Herkes gibi ben de evde hapis hayatı yaşıyorum. Arada bir balkona çıkıyorum.
Baharın özgürlük naraları doluyor yüreğime. Kuzey ülkesinin ağaçlarında kıştan kurtulan kuşlar özgürlük şarkıları söylüyor.
Kıştan yeni çıkmış ıslak ve bereketli toprak, ilkbahar güneşine göğsünü açmış, bağrında hayatla ilgili ne var ne yoksa hepsini ortaya dökmeye hazırlanıyor.
Yalan bir sevdaya talip olmadığımızdan mıdır, nedendir “bahara talip olan bir gönlüm var benim.”
Öyle diyorum ama sonra da “bahar gelmiş neyime” diyorum.
Bu bahar yine, dallarda çiçek çiçek gülerken biliyorum analar, kınalı kuzularına, kızlar, gelinler sevgililerine ağlıyorlar.
Bir haber bir muştu bekliyorlar.
Yürekler yorgun, ümitler solgun.
Baharın geleneğine uyarak kuşlar, doğacak yavruları için yuvalar yaparken, her gün yuvalar yıkılıyor, yavrular yetim kalıyor.
Babasız çocukların sitemli ve buruk bakışları yoruyor beni. Polislerin aralarında elleri kelepçeli götürülen bacılarımın bakışları yoruyor. Sevdiklerinin son yolculuğunda kalabalıklar arasında polat bakışlı yiğitlerin kelepçeli ellerle ettiği dualar yoruyor.
Elimden bir şey gelmiyor.
Ama Allah dilerse tarihin akışını değiştirir. Zulüm bir noktaya geldiğinde, Hakk’ın dostları “biz bittik, bizi kime bırakıyorsun” dediğinde O’nun görünmeyen orduları harekete geçer.
Nemrutlar, İbrahimleri değil kendilerini atarlar ateşe.
Bıçak kıyamaz İsmaillere.
Roma’nın zalim askerleri dokunamaz Hazreti İsa’lara.
Biz Müslümanlar Beraat günlerinden geçiyoruz.
Hristiyanlar ve Yahudiler içinse bugün kutsal Cuma olmasına rağmen evimizin karşısındaki kilise en sakin günlerini yaşıyor.
Paskalya günleri olmasına rağmen ne geleni var ne gideni.
Bizim camilerimiz gibi o da sabırla bekliyor evlatlarını. Görünmeyen bir virüs bütün dünyayı evlerine tıktı.
Mabetler bomboş…
Cumalara bile gidemiyoruz.
Hristiyanlar en büyük kurtuluş bayramları olan Paskalyayı özgürce kutlayamıyorlar.
Hazreti İsa saklandığı mağarada zalim Roma askerlerinin ayak seslerini duyunca, “Aloha beni kime bırakıyorsun” diyor.
Allah onu göklere çekiyor.
Paskalya Yahudiler için de büyük bir bayram.
Onlar da bu bayramın adına paskalya diyorlar.
Paskalya “özgürlük” demek.
Hazreti Musa’nın ve ona inananların Firavun’un zulmünden kurtuldukları günün adı.
Bir nevi beraat bayramı.
Allah’ın tarihe müdahalesi ile Kızıldeniz’in yol olması Musaların kurtuluşu olsa da Firavunların sonu oluyor.
Halbuki kaç kez ilahi uyarı almışlardı. Kaç kez masumları bırakın diye kendilerine ilahi ültimatom verilmişti.
“Andolsun ki biz, Firavun ve çevresini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.” (Araf Suresi: 130)
“Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular. (Araf Suresi: 133)
Evet, zulmettiler ve günahkâr bir kavim oldular.
Zalimlerin gözü kör oluyor.
Allah, o zalim topluluğu önce kuraklıkla imtihan etti.
İnatları devam edince felaket ve musibetler birbirini takip etti.
Şiddetli yağan yağmurlar Nil’i taşırdı ve Mısırlılar sular altında kaldı.
Halk Hazreti Musa’ya müracaat ederek “Eğer bu bela başımızdan kalkarsa iman edeceğiz.” dediler.
Hazreti Musa’nın duasıyla Nil, yatağına çekildi. Mısırlılar iman etmediği gibi zulümlerine de devam ettiler.
Bu defada çekirge istilası baş gösterdi.
Dağ, taş her taraf çekirge oldu. Ekinler kırıldı evlerin içi-dışı çekirge doldu.
Halk yine Hazreti Musa’ya koştu.
Çekirgeler çekip giderlerse, iman edeceklerini söylediler. Çekirgeler ortalıktan çekilip gitti ama yine iman etmediler.
Bunun üzerine her tarafı bit kapladı.
