KHK’lı akademisyen Günebakan, salça sattı, taksicilik yaptı, Meriç’i yüzerek geçti şimdi Almanya’da ve Türkiyeli mültecilere seslendi: “Korkuyu bırakın”
CEVHERİ GÜVEN-BOLD ÖZEL
İslam Günebakan (41), Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyken OHAL döneminde KHK’yla ihraç edildi. Bu sırada doktora tezini tamamlamış, jüri savunması için bekliyordu. Önce doktora danışmanı çekildi, ardından jüri.
Beş çocuğuyla hayata tutunmak için salça sattı, taksicilik yaptı. Ailesini ayakta tuttu ta ki Türkiye’de “Sen kafirsin” lafını işitene kadar. Çevre baskısı dayanılmaz hal alınca tek başına yüzerek Meriç’i geçti. Birkaç hafta sonra Meriç’e bir botla gelerek geride kalan ailesini tek başına alıp karşı kıyıya taşıdı.Almanya’da yeniden hayat kurdu, dil öğrendi ve şimdi gerçek mesleğine geri döndü. Doktorasını tamamlamak için kabul aldı.KHK’lı akademisyen Günebakan’ın hayatı, bir direniş ve kazanma öyküsü. Yeni gelen mülteci kuşağına da tavsiyesi var, “Korkmayın, Almanya’da saklanmaya çalışmayın. Hepiniz iyi eğitimlisiniz, mesleğinizi yapmaya odaklanın, işçi olmayı kabullenmeyin, başaracaksınız”
DOKTORAMI BİTİRMEYİ BEKLERKEN
İslam Günebakan ihraç sürecinde meslektaşlarının takındığı tutumu hayal kırıklığı içinde anlatıyor:“Doktora tezimi tamamlamıştım. Jüride savunma aşamasına gelmişti. Ama tez danışmanım Doç. İbrahim Seyrek KHK’lı olduğum için tez danışmanlığımı bıraktı. Sonra birkaç hocadan rica ettim en sonunda biri kabul etti ve jüriye savunmaya çıktım.Jüride de KHK’lı olduğumu anladılar. Kendi aralarında görüştüler ve tez jüriliğimden çekildiler. Daha sonra bölüm başkanlığına dilekçe yazdım yeni jüri için ama cevap yok. Bölüm başkanı Prof. Arif Özsağır’a gittim. Dedi ki; ‘Kimse senin jüriliğini kabul etmek istemiyor. Bana kalsa seni öğrencilikten de atmak lazım. Hatta vatandaşlıktan da çıkarmalı.’Ben hapse de girsem hükümlü de olsam eğitim hakkı engellenemez ama daha yargılamam bile başlamadan eğitim hakkım engellendi. Hem de profesörler tarafından.”
“AİLEMDEN TERÖRİST MUAMELESİ GÖRDÜM”
Günebakan’ı en çok yaralayan ise KHK’lı olmasıyla birlikte ailesinden destek görememesi olmuş:“Açığa alındığımda annemi aradım, verdiği tepki ‘Sen de onlarla irtibatlı olmasaydın’ şeklindeydi. Yanımda A Haberi açıp izliyordu. Her türlü hakaret, iftira. Bayrak alıp demokrasi mitingine gidiyor bana göstere göstere. Tabi sonradan anladı kimin haklı kimin masum olduğunu ama o ilk tepkilerin izi kalbimde kaldı.İhraç olduktan sonra abimin birinin evine gitmiştim. Açıkça ‘iç karışıklık olsa, sokağa çıksak kardeş dinlemem vururum’ dedi. Kayınpeder ha keza, ‘sokağa çıksak benim ilk vuracağım kişi damadımla kızımdır’ dedi.Babam ise ‘Bu devletin hakkıdır, kurunun yanında yaş da yanacak, bu olması gereken bir şey’ dedi. Tüm bunların üstüne bir de çocuklar okulda baskı görmeye başladılar. Şucu bucu diye.”
Mesleğinden olan ailesinden destek göremeyen Günebakan için artık tek çare kendi başına ayakta kalmaktır:“Önce salça sattım. Ama mevsimlik bir iş. Bu arada evimi polis basmıştı ve aranıyordum. Sahte bir kimlikle taksicilik yapmaya baladım. Taksi durağına arada polisler geliyordu muhabbet etmeye. Benim KHK’lı olduğumu biliyorlar. Polislerden biri ‘Sen Fethullah Gülen’i seviyor musun?’ dedi. Ben de ‘Saygı duyuyorum’ dedim. ‘O zaman sen kafirsin’ dedi. Herkes dondu kaldı. Artık Türkiye’de yaşama şansı kalmamıştı. Yurt dışına çıkmaya karar verdim.”
