Ahmet Burhan Ataç ve Grup Yorum sanatçılarından İbrahim Gökçek dün hayata veda ettiler.Daha doğrusu, sebepler planında öldürüldüler…
Evet Ahmet hastaydı, hastalık Allah’ın bir takdiriydi.
Dolayısıyla kader tecelli edecek ve Levh-i Mahfuz’da yazıldığı gibi küçük Ahmet bugün hayata gözlerini yumacaktı.
Ama İbrahim ise 325 gün ölüm orucuyla aç ve susuz kalarak, hayatını kaybetti.
Bir tek yetkilinin kılı kıpırdanmadı.
İbrahim, yapılan zulme, tepki göstermek için canına kıydı.
İkisinin ortak noktası, bir zalimin zulmüne maruz kalmalarıdır.
İtikadi prensipler Ahmet’in ve İbrahim’in ölümüne sebep olanları sorumluluktan kurtaramayacak, çünkü insanların mahşerde hesaba çekilmesine neden olacak cüz-i iradeleri var.
Ahmet’in tedavisinin zamanında yapılasına engel olanlar, bitmeyen kin ve nefretlerinden dolayı son günlerini bile babasıyla geçirmesine izin vermeyenler, o zayıf ve çaresiz ses tonuyla “dayanamıyorum baba, artık gel” çığlıklarına kulaklarını tıkayanlar, küçük Ahmet’in katilleridirler.
Evet, belki devlet, Ahmet’in ölümünün birinci derecede faili olmayabilir ama hayallerini, umutlarını, kısacık ömründeki olası mutluluğunu öldürerek cinayet işlemiştir.
Gerçi bu cinayet iktidar sahipleri ve ittifak halinde oldukları derin çetelerin ilk vukuatı değil.
Gözaltında işkenceyle hayatını kaybeden insanlar, cezaevlerinde darp edilerek veya ihmallerden ölen masumlar, zulümden kurtulmak ümidiyle Meriç ve Ege’nin soğuk sularında boğulan babalar, anneler ve bebekler…
İnsanlara kötülük yapmayı hayatlarında bir an bile aklından geçirmemiş öğretmen, akademisyen, gazeteci, ilahiyatçı, esnaf, ev hanımı, yaşlı ve genç yüzbinlerce KHK mağduru insanlara yapılan zulümler…
Bugün minik Ahmet’in vefatıyla, devlet eliyle yapılan binlerce zulüme bir yenisi daha eklenmiş oldu.
Helin…
Mustafa…
Ahmet ve İbrahim…
Allah bilir, belki de 9 yaşındaki Ahmet’in ölümü, Davut’un sapanından çıkan manevi bir taş hükmüne geçerek Calut’un yıkılmasında önemli bir rol oynacak.
Sakın, sende çok hayalperestsin, böyle bir şey olur mu demeyin.
Kendini rab zanneden Mısır firavunu’nu minicik bir sinek dize getirmişti.
Nemrud’un salatanatı bir anda yerle bir olmuş, o çok güvendiği zenginliği, ordusu, gücü onu kurtaramamıştı.
Zalimlerin en büyük yanılgısı nedir bilir misiniz?
Tevehümmü ebediyet. Herkes gibi fani olduklarını akıllarına hiç getirmezler.
Onların kulakları, semalardan gelen “her nefis ölümü tadacaktır” nidasına tıkalıdır.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar, varlıklarına varlık eklemeye çalışırlar, saltanatlarını korumak için her türlü vicdansızlık ve zulmü yaparlar.
Dilleri “La ilahe illallah” dese bile, kalpleri bu tılsımlı kelimeden zerre kadar nasibini almamıştır.
İnandıklarını iddia etseler bile, inandıkları gibi değil, yaşadıkları gibi inanırlar. Yaptıkları her şeyin doğru olduğuna inanırlar çünkü etrafları her zaman onların yaptığının doğru olduğunu söyleyen dalkavuklarla doludur.
Hayatlarının her safhası varyantlarla doludur, sağa sola yalpalayarak, inişler ve çıkışlar içinde geçer, bugün başka yarın başka konuşurlar ama hiçbir zaman tenkit edilmezler çünkü etraflarında onları eleştirebilecek kimse yoktur. Zaten olanları da en kısa zamanda yok ederler.
Dolayısıyla en küçük eleştiriye bile tahammülleri yoktur.
Bu nedenle onlarda hiçbir zaman tekamül ve tekemmülün eserine rastlanmaz. Her konuda haklı olduklarını düşündükleri için, ne manevi, ne ilmi açıdan gelişmeleri mümkün değildir.
Onlarda en çok öne çıkan kişilik bozukluğu narsizmdir, her şeye karışırlar, her şeyi en iyi bildiklerine zannederler.
Başkalarını dinliyor gibi yapsalar da, aslında hiç kimseyi dinlemezler. Toplum içinde cömert gibi görünmeye çalışsalar da, gerçekte kendi sorunlarından başka hiçbir şeye önem vermezler.
Narsist zalimler hiç kimseyi beğenmez ve hiç kimsenin sözüne itibar etmezler. En doğruları söyleyen insanlarda bile hatalar bulup, karalarlar.
Onlar için sadece kendi kuralları geçerlidir.
Hak, hukuk, adalet, yasa onların istediği gibi işlemiyorsa, zerre kadar değeri yoktur, gözlerini kırpmadan çiğnerler ve kendi kurallarının yasa haline gelmesi için gerekirse binlerce insanın hukuna tecavüz eder, malllarına, canlarına kast ederler.
Haya, onlarda iflas etmiş bir duygudur, yüzleri kızarmadan, utanmadan yalan söylerler ve iftira atarlar.
Hz Peygamberin (sav) bahsettiği nifak alametlerinin dördü de onlarda mevcuttur.
Konuşunca yalan söylerler.
Söz verince tutmazlar.
Emanete hıyanet ederler.
Düşmanlıkta aşırıya kaçarlar.
İşte yaptıkları büyük zulümler, onların bu kişilik bozukluklarında gizlidir.
Zaten bu kişilik bozukluğu onların yanlıştan dönmelerinin önündeki en büyük engeldir.
Narsizm zalimlerin ortak noktasıdır. Bu karakter sahiplerinin en büyük korkusu ellerindekini kaybetmek ve ölümdür.
Meselenin enteresan tarafı da budur, “el cezau minel cinsil amel” fehvasınca, onları en çok korktukları şey, en beklemedikleri anda yakalar.
Evet küçük Ahmet’in vefatı vicdanlarımızı bir kez daha derinden sızlattı, yüreklerimizi yaktı. Rabbim onu Firdevs cennetlerinde ağırlasın.
İbrahim’in katledilmesi, ehli vicdan herkesi derinden yaraladı.
Mevla, merhametiyle muamele etsin.
Fakat konuda şüpheniz olmasın, sebeb olanların akibeti ibretlik olacak ve dehşetli sonlarına tüm mağdurlar şahit olacaklar.
Bu bir fal bakma değil, sadece “tarih tekerrürden ibarettir” presinsibine dayalı olarak yapılan br tespittir.
En doğrusunu Allah bilir. omeratillaergi@yepyeni.zamanaustralia.com