Pek hüzünlü bir mübarek ayı ardımızda bıraktık.
Allahtan korkmaz, kuldan utanmaz bir yönetim ve devlet anlayışı, Ramazan’ı da Bayram’ı da zehir ediyor.
Demir parmaklıklar arkasında, bin bir hicranla bayramı geçirenler, hürriyetleri gasp edilmiş binlerce masum ve onlarla aynı hicranın cenderesindekiler, yani geride bıraktıkları…
Acıların hangi birini sayalım ki?
“Başörtülü bacım” dediler, ülkeyi açık cezaevine dönüştürerek, on binlerce hanımı zindanlara tıktılar.
Asit kuyularında insanlarını yakan, pervasız, zalim devlet anlayışı, ne yazık ki yeniden kol geziyor.
Ne bayram ne ramazan biliyor bu zalimlik.
Kadın, erkek, çocuk, yetişkin ayrımı bilmiyor bu nobran zihniyet.
Kinlerinin hududu yok.
Esra Yurt gibi iffetli kadınlara, genç kızlara kezzaplı işkence seansları düzenleyecek hadsizlikler yaşandı, yaşanıyor.
Gözaltında kadınlara yapılan işkenceler, oluşan yaralar, 1,5 yıl devam edecek kadar derin izler bırakmış.
Kim bilir daha ne derinler yaralar oldu ve oluyor?
Baksanıza, kabristanlara, ölülere dahi tahammülü kalmamış bunların.
Toprağın üstündekilere hayatı zehir eden, bugünkü köhnemiş anlayışın yeni yetmeleri, Lice’deki bir mezarlığa üç ayrı saldırı düzenleyerek, mezarlığı alt üst edip, kabir taşlarını tahrip etmişler.
Mezarlığa gidenler, büyük bir tahribatla yüz yüze geliyorlar.
Daha önce de mezarlıklar iki kez bombalandığını belirten yöre sakinleri, devlet güçlerini işaret ediyorlar.
Diriye tahammülsüzlükleri tüm dünyaca bilenen bu zıvanandan çıkmışlar, ölülere bile tahammül etmiyorlar.
Kadim bir nobranlığın varlığını bilmeyen yok, ama bu denli pervasızlık görülmedi şu vakte kadar.
Bir canavarlık vardı zaten, ama canavarlıkta sınıf atlamalara şahit oluyor yöre insanı.
NE DEDİLER NE YAPTILAR!
Anlamaya çalışalım olan biteni:
‘Dindarız’ diyenler, dinbazlıklarıyla dinin tüm güzelliklerini, inceliklerini ve sevgisini hoyratça çarçur ettiler…
‘Kitabım Kur’an’ diyenler, Allah ve kelamını, seçim meydanlarına malzeme yapıp harcadılar…
‘Camiler kışlamız’ diyenler, mabetleri siyaset arenasına dönüştürdüler…
‘Müminler askerimiz’ dediler, camiyi ve cemaati birbirlerine kin duyar hale getirdiler…
‘Minareler süngü, kubbeler miğfer’ diye şiirden mağduriyet devşirenler, minareleri parti müziğiyle, kubbeleri parti flamalarıyla donattılar.
‘İlahi ordu’ dediler, peygamber ocağını kirli emellerinin ocağı haline getirdiler, milletin evlatlarını heba ettiler…
‘Elimde tüfenk, gönlümde iman’ dediler, kalpsiz, yüreksiz, duygusuz hissizler güruhlarına yol verdiler.
‘Dileğimiz din ve vatan’ dediler, inancı temelinden sarstılar, vatan sevgisini yerine sahte sevgiler ürettiler.
‘Ocağım ordu, büyüğüm Sultan’ dediler, memleketi Sultan’a esir kıldılar, tüm değerleri Saray’a paspas ettiler.
‘Analar ağlamasın’ dediler Ana-doludaki tüm anaların yüreklerini kora dönüştürdüler, yürekler yangın yerine dönüştü…Kimine Cumartesi kimine bilmem haftanın hangi günü diye isimlerle acıları yarıştırdılar.
‘Demokrasi’ dediler demokratikleşmenin kolu ve kanadını budadılar, güçler ayrılığının olmadığı, keyfi devlet anlayışını işler hale getirdiler…
‘Hür ve Özgür düşünce’ diye yola çıktılar, özgürlükleri ayaklar altına aldılar, yok ettiler…
‘Barış ve Kardeşlik’ diye ahdettiler, ama ne yazık ki kaba bir milliyetçilik anlayışıyla kardeşi kardeşe düşman haline getirdiler.
‘Tolerans ve Hoşgörü’ dediler, nefretin, düşmanlığın her türlüsünü pompalıyorlar.
‘Helal ticaret ve kazanç’ peygamber yolu diye, güzel güzel nutuklar attılar, sonra memleketin tüm maddi kaynaklarının, eş dosta peşkeş çektiler, talan ettiler…
‘Sandık asıl hakemdir’ dediler ama halkın iradesini, sandıklarda, milletin gözünün içine baka baka utanmadan çaldılar.
‘Hırsızlık haram, Allah’ın yasakladığı kötü bir ameldir’ dediler, ülke tarihinin en büyük yolsuzluğuna ve hırsızlığa imza attılar, tarihe 17-25 Aralık diye geçtiler.
