KHK ile ihraç edildikten sonra tutuklanan, tahliye edildikten sonra Almanya’ya iltica eden eğitimci akademisyen koronavirüsle mücadele günlerini Kronos’a anlattı: Demek buraya kadarmış. Yolun sonuna geldik…” diye düşündüm…
Kronik astım hastalığından dolayı nezarette ve cezaevinde zor zamanlar yaşamıştı ama yeni bir hayatın başlangıcındayken bütün dünyayı kasıp kavuran koronavirüs (COVID-19) salgınından etkileneceğini aklına bile getirmemişti. İlk belirtilerin görüldüğü günün ertesinde pazar günü en yakın hastaneye gittiğinde doktorlar hemen muayene etti ve “Bir şey yok, evine gidebilirsin” dedi. “Bir daha baksanız, bende korona olabilir” diye üstelese de sonuç değişmedi. Çünkü gittiği sağlık merkezinde korona testi yapılmıyordu. Bunun için ev doktoruna gitmesi gerektiği, ancak ev doktoru uygun görürse test yapılabilen bir hastaneye sevkinin gerçekleşeceği söylendi.
“Ben de o gecenin sabahında pazartesi günü doğrudan ev doktoruna gittim” diyor Papatga. Ev doktorunun da sadece muayene ettiğini, korona testi için kendisine Gesundheimamt’ın adres gösterildiğini anlatıyor. Yüksek ateş ve sık tekrarlayan öksürükle birlikte Gesundheimamt’ta koronavirüs testi sırasına girmiş. Ayakta duracak hali olmadığı için Papatga, bendeki semptomlar ciddi; sıraya girmeden test yaptırabilir miyim, diye ricada bulunmuş ama faydası olmamış. Yaklaşık bir buçuk saat sırada bekledikten sonra test yapılmış ve ailece evde karantinaya gönderilmiş. İki gün sonra 18 Mart’ta da Gesundheimamt’tan arayarak testin pozitif çıktığını ve kesinlikle evden çıkmaması gerektiğini söylemişler.Papatga, “Çok ağır değildim ama ateşim vardı, eşimde de başladı belirtiler. Onda çok ateş yoktu ama çok şiddetli bir ağrı vardı. Göz kapaklarını açamayacak şekilde yorgunluk oluyordu. Üç-dört gün kaldık biz böyle evde. Perşembe günü biraz kendimize geldik.” diyerek ailece korona virüsüne maruz kaldıkları ilk günleri şöyle anlatıyor:
“Eşim iyi toparladı ama bende astım vardı. Tedirginliğim daha da arttı. Astımla yaşamak zorunda olan bir kişi olarak nefes darlığı bazen oluyordu, bu sefer daha da arttı. Türkiye’den kalma bir hastalıktı ama Almanya’da nüksetmemişti. Perşembe gecesi öksürük arttı, nefesim daha da daralmaya başlayınca ben ambulansı aradım. Ambulans geldi. Testin pozitif çıktığını da söylemiştim onlara. Aldıkları gibi beni hastaneye götürdüler.”
Yakalandığı hastalığın ciddiyetini hastanede daha iyi anlamış. “Hemen testler, kan tahlilleri yapılmaya başlandı. Hastaneye cuma günü gelmiştim ama pazartesi günü doktor röntgen filmi çektirdi.” diyor. Ve müdahale ile ilgili süreci şöyle anlatıyor:
“Röntgen filmlerinden de bir şey çıkmadı. Ama hekimler kan değerlerimin düşük olduğunu, bir sorun olduğunu ama henüz bulamadıklarını söylediler. Bu sefer beni renkli röntgene gönderdiler hastane içinde. Öte yandan nefes darlığı da had safhaya ulaşmıştı. Röntgene giderken yürüyemedim, o kadar yani…”
Yoğun karantina önlemlerinin alındığı ve hastane içinde özel bir koronavirüs servisinin oluşturulduğu Dortmund Nordklinikum’da yaklaşık bir saat sonra renkli röntgen sonuçları gelince doktorlar ve hemşireler başına toplanmış Papatga’nın: “Senin ciğer perişan, neredeyse iflas edecek! Çok kötü bakteri enfeksiyonu var!”
