‘Ferrari egzozu takılmış Murat 124’ Soner Yalçın’ı böyle tanımlıyorum. Aynı benzetmeyi Türk devleti ya da toplumunu anlatırken de kullanabiliriz.
Siyasetçiler için dile getirilen süt ve kaymak metaforunu gazetecilere de uyarlayabiliriz. Gazeteciler yaşadıkları toplum ve çağın aynası ve bir anlamda da çocuğu. Komplocu, derinliksiz ve daha önemlisi çalmayı başarı olarak gören çağı ve toplumu yansıtan bir ayna o.
Her ne kadar Uğur Mumcu ve Abdi İpekçi’ye öykünse de Doğu Perinçek familyasının bir ferdi. Merkez medyaya açıldığı günlerde kullandığı Uğur İpekçi müstearı güneşte kabaran boya gibi kaportanın gerçek yüzünü gizleyemedi. Kavgalı boşanmaları, Perinçek’le birbirlerine saydırmaları ve mahkemeye verecek kadar ileri gitmelerinin muvazaalı olduğunu düşünenlerdenim. Aydınlık Grubunda devam etseydi yazdığı -belki de sadece adını yazdığı- kitaplar ne para ne de ün getirirdi.
Kitaplarının adlarından hareketle Yalçın’ı ‘komploların efendisi’ ya da ‘Bay Komplo’ olarak ananlar çok. Yüzeysel ve yanlış bilgilerden hareketle öyle sonuçlara ulaşıyorki kahvehane filozoflarıyla yarışabilir. Önce karar verip tez kuruyor; ardından bunu ispatlayacak bilgileri toplamaya başlıyor. Eksik kalan parçaları, ulaşabildiği bilgi kırıntılarını yorumla ters yüz ederek tamamlıyor. Ya da üstadı ‘fabrikatör’ gibi bizzat üretiyor. Üstadından farkı, kurgularını cafcaflı ambalajda sunabilmesi.
Aydınlık familyasını, merdivenaltı komplocularından ayıran şey devlet içinde birilerinin tetikçisi olmaları. Böylece yazdıklarıyla sadece para ve ün kazanmakla kalmıyorlar. Sözcülüğünü üstlendikleri kurguların somut ve çoğunlukla acı sonuçları oluyor. Yakın zamanda iki önemli örnek yaşandı. İlki gazeteci ve siyasetçi Enis Berberoğlu’nun başına gelenler. Hürriyet Gazetesine yayın yönetmeni olduktan sonra Yalçın’ın aforizmalarını sergilediği ve tam sayfa yayınlanan köşeyi kapatan Berberoğlu, bedelini ağır ödedi. Milletvekili olmasına rağmen aylarca hapis yattı.
Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan ve Suriye’deki cihatçılara silah gönderildiğini belirten MİT tırları haberi dava konusu oldu. Yayın yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül 92 gün tutuklu kaldıktan sonra Anayasa Mahkemesi kararıyla serbest bırakıldı. Aynı haberi aynı cümlelerle haftalar önce manşete çeken Aydınlık’a yaptırım uygulanmadığını hatırlattıktan sonra devam edelim.
Dava, iki gazeteci üzerinden sürerken Soner Yalçın, bilgileri Dündar’a Berberoğlu’nun verdiğini ima eden bir yazı yazdı. Her zamanki gibi sadece ‘ima’ idi ama Berberoğlu’nun annesinin kızlık soyadı dışında her şey vardı neredeyse.
Şunları yazmıştı: “Solcu milletvekili” basın toplantısı düzenleyip gerçekleri kamuoyuna anlatacakken, görüntüleri neden sadece Can Dündar’a verdi? Amacı, Batı’da tanınan Can Dündar’ı hapse attırarak cezaevindeki Cemaatçi gazeteciler konusunu dünyaya duyurmak mıydı? Bu sorunun yanıtı için, bu yüreksiz “solcu milletvekilinin” ortaya çıkıp görüntüleri kimden aldığını açıklaması gerekmiyor mu?”
Soner Yalçın’ı duruşmaya davet eden Berberoğlu,”Öyle köşesinde oturup muhbirlik yapmasın. Sallamasın. Gelsin hakim karşısında iddialarını savunsun” resti çekti. Berberoğlu, savcının kendisine Soner Yalçın’ın yazısını okuduğunu söyleyerek “Yaptığının muhbirlik olduğu ifade ettim ve tanık olarak dinlenmesini talep ettim” diye meydan okudu. Yalçın ise her zamanki gibi ‘Berberoğlu’nun cemaatin Hürriyet imamı olduğunu yazmadığını’ anlattı mahkemede.
İki örnekte de Soner Yalçın klasiği görüyoruz. Kafasını ‘ima’ kumuna sokarak zoru gördüğünde kurtulmaya çalışıyor. İdam edilen Başbakan Adnan Menderes’in eşcinsel olduğunu öne sürdüğünde de tepkiler üzerine, ‘ben yazmadım, bu sonucu siz çıkarıyorsunuz’ savunmasına sığınmıştı. İspiyonculuk yaparken bile komplo sosunu eksik etmiyor. Berberoğlu, MİT tırları bilgisini kamuoyu ile doğrudan paylaşmak yerine Dündar’a vererek tutuklanmasını sağlamış ve tutuklu cemaatçi gazetecilerin dünya gündemine taşınmasını hedeflemiş!
