Ezberlerimiz yıkılıyor.
Vatan’dan uzak düşmek, düşürülmek, sürülmek bizleri muhâsebeye ve değişime sevk etti.
Sanki, biraz daha farklı görüyor, farklı düşünüyoruz.
Yada ben öyle hissediyorum.
Bizler genel itibâriyle muhâfazakar âilelerden gelmiş muhâfazakar insanlarız.
İçinde yetiştiğimiz sosyo-kültürel yapıya, örf ve âdetlerimize bağlıyız.
Yıllarca tam bir bağlılıkla içinde yaşadığımız cemaât yapısının, şartların zorlamasıyla gevşemesi, kapsayıcı şemsiyesinin aralanması, hiyerarşinin kısmen bozulması başka şeylere de nazâr etmemize vesîle oldu, oluyor.
Kendimizin farkında, esâsatımıza bağlı ama yavaş yavaş açılıyor, değişiyoruz.
Ben değişimi “Başkalaşmak” öz dinamiklerimizden kopmak olarak algılamıyorum.
Müsbet bir değişim yaşıyoruz.
Hattâ dönüp kontrol edince Nûrlar ve Pırlantalar’daki inkılâpcı rûha, Üstâdımız ile Hocamız’ın fikri isyân ve inşâcı yaklaşımına daha uygun görüyorum.
“Eski hâl muhâl, ya yeni hâl ya izmihlâl” onların önermesi.
Ezber bozan iki ihtilâlci rûh ;
Hem Üstâdımız, hem Hocamız hayât serencamlarında tonlarca ezberi yıkmıştır.
Mesela Üstâd’ın erken dönemlerinde klasik medrese usullerini terk ile dışına çıkması, Hocamız’ın beklenmedik bir çıkışla Dinler Arası Diyalog’a yönelip, Papa ile görüşmesi yüzlerce misâl arasından hemen aklımıza gelen iki örnektir.
Evet Onlar ihtilâlci, inkılâpcı rûhları ile birçok ezberi bozmuş, yıkmıştır.
Her ikiside bütün kuvvetleri ile esâsa, sâbitelere, geleneğe bağlı fakat bütün hayatları ile yeniliğe, değişikliğe öncüdürler…
Kök ve gövde üzerine yepyeni bir yapı inşâ etmişlerdir.
İşte biz buna “Tecdîd” diyoruz.
Onların “ezber bozan çıkışları” başlı başına bir makâle konusu olabilir.
Tabii olarak ilk tepkiyi etrâflarındaki Mezar-ı Müteharrik Bedbahtlar’dan almış, mecbûren yeni nesle Nesl-i Cedîd’e yönelmişlerdir.
Her ikiside yepyeni bir nesil, yepyeni bir yapı inşâ etmiştir.
Onları seleflerinden ayıran en önemli yer işte tamda burasıdır, baş döndüren bir aksiyonla, yeni bir damarla geleceğin inşâsı.
İki büyük zat, iki güzel nesil.
Değişiyoruz ;
Ve Kader kendi makro planını uygularken tıkanıklığa izin vermeden bâzen suhûletli-kolay, bâzen suûbetli-zor geçişlerle akışkanlığı devâm ettirmiştir.
Akışkanlık devam ediyor ve bizler zor olan parkurda, yeni yırtılmalar başlangıcında, ayakta kalma gayretindeyiz.
Ya bu dağdağada kopup gidecek yâhut şartlara uygun değişerek yeninin temel taşları olacağız.
Evet değişiyoruz, ezberlerimiz yıkılıyor, yeni şeylerle karşılaşıyoruz.
Her ne kadar Hocaefendi, Diyalog çalışmalarıyla bizlerin fikri nefs heykelimize, ırkî-örf soslu taassubumuza balyozlar indirmiş olsada, tam olarak insanlık, tüm dünyâ halkları gibi hissedemiyor, anlayamıyorduk.
Aramızda bizleri onlardan ayıran geçirgenliği az, ince bir zar vardı.
15 Temmuz komplocuları eliyle öyle darbe yedikki o zar neredeyse atom zerrâtınca parçalandı, yedi düvele saçıldık.
İçine girmekte zorlandığımız bütün ırklar, halklar, renkler içerisine bir anda zerkedildik hemde cebren.
Hem öyle düştük ki onların geçmişte yaşadıklarını yaşayarak, ağaçtan düşmüş vaziyette, acılarını anlayacak kıvamda.
Sevgiyi paylaşmak bizi birleştirebilirdi fakat acıyı anlamak ve acıyı birlikte yaşamak bizi kaynaştıracak.
Karanlık yapılar ;
Bu günlerde Nisan ayı münâsebetiyle “Ermeni tehciri-tenkîli” mes’elesi çok konuşuluyor.
Yaşadıklarımız bizleri tahkik sâhiline çekti, bu olaya geçmişte “hadi canım” derken, şimdi “yahu öz evlâdına bunları yapanlar, bir azınlığa niçin soykırım yapmasın ?” dedirtiyor.
