CUMALI ONAL-TR724.COM
Bizim nesil Anthony Quinn karakteriyle canlandırılan Ömer Muhtar’ın toprağı olarak bilir Libya‘yı. Osmanlı’nın da Trablusgarp eyaleti.
2011 yılında, Arap ülkelerini saran özgürlük ateşi bu ülkeye sıçradığında Kaddafi de Ömer Muhtar’a özenmiş ve aylar süren bir direniş sergilemişti. Fakat bir lağım çukurunda kıstırılarak çok feci bir şekilde öldürülmüştü.
O korkunç savaşı izlemek için Libya’ya ilk ayak bastığımda Ömer Muhtar’ın at sırtında beyaz elbiseleriyle karşıma çıkacağını hissetmiştim. İlk işim de oğlunun izini aramak olmuştu. Fakat 90’larına gelmiş oğlu Abdullah’ı ancak savaş bittikten sonra bulabilmiş ve uzun bir röportaj yapmıştım. Evi babasının fotoğraflarıyla doluydu.
Kaddafi’den sonra Libya daha da kötüye gitti. Önce aşiretler arası çatışmalar, daha sonra da bu aşiretleri kullanan dış güçler devreye girdi. Bu dış güçlerden biri de Türkiye.
Türkiye’nin Libya’da girdiği savaşı haklı göstermek için öyle bir propaganda yapılıyor ki, savunma hattının burada başladığı, hatta bu ülkenin Türkiye’ye ait olduğu, sadece gidip tapusunu almamız gerektiği dahi söyleniyor.
Dolayısıyla propaganda güçlü olunca ister istemez bu propaganda için sahte kahramanlar da gerekiyor.
Hepiniz anladınız kimi kastettiğimi…
Cihat Yaycı ile ilgili çok şey söylendi ama ben kendi payıma düşeni söyleyeyim; yani dış politika ile ilgili olan kısım; tam bir düzenbaz.
Bana göre, uydurduğu ‘Fetömetre’nin hedef alınmaması için Libya ve Mavi vatan gömlekleri giydirilerek zırha büründürülmüş bir sahtekardı aynı zamanda. Yani ne kadar kahramanlaştırılırsa Fetömetre de o kadar iş yapar, tartışılmaz ve dokunulmaz hale gelir, dolayısıyla daha fazla insana zulmedilir.
Yaycı’nın fikir babası olduğu söylenen Libya ile yapılan deniz anlaşmasının da, Mavi Vatan uydurmasının da, Yunanistan’ın bazı adalarının Türkiye’ye ait olduğu safsatası da veya Türkiye’nin İsrail ile bir deniz sınırı anlaşması imzalayabileceği hayalinin de uluslararası anlaşmalarda herhangi bir karşılığı yok.
Ancak belki şu söylenebilir; uluslararası ilişkilerde hukuktan çok bilek gücü önemlidir, Evet bu kısmen doğrudur ve Türkiye de şu anda bunu yapıyor. Bu durum ne kadar sürdürülebilir, Türkiye’nin nefesi nereye kadar yeter bilemiyorum.
Koronavirüs krizi her ne kadar Türk ekonomisini daha fazla çökertse de Libya ve Suriye’de Türkiye’ye büyük avantajlar sağladı. Koronavirüsün sebep olduğu petrol krizinden dolayı ekonomileri petrole dayalı olan Türkiye’nin rakipleri ciddi bir bunalıma girdiler.
Mesela İran hem İsrail’in amansız saldırıları ve hem de gelirlerinin iyice düşmesinden dolayı apar topar Suriye’den bazı muharip birliklerini ve vekillerini çekmeye başladı. Aynı şekilde süper güç Rusya da ciddi bir kriz içinde ve bu yüzden Esad’ın boğazını sıkarak paralarının bir kısmını tahsil etmeye çalışıyor. Esad da o yüzden kuzeni Rami Mahluf’un mallarına çöktü.
