CUMALİ ÜNAL-TR724.COM
Biri Maocu, öteki din tüccarı. Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’indeki Dimitri ve İvan karakterleri gibi; biri şehvet ve para düşkünü, öteki nihilist.
Türkiye anormal bir süreçten geçmese, aslında ikisi de ciddiye alınacak ve bahsetmeye değecek isimler değil.
Ama Türkiye’de cari tek adam rejimi için bunlar olmazsa olmazlardan. Toplumda ve güç oyunlarında ciddi karşılıkları var.
Rejim birini korkudan yanında tutuyor, ötekini gerektiğinde kullanmak için.
Sadece son birkaç günde yaşananlara baktığımızda rejimin ne kadar kirli olduğunu, dolayısıyla Perinçek-Cübbeli ilişkisinin yadırganmaması gerektiğini görebiliriz.
Bir süre önce Devlet Bahçeli’nin himayesindeki mafya liderlerinden Alaattin Çakıcı, Erdoğan’ın 90 bin kişiyi koronavirüsten koruma gerekçesiyle yürürlüğe koyduğu af yasasından yararlanarak hapishaneden çıktı. Akabinde rakibi diğer bir mafya lideri Sedat Peker, yaklaşık bir buçuk yıl önce sığındığı Balkan ülkesi Karadağ’dan Berat Albayrak’ı hedef alarak kimseden korkmadığı mesajları verdi.
Rejimin hem trol – tetikçi gazetecilerinden Fatih Tezcan ise, “Bir daha sokağa çıkarsak listelerden kimleri toplayacağımızdan haberiniz var mı; karınızı, çocuğunuzu nasıl koruyacaksınız? Erdoğan’ın bir damla kanına milyonlarca kan dökülür bu ülkede“ dedi. Allah’tan geçmişte cemaatin medya kuruluşlarından birinde çalışmamıştı, yoksa sol ve kemalist kesim bir şekilde onu da Fetö’ye bağlardı.
Ama en az onun kadar IŞİD ruhu taşıyan Sevda Noyan’ı ise eşi Engin Noyan‘ın (ki o zamanlar eşi değildi) bir süre Samanyolu Tv’de çalışmasından dolayı ıskalamadılar. Erdoğan zulmünden kaçarak Almanya’ya sığınan ve demokrat olduğunu öne süren Can Dündar, 15 Temmuz’da dökülen kandan yeterince tatmin olmayan bu meczubu anında ‘fetö’ye bağladı.
Fatih Altaylı’nın birkaç kez yayınlarına çıkararak iyi bir PR çalışması yaptığı tele hoca Cübbeli ise darbeyi rüyasında gördüğünü açıkladıktan sonra yoldaşı, gönüldaşı, fikirdaşı, arkadaşı, dostu, kankası Doğu Perinçek’i twitter hesabından “Diyanet’i destekleyen ve değerlerimizi aziz tutan Doğu Perinçek kardeşimize şükranlarımızı arzederiz.“ sözleriyle güzelce bir taltif etti.
Tıpkı Erdoğan’ın yıllar önce Esad için dilinden düşürmediği “kardeşim Esad“ sözü gibi…
İkilinin dostluğu aslında yeni değil. Geçtiğimiz yıl da Aydınlık gazetesi Cübbeli’yi manşete taşıyarak, “Doğu Perinçek için dua ediyorum.“ şeklindeki sözlerini kullanmıştı.
Erdoğan’ın yıllar önce seçim mitinglerinde sarfettiği, “Kimleeeer kimlerle yan yana geliyor, kadere bak! demesi gibi.
Gerçi rejim bizi buna alıştırmıştı. Erdoğan için neleeer neleer söylemedi Bahçeli, Soylu, Kurtulmuş. Ama şu an bu isimler rejimin kökü en sağlam destekçileri…
Tamam Perinçek,“Çocuklara eşcinsellik dayatmak vahim bir durum. Bunun karşısında kimse sessiz kalamaz. Diyanet İşleri Başkanlığı da sessiz kalmamıştır“ sözleriyle Diyanet’i korumuş. Ama başka da Cübbeli ile ortak ne gibi değeri var ki Perinçek’in? Mesela Cübbeli, Çin’in Uygurlara işkence etmediğini, milyonlarca Uygur’un çalışma kamplarına alınmadığını, camilerin kapatılmadığını söyleyen Perinçek gibi mi düşünüyor?
Veya Perinçek’in hapisten çıktıktan sonra sarfettiği, “Kınından çıkmış kılıç gibiyiz, tüm tarikatların, cemaatlerin kökünü kazıyacağız.“ şeklindeki sözlerini duymamış mı?
Açıkçası dini inkar eden Perinçek’e, dini bir kurum olan Diyanet’e sahip çıkmasından dolayı din kılıklı (cübbe giydiği için diyorum) bu adamın neden kırmızı güller gönderdiğini anlamış değilim. Komploya kaçmamak için bunun sıradan bir teşekkür olmadığını söylemekle yetineceğim.
Demokrasilerde her türden düşünce, fikir, akım, din, mezhep yan yana gelebilir. Bu da demokrasilerin güzelliği olarak gösterilir. Ancak militarist düşüncelerin biraraya gelmesi için bir çıkar birlikteliği olması gerek. Biraraya gelmeleri bir insani temeli olamaz. Dolayısıyla Cübbeli-Perinçek yakınlaşması biraz da rejimin geçirdiği değişimle de ilgili.
İlk yıllarda AKP, sadece Batı için değil Doğu için de bir modeldi. Arap dünyasında Türkiye modeli üzerine her gün onlarca makale yayınlanırdı. İslam ile laikliği, modernite ile gelenekleri, doğu ile batı kültürlerini meczeden bu yönetim herkesin dikkatini çekmişti.
Ancak tüm bunlar bir serapmış meğer. Bir anda o umut dolu yıllar kabusa dönüştü. Avrupa Birliği’ne üye olmak için Batı medyası Avrupalı liderlere baskı yaparken, şimdi aynı medya Türkiye’nin ismini Çin, Kuzey Kore ve Venezuela ile birlikte anıyor.
Aynı şekilde Erdoğan da otoriterleştikçe konvoyundaki araçların da, etrafındaki korumaların da sayısı arttı.
2004’te Erdoğan, Filistin’in efsanevi lideri Yaser Arafat’ın Kahire’deki cenaze törenine katıldığında onu izleyen bir avuç gazeteci arasında ben de vardım.
CHP Lideri Deniz Baykal ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de törendeydi.
Erdoğan’ın yanında neredeyse hiçbir koruma yoktu. Gazeteciler olarak Erdoğan’ın gruptan ayrılıp sağa sola gitmesine, hatta bizlere tuvaletin nerede olduğunu sormasına dahi şaşırmıştık. Etrafta binlerce insan vardı ve güvenlik de çok zayıftı.
Bazı Arap gazeteciler Erdoğan’a sorular sorunca Gül’e dönerek ‘Lan Apo bunlar ne soruyor?‘ diye de takılmıştı.
Ama aynı Erdoğan’ı şimdi camiye giderken dahi binaların üzerine yerleştirilmiş keskin nişancılar, havada dolaşan helikopterler ve onlarca resmi araç ve yüzlerce koruma eşliğinde görüyoruz. Tipik bir Ortadoğu manzarası.
Zulüm, baskı ve entrikalara paralel olarak koruma sayısı da artıyor. Kirli ittifaklar arttıkça hiçbir zaman yan yana hayal edemeyeceğimiz isimler karşılıklı methiyeler dizmeye başlıyor.