MERİÇ’İ YÜZEREK GEÇTİM
Günebakan insan kaçakçılarına da güvenmez, Meriç’i kendi başına geçer sonrasında ailesini geçirmesi de yine kendi başına olur:“Haritaları inceledim nereden geçerim diye. Daha önce geçen arkadaşların tavsiyesiyle bir taksiye bindim Meriç’e yakın bir yere indim. Bir elimde çanta, diğer elimle kulaç atarak karşıya güçlükle geçtim.Yunanistan’a geçince orada kalmak istedim. Selanik’e yerleştim. Çok sıcak geldi bana. Yunanca kursuna başladım. Tabi çocuklarım ve eşimi getirmem de gerekiyordu. Çocuklarıma onları da götüremezsem Türkiye’ye geri dönme sözü vermiştim.Eşim, beş çocuk ve bir arkadaşıma Meriç’in kenarında bir koordinat verdim. Oraya gelmelerini istedim. Selanik’ten bir bot aldım, araba kiralayıp nehrin kenarına gittim. Botu şişirdim. Botu sürmeye çalışıyorum ama çok yoruldum. Nefes gücüyle botu şişirdiğim için gücüm bitti. Akıntıyla mücadelede çok yoruldum. Zorla karşıya geçtim. Tabi benim ailem dışında başka bir arkadaşım ve ailesi var. 10 kişi bota bindik. Bot gitmiyor. Bottan suya atladım. Ayağım yere değdiğini gördüm. Sonra botu çeke çeke geçtik.Tabi Selanik’te ekonomik sıkıntılar var. Mültecilere günde iki öğün yemek veren bir yer vardı. Ben kapları alıp gidip oradan yemek almaya başladım. Öylece geçindik bir süre ama iş bulmak oldukça zor.
ALMANYA’DA TUTUNMA SÜRECİ
Yine tehlikeli bir şekilde eşim ve çocukları gemiyle İtalya’ya gönderdim. Sonra ben tek başıma Almanya’ya geçtim.Hedefim mesleğime devam etmekti. 10 kadar profesöre mail attım. Üniversitede Entegrasyon Kampüs diye bir program var oraya başvurdum. Doktorada yarım kaldığımı belirttim. Üniversitede bu imkan olduğunu öğrendim. Beni kabul edebileceklerini, tezimi İngilizce de yazabileceğimi söylediler ama o sırada Almancaya yoğunlaşmıştım. Bir yıl sonra tekrar gittim, başvurdum. Catholic University of Eichstaett-Ingolstadt’dan bir hoca döndü ve kabul aldım. Tüm süreç iki sene sürdü ama doktorama tekrar başlamış oldum. Dersler de yoğun biçimde devam ediyor.Doktoramı tamamlarsam önceliğim üniversitede kalabilmek. Olmazsa da eğitimle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum.”
“DİL MESELESİNİ ÇOK BÜYÜTMEYİN”
Günebakan, yeni gelen mültecilerin, artık travmaların, Türkiye’deki korkuların arkalarına sığınmamaları gerektiğini, görünür olarak hayatın içine atılmaları gerektiğini söylüyor”
“Yaşadığım yerde Göçmen Meclisi var. Üyeleri 5-6 yılda bir seçiliyor. Göçmenlerin sorunları ve entegrasyonu için projeler geliştiriyorlar. Oraya aday olacağım. Temmuz’da seçim var. Yabancılar oy kullanıp Meclis üyelerini seçiyor. Oraya seçilirsem entegrasyon ve diyalog faaliyetlerine orada hız vereceğim.Almanya’ya geldikten sonra dil meselesini çok büyütüyorlar insanların gözünde, korku haline geliyor. Almanca olmadan kımıldayamayız adım atamayız zannediliyor. İletişimde sözlü iletişim, ses tonu, beden dili üç temel nokta. Sözlü iletişim burada yüzde 20’lerde kalıyor. Yani ilk zamanlar yarı İngilizce yarı Almanca, yarı Türkçe konuşuyordum. Mesele sadece Almancayı çok düzgün bilmek değil, iletişim kurmak, derdini anlatmak karşıya.”
