M. NEDİM HAZAR
“Dert insana yol gösterir.”
Hz. Mevlana
Mustafa Akkad ilk sinema filmi olan The Message-Çağrı için uzun yıllar süren bir zihinsel hazırlık dönemi sonrasında yüzlerce kez yazdığı senaryoyu revize ede ede ilerlemiş ve nihayet bir kıvama getirdiğinde tarih 1970’lerin başıydı.
Filmi için 15 dakikalık bir slayt hazırlayıp para bulmaya çıktı.
Yaptığı hesaplamalara göre 7 milyon dolara filmi kotarabilecekti. Ancak her projede bir takım hesaplanmayan giderler olduğunu bilecek kadar sinema deneyimi vardı. Dolayısıyla gittiği yerlerden toplam 10 milyon dolar yapım ücreti talep ediyordu.
Bu rakam vasat bir Hollywood filminin bütçesiydi ve böylesi büyük bir proje için çok uçuk değildi aslında.
Para arama süreci aralıklarla 5 yıla yakın sürecekti.
Vazgeçmiyordu rahmetli Akkad. Bir yandan da oyuncu kadrosunu oluşturmaya çabalıyordu.
Çağrı filmi için çok iddialı bir oyuncusu kadrosu oluşturmuştu Suriyeli yönetmen. Şüphesiz kadronun yıldızı Hz.Hamza rolünü canlandıracak olan Anthony Quinn’di. Akkad bazı sponsorluk görüşmelerine usta oyuncu ile beraber gidiyor ve etkisini de görüyordu açıkçası. Quinn gibi bir oyuncunun İslam’ı konu alan bir filmde rol alması, filmin dünya çapında ses getirmesine de katkı sağlayacağının idrakindeydi herkes.
Kadronun geri kalanı da deneyimli aktris aktörlerden oluşuyordu. Irene Papas, Ebu Süfyan’ın eşi Hind karakterini, Michael Ansara, Ebu Süfyan’ı, Michael Forest, Halid Bin Velid’i canlandıracaktı. Muhammed Ali’nin Hz. Bilal rolünü reddettiğini daha önce yazmıştık. Bu Johnny Sekka canlandıracaktı.
Yapım için para bulabilmek adına gittiği her ülkede o memleketin saygı duyulan din alimlerine projesini önceden yolluyor ve fikirlerini alıyordu. En güçlü dayanağı ise aynı zamanda arkadaşı olan modern İslam alimi Halid EbuFadl’dı. Ebufadl, (O zaman Yale Üniversitesinde hocaydı) Hz. Peygamberin gösterilmeden (POV meselesinde anlatacağız) filme eklemlenmesini “dahice” bulmuş ve bunun İslam inancına göre sakıncasının olmadığını anlatan ayrıntılı bir rapor yazmıştı. Şüphesiz bu ülkelerin başında Suudi Arabistan vardı. Suudiler başta projeye sıcak baktıkları haberini yolladılar. Fas Kralı ise ülkesinin kapılarını açtı ve figürasyon, konaklama, ulaşım gibi konularda yardımcı olacağını beyan etti.
28 ülkeden binden fazla kişilik bir kadro ile 1970’li yılların tam ortasında çekimlere start verdi Akkad. Mekke ve Medine’nin inşasına 2 milyon dolara yakın bir bütçe ayırmıştı. 500’den fazla set işçisi yaklaşık altı ay boyunca bu iki şehri inşa etmişti.
Planladığı gibi tek sette aynı filmi iki farklı oyuncu kadrosu ve iki ayrı dilde çekmeye başladı Akkad. Niyeti 15 dakikalık kısmını çekip sponsorlara göstermek ve para verenlerin içini rahat ettirmekti.
Bunun iyi bir fikir olmadığını anladığında ise iş işten geçmiş olacaktı maalesef.
Özellikle krallık, sultanlık gibi rejimlerde bir iş yapıldığı zaman mutlaka beğenmeyen, takoz koymaya çalışan birilerinin olacağı gerçeğini unutmuştu Mustafa Akkad.
