Soru: “Peygamber Efendimiz’in hayatında dokuz Ramazan yaşadığını biliyoruz. Allah Resulü’nün yaşamış olduğu Ramazan aylarında mutlaka acı-tatlı pek çok hadise yaşanmıştır. Bu hadiselerden bahsedebilir misiniz?” (Murat B.)
Murat Bey’in sorusu üzerine Allah Resulü’nün (s.a.s.) Ramazan hatıralarını yazmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Mekkeli muhacirlerin Medine’ye hicretleri gerçekleşmişti. Ancak bu gelmeyle birlikte Efendimiz’i, çözülmesi gereken birçok problem bekliyordu. Muhacirler toplamda yüz seksen altı aile olmuşlardı. Bu kadar insan nerede misafir edilecek ve maişetlerini nereden temin edeceklerdi?
Bu problemi çözme adına Allah Resulü’nün yaptığı ilk iş, Muhacirler ile Ensâr arasında kardeşlik (muahat) bağlarını oluşturmak oldu. Bugünkü mânâda bir nevi kardeş aile benzeri bu uygulama ile ilk etapta kırk beş ailenin mesken meselesi ve diğer benzeri sosyal problemleri çözülmüş oluyordu. Enes İbn Mâlik’in evinde, ashâbıyla birlikte bir araya gelmiş, onlara şöyle diyordu: “Allah için ikişer ikişer kardeş olun!”
Bu güzel uygulama hicretin birinci yılının Ramazan ayında vuku bulmuştu.
Müslüman toplumun birbiriyle kaynaşabilmesi adına ortaya konulan bu kardeşlik uygulaması sadece hicret sonrasında ortaya çıkan bir uygulama değildi. Daha Mekke yıllarında Efendimiz, Daru’l-Erkam’a girdiği dönemde de inanan insanları birbiriyle eşleştirmiş ve kardeş yapmıştı.
Mesela o dönemde Hz. Zübeyr İbn Avâm ile Hz. Abdullah İbn Mes’ûd’u kardeş ilan etmişti. O şartların çok ağır olduğu ilk dönemlerde müslümanlar arasında kurduğu kardeşlik ağı ile tam bir dayanışma sistemi oluşturmuştu. Bu sistemle hem inanları birbirine zimmetlemiş hem de onların eğitim ve öğrenimlerinin devamını temin etmişti.
Allah Resulü’nün yaşamış olduğu Ramazanlardaki güzelliklerden bir tanesi de Hicri üçüncü yılın Ramazan ayının beşinde Zeyneb binti Huzeyme validemizle evlenmesi.
Hz. Zeyneb bint-i Huzeyme annemiz, sabırlı, iyiliksever, güzel huyları olan bir hanımefendi idi. İslâm ile müşerref olmadan evvel de yoksulları koruyup gözeten, çevresine karşı şefkatle dolu bir insandı. O yüzden kendisine “Ümmü’l-mesâkin” yani yoksulların annesi denirdi. Cahiliye devrinde de böyle tanınırdı.
Hz. Zeyneb, Arabistanın en güçlü kabilelerinden Âmir İbni Sa’sa’ kabilesine mensuptu. İlk evliliği Tufeyl İbni Hâris ile oldu. Ondan boşanınca Hz. Ubeyde İbni Hâris ile evlendi. O da Bedir’de şehit edilince Zeyneb (r.anhâ) dul kaldı.
Resûl-i Ekrem aleyhissalatü vesselam, hicrî üçüncü yılda İslâm’ı anlatmak için Âmir İbni Sa’sa’ kabilesine bir grup tebliğci göndermişti. Bunlar hâince pusuya düşürülüp şehit edilince bu kabileyle müslümanların arası bozuldu. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu büyük ve güçlü kabile ile düşmanlığın devam etmesini istemedi. Aradaki ilişkilerin düzelmesine vesile olacak bir fırsat bekledi.
Zeynep binti Huzeyme’ye evlenme teklifinde bulundu. Hz. Zeyneb, amcası Kabîsa İbni Amr el-Hilâli’yi vekil tayin etti. O da dört yüz dirhem gümüş mihri ile Resûlullah Efendimiz’e nikâhladı. Evlendiklerinde Zeyneb validemiz otuz yaşındaydı. İlginçtir ki, Zeyneb annemizin mü’minlerin annesi olmasıyla vefat yaşı aynıdır. Zira bu kutlu evlilik yalnızca üç ay kadar sürmüştür. Bu yazımızda sizlerle paylaşacağımız başka bir Ramazan hatırsı ise Efendimiz’in hicretinin altıncı yılının Ramazan ayının altısında Medine’de yağmur duasına çıkması.
Medine’de günlerdir kuraklık hüküm sürüyordu. Böylesi durumlarda Peygamberimiz dua eder, Allah’tan rahmet isterdi. Yüce Allah da Habib’inin niyazını boş çevirmezdi. Yine öyle olacaktı. Günlerden Cuma idi. Allah Resulü namazdan sonra mübarek ellerini kaldırdı, üç defa “Allah’ım, bize rahmetini gönder!” diye dua buyurdu.
O sırada Sahabeden Hz. Ebû Lübâbe de orada hazır bulunuyordu. Peygamberimiz dua ettiği zaman yağmurun yağacağını biliyordu. Yağmur şiddetli yağarsa ambarı su basar ve hurmalar bozulabilirdi. Bu endişe içinde Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına geldi, “Yâ Resulallah, ambarda hurma var. Yağmur yağarsa zarar görebiliriz!” dedi.
Peygamberimiz umumun menfaati için Allah’tan yağmur istiyordu, fakat Ebû Lübâbe ise kendi hurmalarını düşünüyordu. Onun bu saf ve samimi niyetini bilen Peygamberimiz, mescidinin önünde sahabilerin de hazır bulunduğu bir yerde latife olarak duasına şunları da ekledi: “Ya Rabbî, Ebû Lübâbe, ambarının deliklerini elbisesiyle tıkamaya mecbur kalıncaya kadar yağmur ver.”
Ebû Lübâbe, “Gökyüzünde hiç bulut yoktur, yâ Resûlallah!” demeye kalmadı, hava karardı, şimşekler çaktı, şakır şakır, bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Kısa zamanda her taraf su doldu. Ebû Lübâbe telaşlıydı. Sahabiler etrafına toplanarak şöyle dediler: “Ey Ebû Lübâbe, sen Resûlullah’ın dediğini yapıncaya kadar bu yağmur kesilmez.”
Sonunda Ebû Lübâbe o hâle geldi ki, hurma ambarının açık yerlerini tıkamaya bir şey bulamadı. Nihayet sırtından elbisesini çıkardı. Su giren yerlere tıkamaya başladı. Böylece yağmur da kesildi. Ebû Lübâbe birazcık olsun zarar görmüşse de Medine rahatlamıştı…