“MAKİNE BANGIR BANGIR BAĞIRIYORDU”
Koronavirüsün üstüne astım, astımın üstüne ciğerlerde bakteri enfeksiyonu… “Beni perişan eden kısım orası olmuş” diyor Erdal Papatga. Doktorların kendisini apar topar yoğun bakım odasına kaldırdıklarını söyleyerek endişesinin daha da arttığı saatleri şöyle aktarıyor:
“İnhalasyon makinesi var, bir de burundan verilen oksijen var. O bende sürekli takılıydı. Yoğun bakıma götürürken bile arada takıyorlar onu, ciğer sürekli oksijen alsın diye. Yoğun bakımda gayet güzel baktılar, Allah razı olsun. Ciddi ekipmanlar vardı. Sağ bileğimin oradaki atardamara bir makine taktılar. Hem rahatlıkla kan alabiliyorlar hem de tansiyon nabız her şeyi oradan ölçebiliyorlardı. Doğrudan ayrı bir makineye bağlıydı. Nefes darlığı ve öksürük arttığında makine bangır bangır bağırıyordu. Normal serviste acil butonuna basıyorsunuz, hemşire geliyor. Yoğun bakımda makine kendisi bangır bangır bağırıyordu zaten.”
“YOLUN SONUNA GELDİK DİYE DÜŞÜNDÜM”
Yoğun bakımın kendisi için çok zor olduğunu ve yıprattığını ifade eden Papatga, kendi kendine, “Demek buraya kadarmış. Yolun sonuna geldik…” diye aklından geçirdiğini söyleyerek korktuğunu belirtiyor:
“Sonuçta bir mülteci olarak Almanya’dayım. Çoluk çocuk burada, tek başlarına. Endişe ediyorsunuz. Garip gelebilir ama durumun olumlu tarafı doktorların söylediğine göre bende bakteri enfeksiyonu olmasıymış. Nasıl diyeceksiniz, çünkü savaşacakları bir şey vardı ellerinde. Müdahale edebilecekleri bir sorun ve bir tedavi yöntemi vardı. Damardan antibiyotiğe başladılar. Sabah akşam antibiyotik veriyorlardı. Üçüncü günde toparlamaya başladım. Kardeşim de Atina’da, onun arkadaşları var. Avrupa’dan Amerika’ya kadar insanların haberi olmuş, dua etmişler. Bunlar da beni motive etti. ”
13 GÜNLÜK KORONAVİRÜS MÜCADELESİ
Hastalığının seyri ile ilgili başlangıcından itibaren Türkiye’den iltica eden başka bir doçent tanıdığının da olması işini kolaylaştırmış Papatga’nın. Almancasının yetmediği yerlerde o doktor ve hastanedeki Türk hemşireler yardıma koşmuş.
Yoğun bakımda olduğu sürede kıpırdayamayacak kadar halsiz olduğu zamanlarda bile bilincinin hep açık olduğunu söyleyen Papatga, normal zamanlara göre günlerin geçmek bilmediğini belirtiyor: “Eskişehir cezaevinde 10 ay kaldım ama burada hastanede 13 gün çektiğim berbat bir şeydi. İlk semptomların görüldüğü 14 Mart’tan taburcu olduğum 1 Nisan’a kadarki dönemi hayatım boyunca unutmayacağım.”
“KARANTİNADA HEP TÜRKİYE’DEKİ CEZAEVLERİNİ DÜŞÜNDÜM”
Hastanedeyken hayatının bir film şeridi gibi gözünün önünden geçtiğini; ailesini, Türkiye’de bıraktığı yakınlarını, cezaevindeki insanları düşündüğünü anlatan Erdal Papatga, özellikle cezaevlerindeki şartların ne kadar kötü olduğunu yaşayan biri olarak anlatıyor:
Türkiye’de cezaevindeyken üç kere astım krizi geçirdim. Doktorlar gelmedi, revire bile götürmediler. Burada, Almanya’da ise yoğun bakımda etrafıma baktım, bir sürü makine var. Sağlığım ile ilgili anormal bir durum olduğunda söylememe bile gerek kalmadan, bangır bangır bağıran ve durumumu bildiren makinelere bağlıyım. Hemşireler sürekli kontrole geliyorlar. Öksürük şurubu, antibiyotik, inhalasyon.. sürekli ilaçlarımı getiriyorlar. Orada aklıma ailem de geldi ama en çok cezaevindeki arkadaşları düşündüm. Eğer bu hastalığa cezaevinde yakalanmış olsaydım şimdiye çoktan ölmüştüm diye düşündüm. Çünkü cezaevi ortamını da gördüm. Bir defasında zehirlendik, iki-üç gün öyle kaldık, kimse müdahale etmedi. Üçüncü astım krizi geçirdiğimde bayılmışım, o zaman beni revire kaldırmışlar. Sedyeyle götürmüşler, o durumda bile hastaneye sevk etmemişlerdi. Hakikaten ağırıma gitmişti. Hastaneye 10-15 gün sonra sevk etmişlerdi. Prosedürler falan derken, giderken bile olağanüstü güvenlik önlemleri vardı. Doktorun yanında fazla duramadık zaten, girdik, hemen bir ciğer dinlemesi. Elimde iki kelepçe… Yoğun bakım süreci boyunca hep bunları düşündüm. Dedim ki, Rabbim cezaevindeki arkadaşların yardımcısı olsun. Allah’ım onları hasta etme, sen onları koru, diye dua ettim. Allah korusun biri yakalandığında, hele ki kronik bir rahatsızlığı varsa benim gibi çok daha kötü… Mesela bana nezarette ilaç vermediler, doktor çağırmadılar. İyi bir polis “tanıdığın biri varsa ilaçları getirsin” dedi, öyle getirdiler. Cezaevinde 25 kişilik bir ortamda astımlı olarak yaşamak korkunçtu. Akşamları nefes alamıyordum, panik atak olmuştum. Toz, toprak… Hijyen deseniz yok. Bir kere koğuşça zehirlendik, bakan olmadı.