Suudiler ilk su koyan devlet oldu. Sadece projeden desteklerini çekmediler. Fas kralına da büyük baskı yapmaya başlamışlardı.
Gerekçe enteresandı; sahabe sevgisini yeterince anlatmıyor ve her ne kadar göstermiyorsa Hz. Peygamberi filme dahil etmesi düşünülemez.
Akkad her ne kadar İslam alimlerinden aldığı olumlu raporları sunduysa da, Vahhabi Suudi yönetimi kesin bir dille projeyi desteklemediklerini, hatta çekilmesine karşı olduklarını açıkladı. Bu dirençli karşıtlık daha sonra Akkad’ın başına büyük işler açacaktı. Buna bir de Amerika’nın Sesi’nde yayınlanan “Hz. Muhammed karakterini Charlton Heston oynayacak” haberi eklenince İslam âlemi karışmıştı!
Malum olduğu üzere Heston On Emir ve Ben-Hur’da başrol oynamıştı ve bu filmler pek çok Müslüman ülkede yasaklıydı!
Pakistan’da büyük protestolar başlamıştı. Akkad her ne kadar Arap medyasına böyle bir şeyin olmadığını açıklasa, VOA da haberin hatalı olduğunu belirtse de, gerçeklerle kimse ilgilenmiyordu. Akkad, belki sesini duyanlar olabilir diye filminde Hz. Peygamberi üç metafor ile sembolize ettiğini açıkladı: Çadır, baston, deve… Metafor da neyin nesiydi canım!
Akkad, Fas kralı ile sorunları ikna ederek çözebileceğini düşünürken, bir sabah tüm ekibinin ülkeden deport edileceğini öğrendi. Kral bununla da yetinmemiş, film setlerini yerle bir ederek yılların emeğini çöp ettirmiştir. Marakeş’teki üç aylık çekim seti harap edilmişti. İşin enteresan tarafı aynı Fas yıllar sonra Çağrı setinin kurulduğu alanda bir Hollywood filmi olan Game Of Thrones’a seve seve kucak açacaktı!
Ancak Mustafa Akkad kolay pes edecek biri değildir. Henüz 19’unda cebinde bir Kur’an ve 200 dolarla Amerika’ya gidip başarmış birisini alt etmek kral bile olsanız pek kolay olmasa gerek.
Akkad günlüğüne “beni en çok üzen şey, filmin yarım kalması değil, bana karşı sanki İslam düşmanlığı yapıyormuşum gibi tavır alan din âlimi kimlikli insanlardı” diye not düşecekti.
Yanına usta oyuncu Anthony Quinn’i alarak çektiği 15 dakikalık pilot film ile Libya Lideri Muammer Kaddafi’yi ziyaret etti.
Kaddafi belki de Londralı aktör Garrick Hagon’un, (Hz. Ammar karakterini canlandırıyordu) “Filme başlarken İslam hakkında hiçbir şey bilmiyordum, çekimler devam ettikçe vahiylerin etkisinde kaldım, peygamberi tek kare göstermeden İslam’ı anlatan müthiş bir film çekiyoruz” cümlesinden çok etkilenmişti!
Kaddafi filme sıcak baktı. 3 ay içinde çekimlerin tamamlanması sözüyle, 10 milyon dolarlık destek verdi. Ayrıca figürasyona 3000 eleman desteği de. Birkaç şartı vardı bunlardan biri Ezher Üniversitesi’nden yazılı belge alınması ve bunun filmin başına konulması. Bu üniversitenin raporundan yola çıkarak “Allah’ın elçisi Muhammed” bölümünün filmin isminden çıkarılması ve sadece “Mesaj” kelimesinin yeterli olması. Son olarak da filmin hiçbir yerinde kendi isminin geçmemesi!
Aslında ben hızımı almış durumdayım sevgili okuyucu. Ancak bu mübarek günde sizin sabrınızı daha fazla zorlamak istemem. Filmin çekimlerine de yarın bir göz atarız inşallah.