ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Bugün 10 Mayıs ve Dünya Anneler günü…
Ama bugün, Anneler ağlıyor…
Ablalar ağıt yakıyor, gözleri kan çanağına dönmüş…
Kara Efe Ahmet’in yeşil tabutunda, bembeyaz kefende, uykuya dalmış gibi medyaya yansıyan fotoğrafına baktım.
Döndüm bir daha baktım…
Baktıçca ağladım, ağladıkça baktım.
Doyamadım, döndüm sosyal medyaya düşen tüm resimlerine ıslak gözlerle, doya doya baktım…
Anne Zekiye ve Abla Natalia’nin sesiz feryadına, sağırların duymadığı çığlıklarına kalp ve kulağımı verdim.
O minik bedeninle, dünyaları titrettin, bakışların yüreklerimizi parçaladı…
Sözler kifayetsiz…
Acılar tarifsiz…
Çığlıklar sessiz…
Vicdanlar hissiz…
Yürekler nasırlaşmış…
Kalpler taşlaşmış…
Duygular sinmiş, pusmuş…
Adalet can çekişiyor…
Hak ayaklar altında, hukuk sürünüyor…
Sağır olmuş kulaklar, lal olmuş diler, kilit vurulmuş ağızlara…
Aldılar çocukların hayallerini, yetmedi canlarına kıydılar…
Sularda boğdular çocuklarımızı, yetmedi tabutları ve mezarları bile fazla gördüler.
Doyamadılar babalarına, sevdiklerine hasret, gözleri yaşlı uçup gittiler…
Evet, Ahmet uçup gitti.
Kara Efe melek olup, ayrıldı bu kara, kapkara dünyadan.
Kendi kararmış, ruhu kararmışlardan sıyırdı yakasını…
Babasına çağrısıyla tanıdı onu dünya, babasını çağırıyordu, sana ihtiyacım var diyordu.
Öyledir, baba ihtiyaçtır, baba dağdır, yaslanılır, unutursun tüm gamını kederini…
Çareler bulursun, o dağın sıcak yamacında.
BABA HARUN’A ACI ÇEKTİRDİLER ASRIMIZIN KARUNLARI!
Ahmet Burhan’ın, dağları yerinden oynatacak, zalimlerin saltanatını yerle bir edecek şu nidasına bakar mısınız?
“Baba artık buraya gel. Dayanamıyorum. Ben sensiz ne yapacağım!”
O ses, dağları yerle bir eder, saltanatları ziruzeber ederdi esasında, “Ben de gelmek istiyorum ama gelemiyorum oğlum.Bırakmıyorlar yavrum.”
Çaresiz, ayakları prangalara alınmış, kolları bağlanmış tüm babaların sesi olmuştu, Harun Reha Ataç‘ın sesi.
Elleri kolları bağlanmış, koca dağ, baba çaresizdi.
Yolları bağlanmıştı kesikti, gelemedi, göremedi yavrusunu, can bedendeyken.
Hayallerini çaldılar çocuklarımızın, sonra canlarına kıydılar.
Babalarımıza kıydılar, çaresiz bıraktılar…
Ahmet, hastanede son nefesini verdi…
Anne Zekiye, Ahmet’in ruhunun ufkuna kanatlanmadan dakikalar önce “Anne ölüyorum, Babam; Anne ölüyorum Babam” diye, son kez ölüm uykusundaki bir topluma haykırdığını paylaştı.
Baba baba diyerek, kanat çırptı öbür âleme uçtu.
Koca bir devlet, önce günahsız babasına, annesine sonra da onun hayatına göz dikmişti…
Yürekleri yakarak, vicdanları kanatarak…
Baba ile oğlunun kavuşmasına, taş kalpli devletlu bir düzen, vicdansız bir güruh tüm gücüyle engel oldu…
O vuslat, kavuşma ve kucaklaşma çok görüldü, mahşere kaldı!
Sadece Ahmet’i toprağa vermedik, sessiz kalan yığınlar ve insanlık da onunla birlikte toprağa verildi, esasen.