‘Rüşvet mümin sıfatı değildir’ dediler, devlet çarkını bu tam aksi şekilde işlettiler, rüşvet olmaksızın selam dahi almaz oldular…
‘Ar, hayâ, namus’ dediler, iffetli insanların namusunu kirlettiler.
‘Hak ve hukuk’ dediler, ülke mahkemelerini, tarihinin en adaletsiz ve zalim kararlarına imza atan yargıçlarla doldurdular.
‘Milli irade’ dediler, milletin temsilcilerini zindanlara, onların yönettiği kurumları ise kıyımlarla, kayyımlara teslim ettiler.
‘Her türlü hile, hurdayı’ yok edeceğiz diyerek vaatlerde bulundular, ama tehdit, şantaj, zulüm ve zorbalıkta sınır tanımadılar.
‘Komşu komşunun külüne muhtaçtır’ dediler, önce komşu ve dış ülkelerle ‘sıfır sorun’ dediler, komşuluk ilişkilerini tırlarla taşıdıkları mühimmatlarla bombalayarak, sıfırladılar.
Sonra da içe dönüp, komşulardan ölüm listeleri oluşturdular, zulaladıkları silahlarla onları yok etme pervasızları ekranlarda arzu-endam ettiler.
‘Ramazan mübarek aydır, mevsimdir’ dediler, masum insanlara sahurda su bile vermediler, verdirmediler.
‘Bayram anlamlı gündür’ dediler, tüm bayramları, zindana attıkları bebeklere, çocuklu annelere, parçaladıkları ailelere, sürgüne mahkûm ettikleri mağdurlara zehir ettiler.
‘Yalan, bir lâfz-ı kâfirdir’ dediler, iftiranın tüm çeşitlerini, hilaf-ı beyanın her türlüsünü hayatlarını bir parçası, günlük konuşmalarının sermayesi yaptılar.
Hâsılı ne dedilerse, tersini yaptılar.
Tüm değerlerin üzerinde tepindiler…
Tarihte ender görülen bir kirli iktidar anlayışı sergilediler, sergilemeye devam ediyorlar.
Hem de güzel dinimiz İslam’ın tertemiz yüzünü siyasallaştırarak ve kirleterek yaptılar…
Böyle bir tablo karşısında, hangi bayramdan söz edilir ki?
Nasıl bir bayram özlüyorum biliyor musunuz?
Ölümlerin yüceltilmediği, zindanların suçsuz günahsız insanlardan arındığı, çocukların ağlamadığı, sevgi ve saygınının hükümferma olduğu, insanların huzurla nefeslendiği, nefretin soluğunun kesildiği bir bayramı özlüyorum…
Ağlamaların dindiği, mağdurların ihkak-ı hakkı bildikleri, muhacirlerin yerlerine yurtlarına erecekleri bayramları diliyorum…
Baskı ve şiddet nedeniyle evlatların öksüz ve yetim bırakılmadığı, yalnızlığa mahkûm edilmediği, düşmüşlere kol kanat gerildiği, yardımlaşmak için insanların yarıştığı bayramlar…
Acıların son bulduğu, insanların kucaklaştığı, dostluğun ve kardeşliğin dünyalık hırslara, politik menfaatlere kurban edilmediği, güvenin hakim olduğu bir bayramı diliyorum.
Dostlukların tüm canlılığıyla hayat sürdüğü, vefasızlığın olmadığı, alın teri ve emeğin karşılığını gördüğü bir bayramlar…
Aldatmaların unutulduğu, emeklerin karşılık bulduğu, babaların evlerine boynu bükük dönmediği bayramlar…
Anne ve babaların gaybubet evlerinde yaşamadığı, evlatlarına bolundan bayramlıklar sunduğu, çocukların sabahlarına neşeyle, şen uyunacakları bayramlar diliyorum…
Cömertliklerin coşkunlaştığı, muavenet yarışına herkesin katıldığı bayramları diliyorum…
Irk, renk, dil ayrımlarının olmadığı, yaşantısı, tercihleri ne olursa olsun herkesin aziz bilindiği bayramlar diliyorum.
Her türlü kötülüğün yüreklerimizi terk ettiği, iyiliklerin, hayırların güzelliklerin bizi baştan ayağa kuşatacağı bayramlar diliyorum…
Kurbanların, ramazanların, paskalyaların ve diğerlerin birbirine karıştığı, kaynaştığı günler diliyorum…
Komşusu aç içen, sair komşularını huzursuz eden, tehdit eden, gammazlayan değil, kucaklayan bayramlar diliyorum.
Mabetlerin mabet olacağı, teravihlerin teravih gibi olduğu, insanların gürül gürül mescitlere tüm saflıkları, duruluklarıyla kucaklaştığı bayramlar diliyorum…
Hâsılı gösterişlerden uzak, mertçe, yüreklice geçen, kuşkuların, korkuların son bulacağı, insanların güvenle birbirleriyle kaynaştığı “O eski bayramlar” diye hasret kaldığımız, bahar tadında neşe dolu bayramlar diliyorum…
Tüm dost ve arkadaşlarımın bayramını, bu hayali bile pek hoş dileklerle kutluyorum. e.cansever@zamanaaustralia.com.au