Kıptiler, yine Musa’ya koştular. Yine aynı sözü verirdiler ama yine sözlerinde durmadılar.
Bu defa da her tarafı kurbağa kapladı. Yataklarından, sofralarından her yerden kurbağalar fırlamaya başladı. Hatta konuşmak için ağızlarını açtıklarında ağızlarına kurbağa kaçtı.
Yine Hazreti Musa’ya koştular.
Yine sözler verildi ama yine tutulmadı.
Nil dahil Mısır’ın bütün suları kıpkızıl kan oldu. İçecek bir yudum su kalmadı. Dermansız kaldılar. Soluğu tekrar Hazreti Musa’nın yanında aldılar.
Ve yine sözlerinde durmadılar.
Üstelik hem zulümlerine devam ettiler hem de inananların Mısır’dan çıkmalarına izin vermediler.
Sonunda Hazreti Musa, Mısırlılardan ümidini kesti.
Yakında Mukaddes Topraklar’a doğru yolculuğun başlayacağını gizlice inananlara bildirdi.
Ve bir gece, Hazreti Musa 600 kadar inanan insanla birlikte Mısır’dan yola çıktı.
Mısırlılar sabah uyandıklarında Hazreti Musa’nın ve ona iman edenlerin gittiklerini fark ettiler.
Kapılar açık, evler bomboştu.
Firavun hemen ordusu ile peşlerine düştü.
İnananlar, Kızıldeniz’e yaklaşmıştı ki Firavun, ordusu ile yetişti.
Onca mucizeden ders almamıştı.
Hazreti Musa’nın yanındakiler, “Yakalandık Ey Allah’ın Rasulü!” dediler.
“Hayır” dedi Hazreti Musa, “Rabbim benimle beraberdir bana elbette bir yol gösterecektir.” (Şuara, 62)
O an göklerden bir ses döküldü.
“Ya Musa değneğinle denize vur!” (Şuara, 63) Musa asasını vurdu denize.
Deniz yarıldı ikiye.
Her bir parça yüce bir dağ gibi oldu.
İlahî bir yol açıldı denizin ortasında.
İnananlar geçmeye başladılar.
Firavun ve askerilerinin gözleri fal taşı gibi açıldı.
Ama yine de önlerine açılan yoldan geri dönmediler.
Daldılar o yola.
Halbuki o yol onlara göre değildi.
Dağlar gibi açılan dalgalar birden kapanıverdi.
Firavun boğulacağı anda: “Hazreti Musa’ya ve Rabbine inandım.” dese de artık çok geçti.
İnananlar derin bir nefes aldılar.
Kurtuluşlarını büyük bir coşku ile kutladılar.
Firavun’un ve zalim adamlarının zulmünden kurtulan inananların yüzlerini çöl rüzgârları okşuyordu. Kuşlar üzerlerinde özgürce uçuyor, ağaçlar özgürce salınıyordu. Güneş, akşamları özgürce batıyor, sabahları onların özgürlüklerine gülümsüyordu.
Çöl, insanlık tarihinin en kalabalık, en kutsal göçlerinden birine sahne olmaktaydı.
Kundaktaki bebekler, çocuklar, kadınlar, yürümekte zorlanan yaşlılar, eşyalar yolculuğun yavaş ilerlemesine sebep olsa da, göç başlamıştı.
O gün bugün Firavun’un ve adamlarının esaret ve zulmünden kurtuluş hatırasının yâdı olarak paskalya bayramı olarak kutlanıyor.
Göç esnasında hamur için maya bulamadıklarından bu bayramın adına “hamursuz” da diyorlar.
Özgürlük anlamına gelen “Fısıh” bayramı da deniyor.
Fısıh bir yolculuktur. Karanlıktan aydınlığa, esaretten özgürlüğe, ölümden ölümsüzlüğe…
Tıpkı bizdeki hicret gibi…
Unutmamak gerekir ki Firavunların zulmüne karşı gelen Asiyeler olduğu sürece Musalar hep ama hep olacak.
Bu bahar üç semavi dinin beraat ve ve kurtuluş günleri üst üste geldi.
İçimde sebebini tam bilmediğim gizli bir huzur var.
Bahara talib bir yüreğim var.
Kuzey ülkesinin ağaçlarında kıştan kurtulan kuşlar özgürlük şarkıları söylüyor.
Kıştan yeni çıkmış ıslak ve bereketli toprak, ilkbahar güneşine göğsünü açmış, bağrında hayatla ilgili ne var ne yoksa hepsini ortaya dökmeye hazırlanıyor.
Sanki Toroslardayım. Önümde uçsuz bucaksız bir mavilik. Portakal çiçeklerinin özgür kokuları doluyor yüreğime.
haruntokak@gmail.com