İkinci olay ise Osman Kavala’nın da tutuklanmasına ve 11 insan hakları aktivistinin aylarca hapiste kalmasına yol açan Büyükada Davası. “Fethullah Gülen’e sürekli övgüler düzen “Ilımlı İslam” teorisyenlerinden Henri Barkey, darbe gecesi İstanbul Büyükada Splendid Palace’da konuktu. Niye acaba?” Cümleleriyle ateşlediği fitil hâlâ yanıyor ve yakıyor. Herkesin gözü önünde gerçekleşen insan hakları çalıştayından darbeyi yöneten ekip çıkarmak ancak onun hayal gücüne yakışırdı.
Yalçın’ın isim ve soyisimlerinden hareketle başka delile ihtiyaç duymadan büyük senaryolar uydurabiliyor. Bazen imzasıyla bazen de Odatv’de haber görünümde yayınlıyor bunları. Soyadı benzerliği yüzünden Hakan Fidan’ı cemaat abilerinden birinin yeğeni sanması ya da Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanan Alpaslan Aslan ile Alpaslan Kuytul’u karıştırması bu meyanda sayılabilir.
Son zamanlarda farklı bir tartışmanın odağında Soner Yalçın. Çok satan kitaplarındaki ç-alıntılar belgeleniyor. Yeşil Gazete yazarı, aktivist Ayşe Bereket, sekiz yazısının kaynak belirtilmeden Saklı Seçilmişler kitabına taşındığını ortaya çıkardı. teyit.org ise yine satış rekorları kıran Kara Kutu’da 30 intihal bulunduğunu delillendirdi. Kara Kutu’dan çıkan asıl facia, Yalçın’ın toplum sağlığını tehlikeye atacak şekilde aşı karşıtlığına girişmesi ve tezini destekleyecek şekilde gerçekleri tahrif etmesi. Daha açık ifadeyle yalan söylemesi.
Kitapta ismi zikredilen Prof. Dr. Claire-Anne Siegrist, Cenevre Üniversitesi’nde aşılama profesörü, pediatrik bulaşıcı hastalık, aşılama ve immünoloji hekimliği, pediatri bölümü direktörlüğü yanında Dünya Sağlık Örgütü’yle çalışan bir isim. Yalçın’a göre o, bütün kariyerini çöpe atacak şekilde “mevcut aşıların immün sistemi ve sağlık üzerinde uzun dönemdeki etkilerinin bilinmediğini” yazmış. İddiaların sorulması üzerine Siegrist “Büyük mutlulukla cevap veriyorum ki asla böyle bir şey söylemedim.” dedi.
Normal bir ülkede intihali ve yalanı ortaya dökülen biri bırakın gazeteciliği insan içine bile çıkamaz. Hele de korona salgını kasıp kavururken aşı karşıtlığı ifşa olmuşsa… O ise çalıntı ve çarpıtma iddialarını duymazdan gelip hâlâ ‘COV 19 öldürmüyor’ başlığıyla, sanki uzmanlar aksini iddia ediyormuş gibi “Corona virüsü (COV 19) tek başına ölüm sebebi değil. Ölüm, birbiriyle bağlantılı nedenler zinciriyle gerçekleşir… Bağışıklık sistemi çökmüş/çökertilmiş kronik hastaların ölümleri enfeksiyon salgın kaybı olarak gösteriliyor.” diye yazıyor.
“Saklı Seçilmişler ile Kara Kutu bu amaçla yazıldı; gerçek reçetedir, anlamak isteyene…” cümlesindeki pişkinlik ise pes dedirtiyor.
Üç Odatv çalışanı bir MİT mensubunun kimliğini deşifre etme suçlamasıyla tutuklandı. Soner Yalçın olsaydım hemen şöyle bir komplo teorisi kurgulardım. “İntihaller ve çarpıtmaların deşifre olması, üstüne bir de korona salgını gelince Yalçın zor durumda kaldı. Yeni bir mağduriyet hikayesine ihtiyacı vardı. Yargı içindeki dostları ona bu iyiliği yaptı” yazardım. Tepki görünce de ‘ben demedim siz dediniz’ diye üste çıkardım. Ama çok şükür ki Soner Yalçın değilim konunun devletteki güç mücadelesinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Kurtlar Vadisi dizisinde sağcı mafya güzellemesi yaparken solcu takılmak; binbaşı Ahmet Cem Ersever’in infazına ağır çekimde tanıklık ettikten sonra derin devlet aklayıcısı olmak; azınlık düşmanlığını şecere yazarlığı diye sunmak; başkalarının cümleleriyle gazeteci pozu vermek… Evet egzozdan duyulan sesle ortaya çıkan performans örtüşmüyor ama ne gam! Sadece ses bile yeterince para ediyor. Soner Yalçın bu ülkenin çıplak gerçeği…