennemi ateş Mesîhî soluklarla sönüp yerini Cennet esintilerine bıraksın.
Bütün dünyâda bir “vicdânlılar hareketini” tetikleyecek “adanmışlar” cemaati içerisinde olmak ve ölmek niyâzıyla.
Unutmayınız “Dermân aradım derdime; derdim bana dermân imiş.” (Niyaz-i Mısrî)
Derdimizi seviyoruz…
mansurturgutk@gmail.com