İttihâd ve Terakki Kafası’nı daha iyi anlıyoruz.
Yakın tarihimizdeki bütün üzücü olayların altından bizim “cehlimiz” ile berâber bu kafa çıkıyor.
(Lütfen “bizim cehlimiz” kaydını kaydediniz.)
Elden ayaktan düşmüş, bir nev’i beyin ölümü gerçekleşmiş Osmanlı’yı yıkan, genç Cumhuriyeti kuran Türk yada azınlık, Müslim yahut Gayr-i Müslimler’den müteşekkil egoist kafa.
Emelleri için ırkî mülâhazaları temel yapıp kazanımını, rantiyesini korumaya gayret eden menfûr yapı, menfûr kafa.
Anadolun’un mazlûm halkları Şuurlu Müslümanlar’ı, hem Alevîler’i, hem Kürtler’i, hem Azınlıklar’ı perişan ettiler.
Milliyetçilik, Türkçülük, Devletçilik vesâire bütün argümanları Anadolu Halkları’na karşı kullanarak yollarına devâm ediyorlar.
Emin olabilirsiniz, Cumhuriyet’in değil fakat zâlimlerin karşısındayım…
Bu gürûhun daha çok Hürriyet, daha çok Demokrasi vaâdi ile kurdukları “Cumhuriyet” halka ne verdi ?
Daha kuruluşta Menemen kurgusu, güyâ Şeyh Said Ayaklanması ve Dersim Problemi (?) sebebiyle zulüm ve katliam.
(Düşünsenize bir ilin adı kafalarına zâlimce indirilen Tunç El’den mütevellid Tunceli)
Ve devâmında sağ-sol çatışması ile gençleri kırdıran, Maraş-Çorum olayları ile zemini olgunlaştıran, Sivas, Başbağlar katliamlarıyla insanları diri diri yakan zifiri bir karanlık.
Bir gün Ülkücüler’i kullanarak Devrimciler’i, bir gün Devrimciler’i kullanarak Ülkücüler’i ezdiler.
Eğer hedef ve kazançlarında ufak bir sapma, mini bir aksama olursa her on yılda bir Darbe.
Ve biz bütün bu acıları hissedemedik anlayamadık.
Tâki başımıza gelene kadar.
Ve enson “Hizmet Hareketi” mensublarına, bizlere uygulanan tehcir, tenkil.
Ölüme, açlığa mahkûm ederek, kural kâide tanımadan, ana-bebe demeden icrâya konan yeni soykırım.
Şimdi şimdi yapılanları anlıyor ve değişiyoruz.
Kimseye huzur vermediler…
Yeni bir zulüm dalgası mı geliyor ?
“Asıl biziz” diyen zihniyet Anadolu’nun güyâ (!) muhâfazakarlarını da kendisine benzetti.
Şimdi birde akıllara ziyân Diktatör ortakları var.
Hem de öyle bir Diktatör ki Machiavelli’ye Makyavelizm dersi okutabilir, gerisini siz düşünün…
Baksanıza insanlık için yola çıktık diyenler, insanlıktan tecerrüdle insana düşmân oldular.
Ölüm tehditleri havada uçuşuyor, listeler tutuluyor, birileri silahlanıyor ve onları teşvik eden el “kör, sağır, dilsiz” rolünü oynuyor.
İnsanlıktan evrilen bâzıları “Troll” denen yeni bir tür canavara döndüler.
Dünyanın en kötü suikastini işliyorlar, itibâr suikasti.
Fâtihler, Sevdâlar ıvırlar zıvırlar cabası.
İktidar terörizmi sanatçılara, küçük çocuklara musallat olmuş durumda.
Adaletsizliğe itirâz edip, ölüm orucuna başlayan ve ölen mâsum sanatcının, kurbânını ateşe atan gizli tanığı, işkence altında ifâde verdiğini söylerken, bir kısım nâdanlar gömülen cesedi çıkarıp yakacaklarını haykırıyorlar.
Ergenekon sürecinin gömülen silahları “Emniyetin Kaybolan Silahları” olarak geri döndü, boy verdi.
Skandal üzerine skandal..
Diktatörizma korku pompalayan körüklerle halkını sindiriyor.
Bu devlet aklı, ahlakı değil, apacık devleti işgâl edenlerin tebâsına, muhaliflere kînidir…
Karanlık odanın, karanlık akılları, Encümen-i Dâniş, Fener Ordu Evi buluşanları, Susurluk’ta kuyruğu yakalanan, istediğinde solcu, istediğinde sağcı, istediğinde Kemalist, istediğinde şeriatçi vesâire olabilen “canavar bir bukalemun” ihtirâsları için, hissettirmeden toplumu yine, yeniden bölüyor.
Bölen, parçalayan ve yutan, iftiraktan, ayrılıktan beslenen bir yaratıkla karşı karşıya bulunuyoruz..