“GÖRÜNÜR OLUN KORKUYU BIRAKIN”
“Duyulmamak, görülmemek, bilinmemek, fotoğraflarda olmamak gibi korkular var yeni gelen Türkiyeli mültecilerin. Bunlar insanların adım atmasının önünde büyük engel. Türkiye’den kalan korkular. İnsanlar Whatsapp, Telegram grubuna girmeye korkuyorlar. Türkiye’deki baskı ortamından kalan şeyler ama travmaların arkasına sığınmamamız lazım, bunları atlatmalıyız.Burada oraya buraya koşturunca bir arkadaş bana ‘Bu kadar dikkat çekme, gelen insanların kim olduğu belli değil, otur diline yoğunlaş, kendini geliştir sonra daha faydalı olursun’ dedi. Biraz frene basayım diye düşünce geldi bir an aklıma. Sonra düşündüm, ben Yunanistan’a geçtiğimde hiç tanımadığım bilmediğim arkadaşlar kapılarını bana açtı. Çocuklar İtalya’ya geçtiğinde hiç tanımadığım insanlar kapılarını açtı onlarla kaldı. Almanya’ya geldim buradaki hiç tanımadığım arkadaş aldı bizi markete götürdü, ‘hocam ne ihtiyacın varsa al’ dedi. Bunu bana annem babam yapmadı. Şimdi ben de buraya gelen insanlar nasıl insanlardır acaba diye düşünüp hareket edersem olur mu? Böyle bir lüksüm olabilir mi?”
“DİL BİLMEMEK DEĞİL KORKU PROBLEM”
“Amnesty’ye gittim daha B1’im vardı. Konuşulanları anlamıyordum bile. Kendimi tanıttım, Türkiye’de mağdur olduğumu, burada elimden geleni yapmak istediğimi söyledim. Broşür yaparım, dağıtırım ne olursa. Tabi konuşulanları anlamıyorum ama sonra kalkarken ‘ben ne yapacağım’ diye sordum. Bir yerde stand açacaklarını söylediler, sen de gelebilirsin dediler. Not aldım ve gittim. Şimdi her hafta toplantılarına katılarak, sorarak öyle öyle bir sürü insan hakları alanında faaliyet yapmış oldum.Ben Türkiye’de olsam elim kolum kelepçeli olacaktı. Şimdi burada özgürlüğü bulmuşum bir dakika durmamam lazım. Ayrıca benim annemin babamın yapmadığını Alman devleti yapıyor, imkanlar sağlıyor. Beni bir kuruşa muhtaç etmiyor.Yani sadece öğlene kadar olan kurslarla vaktimizi geçirmemeliyiz. Gönüllü işlerde görev almalıyız kalan zamanda. Sadece Almanya ile ilgili de değil. Buraya yeni gelen Türkiyeli mültecilerin çok ihtiyacı oluyor. Eşya, ev, yardım. Onlara da koşturmalıyız. İyi kötü tecrübemiz oluştu onu aktarmalıyız.”
“MESLEĞİNİZİ YAPAMASANIZ BİLE MESLEĞİNİZE YAKIN İŞ YAPABİLİRSİNİZ”
Günebakan’ın bir itirazı da “Biz ancak burada işçi oluruz” diye pes edenlere:
“Bizim üniversitede bir öğrenci kulübü var. Araba prototipleri yapıyorlar. Ben de onların insan kaynaklarına gönüllü olarak başvurdum. Üyelerin kaydını alma, bilgisayara işleme, mailleşme gibi işler vardı. Onları bana verdiler. Daha B1’ken. Dili geliştirmede çok faydalı.Gelen arkadaşların çoğu öğretmen. Diyorlar ki Bayern’de öğretmen olmak imkansızmış. Tır şoförü olalım, işçi olalım. Tamam devlet okulunda belki kadrolu öğretmen olamazsın ama eğitim alanında bir şeyler yapabilirsin. Nachhilfe dediğimiz derslere yardımcı öğretmenlik olabilir, kurslar var.Gidip de ben öğretmen olamam kamyon şoförü olayım demeyin. Kendi alanınızda ana dalda olmasa bile yan dallarda çalışabilirsiniz.Derneğimiz var burada, birçok öğretmen arkadaşımız var, ama bir türlü çocuklar için Nachhilfe (ders takviyesi) başlatamıyoruz. Türkçe öğrenmeli bu çocuklar mesela. Job Center destek de veriyor. Buna kafa yordum korona girdi araya. Ama korona var diye hayat duracak değil. Online nachhilfe başlattık. İki Alman hoca ayarladık gönüllü çalışacak, Almanca anlatacaklar. İngilizce hocalarımız var zaten üç tane, matematik hocalarımız var. Bunlar Türkiyeli mülteci, çok çok iyi öğretmenler zaten. Hem çocuklar hem kendileri için çok avantajlı oldu. Gidip kamyon şoförü olacağına.”