Sekiz yaşındaki Ahmet Burhan’ın yurtdışındaki tedavisini engelleyerek sırra kadem basmıştı zaten insanlık…
Kara asırlardan sıyrılıp gelmiş, barbarca bir anlayıştı bu.
Hınçlar alınamadı…
Gerisin geriye, tüm acıları yüreğinde, o çaresiz babayı, tekrar cezaevine yolladılar…
Harun’a acı çektirmek için yemin etmişti asrımızın Karunları…
Suçsuz olduğu halde, zindanda, hücrede acı çektirdiler, çektirmeye devam ediyorlar…
Oğlunun zor döneminde yanında olmasını engellediler.
ELİ KELEPÇELİ BİR MANGA ASKER ABLUKASINDA
Son kez oğlunu görmesine izin vermeyen rejim, babaya elli kelepçeli, Adana Kabasakal Mezarlığı’nda evladının toprağına el sürerken.
Mezarın başında bir manga jandarma ablukasıyla son toprağı atarak görevini yapabildi.
Çaresiz, eli, ayağı bağlı bıraktılar babalarımızı…
Kanser hastası yavruya, babasını ve tedaviyi çok gördüler…
‘Baba, baba…’ diyen çığlığına sessiz kaldı yığınlar, milyonlar, kapıları sonuna kadar acık bu kutlu mevsimde hem de…
Karun’lar ordusu, bir bölük şeytan, Harun’u nefessiz bırakmak için, tüm kötülüğü ve var gücüyle iş başındaydı…
Anne Zekiye Ataç’a tam iki yıldır çilenin her türlüsünü çektirdiler…
Mağdurlara yardım ettiği için önce hapse atıldı Zekiye anne!
Mazlumlara el uzattığı için…
Zalimlerin yaktığı ateşe su taşıyan karınca olmaya çalıştı, Anne ’ye…
Devletin izniyle açılan eğitim kurumunda çalıştığı için “terörist” diye damgalandılar…
SENİNLE BİLDİK ONLARI, TEŞEKKÜRLER AHMET!
Gidişinle her şeyi anlattın Ahmet:
Son bir yılda, insanların nasıl zalimleşebileceğini, iktidar hırsına esir düşmüşlerin, ne kadar kötüleşebileceğini gösterdin.
Evet, önce çocuklarımızın hayallerini çaldılar, sonra canlarına kıydılar…
Sevgili Ahmet, seninle, Natalia Avazyan gibi bir vicdanlı kadın tanıdık, tüm dünya tanıdı.
Ablalığın ne demek olduğunu bir kez daha gösterdin..
Anadolu’nun yiğit kadınlarının resmi gibiydi.
O da ezilmiş bir ırka mensuptu, sana yapılanlar atalarına, büyüklerine yapılmıştı.
O, senin nelere maruz kaldığını hepimizden çok daha iyi bilecek, acılarla dolu bir geçmişten geliyordu.
O “Af edersiniz Ermeni” diye lanetli dili kullananların hakir gördüğü biriydi.
Natalia sadece değil, hepimizin herkesin ablası oldu.
Her şeye, tüm baskı ve gaddarlıklara rağmen iyi insanların, melek ruhlu ablaların var olduğunu gün yüzüne çıkardı.