ÖLÜMÜN KIYISINDA: BİRAZ ACI ÇEKERLER SONRA UNUTURLAR…
Papatga için yine de ölümün kıyısında olmak, farklı bir deneyim olmuş, “Bir de hep, yatakta gidiyorum, herhalde bizim sonumuz da burada, Almanya’da olacak dedim. Öyle bir şey ki eşim ve çocuklarım gelemiyor, annem ve babam da öyle. Burada yatakta tek başıma öleceğim galiba.. bir hastane odasında tek başına gitmek varmış kaderde dedim. Düşünmedim değil tüm bunları…”
Eşinin ve çocuklarının iltica ettikleri bir ülkede tek başlarına kalma ihtimali ise kaygılarını daha da artırmış, hatta bazen kendi kendine teselli bile vermiş Papatga: “Biraz acı çekerler, üç-beş ay sonra ne bileyim belki bir sene sonra unuturlar, eski acıları kalmaz… Kardeşim Yunanistan’da, o da orada kaldı diye düşündüm. Onun eşi ve çocukları ne olacak… En azından kardeşim burada olsa o ilgilenirdi diye düşünüyorum. Çünkü ben Yunanistan’a kaçınca, aileme o sahip çıkmıştı.”
KORONA SERVİSİ TAM BİR CAN PAZARI
Dört günlük koronavirüs yoğun bakımının psikolojik olarak kendisini daha çok yıprattığını anlatan genç akademisyen Papatga, “Geceleri kalkıyordum, üzerimde bir sürü kablo var. Sonda var, hareket edemiyorsunuz… Hatta kafanızı bile kaldıramıyorsunuz… Ateş sürekli 38’in üstünde… Yapabildiğim tek şey gözlerimle etrafı seyretmekti.” diyerek hayatta kalacağına dair inancının kırılma anlarını anlatmaya devam ediyor:
Üçüncü gündü, yanıma birini verdiler. O kişi, benden biraz daha yaşça büyüktü. Normalde konuşuyordu ilk geldiğinde. Hatta çocukları falan vardı İtalya’da, onlarla konuşuyordu bazen. Ama arada perde vardı göremiyordum. Akşamleyin fenalaştı. Vücudu bir tepki verdi. İçeri doktorlar ve hemşireler geldi, hemen müdahale ettiler. Adam öylece yatıyordu, galiba makineye bağlamışlardı. Tabii ben onu görünce daha kötü oldum. Çünkü benim de vücudum tepki verebilir, elinizde olan bir şey değil. Neler olacağını bilmiyorsunuz.”