Benzer bir durum Libya’da da geçerli. Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) ezeli düşmanı Halife Hafter’i destekleyen Birleşik Arap Emirlikleri petrol krizinden en fazla etkilenen ülkelerden. Diğer bir ülke Rusya da hem petrol krizinden ve hem de Hafter’le yaşanan uyuşmazlıktan dolayı Libya’daki gelişmeleri uzaktan seyretmeye başladı.
Bu ise geçtiğimiz yıl UMH ile askeri anlaşmalar imzalayan ve akabinde bu ülkeye hem silah ve hem de paralı asker gönderen Türkiye’ye muazzam bir fırsat sundu. Son bir ayda Hafter güçleri neredeyse Libya’nın batısından tamamen temizlendi. Hafta başında da ele geçirilemez denen El Watiye Üssü’nü kontrol eden Hafter’in müttefiki Zintan milisleri anahtarı Türkiye destekli milislere teslim ederek geri çekildiler.
Arap medyasına göre artık Türkiye’nin Libya’da dört adet hava üssü oldu; Trablus-Mitiga, Misrata, Zwara ve son olarak da Watiye. UMH üssün ele geçirilmesinden sonra Hafter tarafından akışı durdurulan petrolün de kısa süre içinde akmaya başlayacağını açıkladı. Bu ise Türkiye’ye ve desteklediği milislere daha fazla paranın gelmesi demek.
Şu ana kadar Türkiye Suriye ve Libya’ya ne kadar para harcadı bilmiyoruz. Suriyeli paralı askerlerin maaşlarını kim ödüyor, her iki ülkeye gönderilen binlerce TSK mensubunun maliyetleri nereden karşılanıyor, belli değil. Savaşlar uzadıkça maliyetler de artar ve bir süre sonra bu ekonomiye büyük bir yük halini alır. Türkiye’nin bu iki savaşı yıllarca sürdürmesi mümkün değil. Yıllarca diyorum çünkü her ikisinde de Türkiye’nin istediği senaryolar gerçekleşmeyecek.
Günümüz dünyasında sert güç değil, yumuşak güç refah getiriyor. Almanya, Japonya ve son olarak Çin izledikleri yumuşak güç stratejisi ile ihracatlarını artırıyor, başka ülkelerde imtiyazlar elde ediyorlar. ABD, Rusya, Fransa gibi sert güç politikası izleyen ülkeler ise sürekli güç kaybediyorlar.
Türkiye konumundan dolayı muazzam avantajlara sahip. İki binli yıllarda AKP iktidara geldiğinde Türkiye’nin yumuşak güç politikasıyla bölgenin Almanyası olabileceği ve diğer ülkeleri de etrafına toplayarak bölgesel bir Avrupa Birliği oluşturabileceği konuşuluyordu. Her anlamda Türkiye yıldızıydı bölgenin. Ne zaman ki Erdoğan diktatörleşme ihtiyacı hissetti, bunun için de sert yöntemlere başvurdu. Bu da devamında Türkiye’yi sert güç politikası izlemeye itti. Sonuç ne oldu? Türkiye ekonomik, diplomatik, politik ve askeri anlamda tarihi bir çöküş yaşamaya başladı. Kişi başına milli gelir 2008’lerin rakamlarına geriledi.
Bu çöküşü gölgelemek için ise sahte kahramanlıklara ve Cihat Yaycı gibi kahramanlara ihtiyaç duyuldu. Kahraman sahte olunca tekmeyi yemesi de o kadar kolay oluyor.
Bir kaç güne Yaycı ismi tarihin çöplüğünde yerini alacak ve Kenan Evrenler gibi nefretle anılan figürlerden birine dönüşecek. Üstelik şu anda ona methiye dizenler ona en çok küfredenler olacak.
Ama Ömer Muhtar gibi gerçek kahramanlar hiçbir zaman unutulmaz ve unutulmayacak da. İdam edilseler de, zindanlarda çürütülseler de onlar birer kahraman.