Bütün coğrafyalar aynı ;
İnsanlık tarihi kazanımlarını, iktidarını, gücünü kaybetmek istemeyen bu ve benzeri iğrenç yaratıkların (hem doğuda, hem batıda) sırf kendileri için yaptıkları savaş, zulüm. ihtilâller, soykırımlarla dolu.
Dünyânın her yerinde bu rezâletin değişik türevlerini görebilirsiniz.
Uygurlar, Yemen, Hindistan’daki Müslümanlar bilmem neredeki Hindular, Budistler hapsi ayrı ayrı acı içerisinde ve hepsi mağdûr, hepsi mazlûm.
Kamplara bölünen insanoğlu birbirini suçlayıp, yok yere birbirlerini yok etmeye çalışırken, bu derîn, lanetlik yapılar algılar, olgular, manipilasyonlarla kendini gizliyor.
Ve vurana, vurulana silah satarak servetlerine servet katıyorlar.
Birbirlerini besliyorlar ;
Yerel yâhut küresel güç odakları birbirini besliyor, birbirinden besleniyor.
Maâlesef yaptıkları ne İslâm, ne bir başka din, ne Türklük, ne Proletarya, ne eşit paylaşım, ne Hürriyet, ne Demokrasi için.
Sâdece kendi rantları, bekâları için asıp kesiyor ve yollarına devâm ediyorlar.
Güç, iktidâr, dünyâ sevgisi muhterislere evlâd, kardeş öldürtüyor.
Ha öz evlâdını, ha öz kardeşini öldürmüşsün, ha halkını öldürüyor, ha başkasını öldürtüyorsun hiçbir şey değişmiyor.
İnsanlığın hastalıklı, emperyal, şovenist kafası, hakimiyet, kazanç, para-pul, iktidâr şehveti için, geçmişte Mayalar, Aztekler, Kızılderililer, Aborjinler ve benzeri halkları yok etti.
Yahûdiler’e uygulanan “Holocaust-Soykırım” vahşetinin altında yine aynı sebebler yatıyor.
Hizmet Hareketi’ne karşı uygulanan Devlet Terörü de yerel ve küresel Baronlar’ın güdümünde.
Değişen birşey yok.
İnsanlığın ihtirası insanlığı yok ediyor.
Her yer, her coğrafya aynı çünkü insan aynı.
Ama biz değişiyoruz ;
Dedim ya değişiyoruz…
Kendimizi terk etmeden, müsbet bir değişim yaşıyoruz…
Geçmişimizin ağırlıklarından, anlayış aksaklıklarından, fikri prangalarından yavaş yavaş kurtuluyoruz.
Artık iki tür insan olduğunu düşünüyorum, iyiler ve kötüler.
İnsanla muhatab olan herşey insanla değişiyor ve insana göre şekilleniyor.
İnsan herşeyi kendi rengine boyuyor…
İyi insanların büyük zorluklarla kurduklarını kötü insanların tek hamlede yıkmasını engellemeli, iyi insanların diriltici nefeslerini onlara da ulaştırmalıyız.
Rabbimiz elimizden taş, toprak, bina, kurum, müessese hepsini aldı ama önümüze çok büyük bir muhatab kitlesi çıkardı.
Geçmişte olmadığı kadar, fakatsız, amasız her toplumun içine girdik, yedi düvele dağıldık.
Karşılarında değil içlerindeyiz.
Tatmadığımız sevinçlerini tattık, endişelerini, korkularını paylaşıyoruz.
Yaşamadığımız acılarını yaşadık.
Aramızdaki duvalar yıkıldı, sevgiler de, acılar da biliniyor.
Birbirimizi daha iyi tanımaya, anlamaya başladık.
Üstelik bize karşı uyanmış olan bir merak var.
Şimdi birbirimizi anlayarak, acılarımızı bir diğerimiz gibi duyarak, sevgilerimizi paylaşarak kaynaşma zamanı.
Hepimizin bildiği şeyi tekrar edeceğim birbirimize “yeniden insana yönelmeliyiz.”
Bütün ülkeler, kültürler, renkler beraber olup, çekilen zulüme, eziyete, ayrılığa, gayrılığa insanlık için dur demeliyiz…
İnsanlığın geleceği sevgi, diyalog, hoşgörü ve “fakatsız” birlikteliğe bağlı.
Hiçbir farklılığa takılmadan bir araya gelmeli, vicdânlarımızı ortaya koyarak, kötülüğe “dur” demeliyiz.
Dünyâ bir Vicdânlılar Hareketi‘ne her zamankinden daha muhtaç.
Evet, hepimiz, bütün iyi insanlar, mağdûrlar bir araya gelmedikçe bu azmanı alt edemeyeceğiz…
Not ; Gençliğimiz, işte onlar geleceğimizin gerçek mimârları olacaklar çünkü biz yeni karşılaştıklarımıza adapte olmaya gayret ederken onlar bizzat bu işin içerisinde yoğrulup, yetişecekler.mansurturgut@yepyeni.zamanaustralia.com