“BENİ BURADAN ÇIKARIN, DAHA KÖTÜ OLUYORUM DEDİM”
Yanındaki hastalara yapılan müdahale esnasında gözlerini, kulağını kapatmaya veya pencereden bakmaya çalışmış Papatga:
İlk girdiğimde beni de makineye bağlamaya çalışmışlardı. Elimden denediler olmadı, makat arasına bağlamaya çalıştılar olmadı. Ben bir ara gözümü açtım her taraf kan içerisinde. Sonra tekrar elime bağladılar ama elim de kan içindeydi. Yani dışarı bakmaya çalışıyorum, çünkü bir adım sonrası orada… Ardından iki terapist geldi. Yanımdaki hastaya müdahale edilirken onlar beni meşgul etmeye çalıştılar. Elime üfleme aleti verdiler, ciğerleri açmak için. Nasıl nefes alacağımı falan gösteriyorlar. Ama biliyorum ki amaçları beni oyalamaktı. İlgimi, dikkatimi adama değil de -çünkü yanımda müdahale ediliyordu- başka yere çekmeye çalışıyorlardı. O beni ciddi anlamda yıprattı. Gözümün önünde oldu. Haliyle benim başıma da gelecek mi diye soruyorsunuz kendinize. Panik olmamdan dolayı müdahale eden doktor geldi ve açıklama yaptı; senin durumun tamamen farklı, değerlerin iyiye gidiyor dedi. Endişe etmene gerek yok, sana böyle bir şey yapmayacağız dedi. Ama ben yine de panik oldum tabii. Sonra Türk hemşire hanım da aynısını söyledi. Ben de, eğer iyiye gidiyorsam doktorla görüşseniz de beni buradan çıkarsanız, dedim. Sağ olsun, görüştü, doktor da son bir röntgen çekeceğiz, iyi çıkarsa normal servise alabiliriz demiş. Tek derdim yoğun bakımdan çıkmak tabii. Kaç gün oldu, ne zamandır buradayım bilmiyorum. En sonunda, perşembeydi galiba, yoğun bakımdan çıkardılar şükür. Pazartesi de doktorlar geldi. Değerlerimin iyiye gittiğini, çarşamba günü tekrar bakacaklarını ve istedikleri gibiyse taburcu edeceklerini söylediler. Ama olmazsa maalesef biraz daha kalabileceğimi de belirttiler. Son gün oksijen maskesini burnuma taktım, bu olmadan yaşayabilir misin, diyorlardı. Ben de çıkarıp pratik yapıyordum, olmadan yaşamaya çalışayım diye. İki gün kala ateşim düştü, bir daha da çıkmadı şükür. Hastaneye yattığımda ateşim yoktu aslında, sonradan çıktı. O ateşler galiba, bakteri ve enfeksiyondan olmuş galiba. Çarşamba taburcu olduk, doktora gittim, ilaçlarımı aldım, tedavi evde devam ediyor.
“TEDAVİM EVDE AİLEMİN YANINDA DEVAM EDİYOR”
Tekrar evine geldiği için mutlu olan Papatga, kendisine astım ilaçları verildiğini, öksürük için de bir başka hap verdiklerini söylüyor:
“Evde fazladan bir önlem almıyorum. Öksürük olunca bir önlem almam gerekiyor sadece. Hastanede, tencerenin içine kaynar su koy ve üzerini havluyla kapat ve ona birkaç kere nefes alıp ver demişlerdi. Onu uyguluyorum evde. Benim şimdi tek sıkıntım öksürükle ilgili. Öksürük olunca çok ciddi oluyor ve nefesimi kesiyor. O öksürüğü gidermek için tedbir alıyorum. O buhar inhalasyon gibi oluyor. Onun dışında bir arkadaş tavsiye etmişti: keçiboynuzu pekmezi, zeytinyağı ve limon suyunu karıştırıp içiyorum. Bir kere öksürük ilacı kullandım, bir gece öksürükten uyuyamadım. Bu aralar çok şükür iyiyim. Sadece kendimi yorunca nefes nefese kalıyorum. Mesela ev üçüncü katta, çıkana kadar nefesim kesiliyor ve eve girince öksürük krizi başlıyor hemen.
“KORONA HERKES İÇİN AYNI ETKİYİ GÖSTERMİYOR”
Koronavirüsün herkes için aynı etkiyi göstermediğini belirten Papatga, 33 yaşında olan eşini örnek veriyor: Eşim sadece beş gün kadar evde yattı. Ateşi çok az çıktı. Benim sıkıntım kronik astım olmamdı. Üstüne bir de bakteri ve enfeksiyon çıktı. Çocuklarım ise daha hızlı, normal bir gripmiş gibi atlattı.
KORONAVİRÜSÜ YENEN PAPATGA’DAN ÖNERİLER
Bütün dünyanın gece gündüz koronavirüs gündemiyle yatıp kalktığı bugünlerde koronavirüsü yenmiş bir hasta olarak insanlara tavsiyesi ise şöyle Erdal Papatga’nın:
Öncelikle insanlar başka önemli hastalıkları var mı, onu düşünsünler. Ben kendimde astım olduğunu biliyordum. İlk semptomlar çıkınca bir doktor arkadaşımı aradım, ne yapayım diye. Bana evde dinlenmemi, Parasetamol kullanmamı ve bol bol su içmemi tavsiye etti. Bitkisel çaylar içmemi de önerdi. Ta ki nefes darlığı başlayana kadar dedi ama bunları. Nefes darlığı başladığında hemen hastaneyi ara, hiç bekleme dedi. Mesela ben hastanedeyken 26 yaşında genç bir hasta geldi. Baş ağrısı şikayetiyle gelmiş. Koronavirüs vardı ama testlerini yaptılar, baktılar ve maske verip eve gönderdiler. Eşine bulaştırmak istemiyorsan kendini bir odaya kapat, dışarı çıkma dediler. Yani kronik bir rahatsızlık olmadığı sürece.. Tabii çok basite alınacak bir hastalık değil, çok fena bir şekilde yatağa düşürüyor insanı, ateşler içinde yanıyorsun. Eşimin sinüziti vardı, onu perişan etti ağrılar. Bir ara ağladı, ben panik oldum. Ağrısı bile çok fena gerçekten. Basite alınacak bir hastalık değil.
