Malum Üstad ‘kainatta meydana gelen her olaya ve her şeye ya ziyadar yada zulmetdar gözle bakılır’ der. Ziyadar nazar nebevi nazar olup iman gözü ile bakmaktır.
Zulmetdar nazar ise küfür veya imansız bakışıdır.
Zulmetdar nazar ile baksak, her şey kapkaranlık, kainatta herkes birbirinin kurdu, herkes düşman, sayısı belli olmayan virüsler derken hayat yaşanılmaz hale gelir.
O zaman sarayda da olsak zindanda oluruz.
Ziyadar veya nebevi nazarla baksak kâinatta olan her şey bir hikmeti binaendir.
İman gözüyle bakıp vahiy ile aydınlanmış akıl ile hikmetini araştırıp, iman nuru ve evrad-u ezkârla münevver olan kalple tefekkür ederiz.
Ve Kuran’ın ifadesi ile “ Ya Rab! Sen bunları boşuna yaratmadın”(Ali Imran: 191) deriz. Sebeplere riayet edip cüz’i iradenin hakkını verdikten sonra, Allah’ın külli iradesine teslim olur, rahat ederiz.
Zindan da olsak kalben ve ruhen kendimizi rahat hissederiz. İsterseniz gelin Korona virusüne dar dağarcığımızla ziyadar nazarla bakalım.
Öncelikle, ilgili ve yetkililerin korunma ile alakalı görüşlerine uyup, cüz’i iradenin hakkını verelim. Sonra insanlık olarak akıl ile virüse karşı ilaç araştıralım.
Hz Peygamberin “Allah yarattığı her derdin dermanını da yaratmıştır” hadisini bir pusula kabul ederek, bunun da elbette çaresi bulunacak diye ümit var olalım.
Sonra iman nuru ile nurlanmış kalp gözünün penceresinden bakalım.
Sinek Nemrut’u öldürdü.
Bu kadar teknolojiye sahip insanlığın binlerce defa büyütülürse bir iğne ucu kadar olan bir virüs karşısında çaresizliğini düşünelim.
Nasıl ki bir sinek Nemrut’u öldürdü.
Rejimi tarumar oldu.
Kim bilir bu virüs de dünya da ne değişikliklere sebep olacak, zulüm ve menfaat üzerine kurulan regimlerin sonunu yaklaştıracak.
Şu an günde on bin kişi ölüyor.
Eğer çare bulunmazsa üç beş hafta içinde her gün belki yüz bin kişi ölecek.
Üstad olayları incelerken, bir umuma bakan, birde husussan nur hizmetine bakan yönünün üzerinde durur.
Hususa bakan yönü ile, ülkemizde milyonlarca günahsız insan psikolojik soykırımdan geçirildi, işlerinden oldu, yurtlarından oldu, içinde 1500 küsur bebek dahil olmak on binler ‘Rabbim Allah’tır, cehalet, tefrika düşmanımızdır, rüşvet hırsızlık haramdır’ dediği veya diyebileceği için zindanlara atıldı.
Adalet, Minyeli Abdullah romanında geçen tabir ile Kral Faruk’un koynuna atıldı.
Global gulyabaniler bu zulmü alttan desteklediler veya seyirci kaldılar.
İşte bu virüs ile halkın büyük bir kısmı evlerinde hapis olunmak zorunda kaldı.
Virüs adeta lisanı hal ile bırakın bu günahsızları, elinden aldığınız haklarını geri verin, der gibi. Kim bilir daha neler olacak. Her gün yeni gelişmeler oluyor.
Ancak hatırdan çıkarmayalım.
Gaybı bilen Allah’tır.
Bu sadece bir te’vildir.
Peki, halkın çoğu Müslüman olan ülkeler!
Ülke liderlerden biri virüs kelimesinin kullanılmasını, basında yayınlamasını, maske takmayı yasakladı.
Böylece virüsün hakkından gelecek yol bulmuş!
Ülkemiz dâhil bazı Müslüman ülkelerde virüs ile alakalı birisi gerçek haber yazsa, konuşsa ertesi gün zindanda soluğu alıyor.
Halk böylece büyük tehlikeyi göremiyor, güllük gülistanlık deyip farkında olmadan virüsü yaymaya devam ediyor.
İdareciler, imamlar, doktorlar her ne kadar konuşsa da, fayda ya yok veya çok az.
Hani çobanın biri canı sıkılmış, köylü ile bir eğleneyim deyip tepeye çıkıp “komşular yetişin kurtlar sürüye daldı” diye bağırmış.
Eline bir şey olan komşular koşarak gelmiş, ortada kurt filan yok.
Çoban iki, üç defa ayni şeyi yapmış.
Köylüler yine gelmişler bakmışlar yine doğru çıkmamış.
Bir defa hakikaten kurtlar sürüye dalmış, çoban bağırmış ama kimse gelmemiş.
Türkiye’deki politikacıların geneli yalancı çoban gibi.
İtibarsız ve sözlerine güvenilmeyen insanlar.
Hep yalan söylediler, söylemeye devam ediyorlar.
Simdi doğruyu da söyleseler de, virüs tehlikesi var dese de kimse inanmıyor.
Çünkü doğru söylediğine inanmıyorlar.
Peki, biz ne yapalım?
Öncelikle kime olursa olsun virüsten dolayı hasta veya öldü ise sevinmeyelim.
En büyük düşman veya zalimler virüsten ölse de Habibi Naccar gibi davranalım.
Allah’a ve Isa (as) havarilerine inandığı için o günkü putperest Antakyalılar onu taşladılar.
O vefat etmeden önce bir şehit olarak cennetteki makamını gördü.
Vefat ederken Kur’anin ifadesi ile “keşke kavmim bilseydi”deyip yine onları düşündü.
Bizde “keşke insanlara bu zulmü yapmasalardı, keşke hak ve hakikati görselerdi,” deyip onlara acımalıyız.
Oh olsun değil, ‘vah vah’ diyelim.
Konunun başlığına tekrar dönelim.
Erzurumlu İsmail Hakkı gibi “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler,” diyelim.
Ya Rab Sen bunları boşuna yaratmadın deyip, hikmeti üzerinde düşünelim.
Allah’a yalvarıp “İnsanlık olarak günahlarımızdan dolayı bizi helak etmemesini ”dileyelim. yucelsalih@yahoo.com