“KRONİK HASTALIĞINIZ YOKSA PANİK YAPMAYIN”
Ama pek çok insan da aşırı bir şeklide panik yapıyor. Mesela bende doktor raporu var, klinik olarak bulaştırıcı değildir, yazıyor. Ama yolda arkadaşlarla karşılaşıyorum, yaklaşmıyorlar. Ben demedim bile, raporum var bulaştırıcı değilim, diye.. desem de boş çünkü insanlar aşırı panik halinde ve korkuyor. Anlıyorum onları, hem de çok iyi anlıyorum. Sonuçta aileleri var. Dediğim gibi basite alınacak bir hastalık değil. Ama kronik rahatsızlık yoksa çok panik olmaya ve korkmaya gerek yok. Zaten nüfusun yüzde yetmişine bulaşacak deniliyor. Ben nerde kaptım virüsü hâlâ bilmiyorum. Otobüs bile kullanmıyorum, arabayla gidiyordum işe. Kursta kaptım desem, hepsi hâlâ sapasağlam.
KARANTİNA GÜNLERİNDE NE YAPMALI?
Karantina günlerinde ne yapmalı, nelere dikkat etmeli sorularına ise Papatga’nın yanıtı şöyle:
Evden çıkmamakta fayda var. Elden geldiğince tedbirli olmak lazım. Özellikle de bir rahatsızlık yoksa önceden, yakalanınca da panik yapmamak gerek. Arkadaşlar arıyor ne tavsiye edersiniz diye, bir arkadaşın eşi ateşlenmiş. Aradı, ateşi var, öksürüyor deyince ben de korktum. Kronik rahatsızlığı yoktu ama. Ertesi gün doktora gitti. Boğazı tahriş olmuş, ondanmış. Korona çıkmadı mesela.
Bir başkası aradı. Öksürük var ateş var, ne yapsam diye soruyor. Test yaptıralım mı diyorlar. Onlara da söyledim. Test yaptırınca zannediyorlar ki eve gelecekler, ilgilenecekler, yok öyle bir imkân şu anda. Test sadece, kafandaki soru işaretlerini bitirip kendini eve kapatman gerektiği anlamına gelecek. Gerekirse yine kendini eve kapat, etrafa yaymamak gerekiyor. Bende belirtiler cumartesi başladı, pazartesi hastaneye gittim. Şükür, etrafımda hiç kimsede çıkmadı hastalık. Sadece eşimde çıktı.
KİMDİR | ERDAL PAPATGA
Yaklaşık iki senedir Almanya’da yaşayan Erdal Papatga bir akademisyen.
15 Temmuz’dan sonra ilan edilen OHAL döneminde 8 Ağustos 2016’da açığa alınmış ve 18 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alınmış. 30 Ağustos’ta ise tutuklanarak Eskişehir’de cezaevine konulmuş.
25 kişilik bir koğuşta 10 ay cezaevinde tutulan Papatga’nın eşi de kovuşturma geçirmiş.
2017 yılının Ekim ayında ise yapılacak mahkemesinden önce Yunanistan’a çıkmış. Atina’da yaklaşık bir ay kaldıktan sonra Almanya’ya gelmiş. Beş ay sonra oturumu gelen Papatga, beş ay içinde de aile birleşimi ile eşini ve çocuklarını yanına almış. 2019’un Ekim ayında kazandığı bir bursla Dortmund Teknik Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlayan Papatga, KHK ile ihraç edilmeden önce Eskişehir Anadolu Üniversitesinde akademisyen olarak görev yapıyormuş.
Eşi Sümeyra Papatga (33) Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu olup en son Kütahya’da yüksek lisans yapan Erdal Papatga’nın 2’nci sınıfa giden sekiz yaşındaki kızı Büşra ve 1’inci sınıfa giden yedi yaşındaki oğlu Talha var.