Seninle bildik O’nu, teşekkürler Ahmetim…
Ömer Faruk Gergerlioğlu,
Ferhat Tunç,
Süvari,
Haluk Levent,
Suavi…
Ahmet Nesin,
Daha ismini bilemediğimiz niceleri, nice nice farklı renkleri ve görüşün insanları…
Memleketin vicdanı sanatçılarımız, siyasetçilerimiz yazarlarımız…
Sen bir sembol oldun Ahmet…
Anneleriyle cezaevinde kaç yıldır yatan bebeklerin sesi oldun…
Fotoğraflara, görüntülere yansıyan o bakışınla, zindanlarda ve hücrelerde zulüm altında inleyenlerin haykıran çığlığı oldun…
Aynı kaderin mağdurları, Meriç te anne kucağında boğulan Abdurrezzak ailesinin evlatları yaşıtın Abdülkadir Enes ile üç yaşındaki Halil Münir’in feryadı oldun…
Çocuğumu kurtarın diye feryad eden Aslı Doğan’ın, 2,5 yaşındaki İbrahim Selim’in, nefesi oldun…
Akçabay ailesinin, yavrularıyla suda sarılmış, boğulan Hatice öğretmen ve üç evladıyla yaşadığı dramı duyuran kahraman oldun Kara Efe…
Sahile vuran Aylan Kurdi’nin…
Emrah Aydemir’in…
Orhan Arslan’ın…
Ege’nin kara bağrına çekip yuttuğu bir daha geri vermediği Feridun’ların yaşadıkları zulmün haykıran simgesi oldun…
Yunanistan’dan çektiği video ile sönmüş vicdanları hatırlatan Esma Öğretmenin ardından ağlayan bebeğinin sesi oldun…
Anadolu’daki zulüm girdabında, dayanamayarak hayatını kaybedenlerin, hayatı çalınanların, gaybubette çile çekenlerin,zindanlarda işkence altında inleyenlerin duyulmayan sesi oldun Ahmet…
Biliyor musun Ahmet, sen bu küçük yaşta o ağır yükü taşıdın…
Sadece minik kardeşlerinin değil, cezaevindeki kocaman yürekli Ahmet Altan, Mümtazer Türköne, Sedat Laçiner, Ünal Tanık, Ali ve Mustafa Ünal gibi nice yazarların…
Memduh, Hacı Boydak’la, İlhan İşbilen, Tekin İpek gibi koca iş adamlarının, Aladağlar gibi dik ve yan yana duran Yusuf Pekmezci gibi Ağabeylerin sesi oldun.
Hastalığınla…
Yurtdışı tedavi seyahatinle…
Ve vefatınla bütün bunları yeniden, gün yüzüne çıkardın.
Ama asıl sen, ailen ve kocaman bir camianın mağduriyetinin resmi gibiydin.
“Dünyanın yedi coğrafyasında, dört ikliminde” yaşayan her köşede, yasın tutuldu, gözyaşları döküldü.
Mübarek Ramazan ayında herkesin duası oldun…
Herkesin Kara Efesi, kimi sana Can, kimi de Karaoğlan dedi…
Schindler’in listesi filmindeki sembolü, kırmızı mantolu kız çocuğunu, keyif için vuran Nazi subayının sahnesini aratmadı, babanla buluşmana engel olan irade!
Çünkü sen ve senin gibi canlı canlı gömdükleri insanların yavaş yavaş ölümünü izledi, keyif aldı “devlet ceberrut zırhını bürünmüş” adalet bilmez, sözüm ona, yargıç kılıklılar…
Hasılı Ahmet, çocuk yaşında koca bir dünyaya meydan okudun.
Zalime,
Yezid’e..
İbrahim’in ateşine su taşıyan kocaman atom karıncası oldun…
Ve modern çağın firavununa karşı küçücük yüreğiyle mücadele eden Musa oldun Ahmet.
KATİL BİR DEVLETİN VASFI NEDİR BİLİYOR MUSUN?
Ve sen ‘Siyasal İslam’ın, kendi bekası için neler yapabileceklerini su yüzüne çıkardın.
Ve Sevgili Ahmet, seni unutmayacağız, tüm yaslı anne-babaların, hayalleri çalınmış tüm çocukların, yüreğinde yaşıyorsun…
Sevgili Annen,
Ayakları, kolları bağlı babanı, ve koruyucu meleğinizi,
Ablan Natalia’yı unutmayacak tarih…
Nice filmlere konu olacak, çektiklerin ve vesile olduğun olaylar…
Minik bedenin ve titrek sesin, hiçbir hafızadan silinmeyecek kocaman bir resimsin…
Son söz Natalia Ablanın elbette, ilk sözü o söylemişti Çünkü: “ Canım Kara Efem… Gidişin canımı çok acıttı… Adını sonsuza dek yaşatmak için, seni sevenlerle kuracağımız derneğe senin adını vereceğiz. Adınla birçok çocuğa umut olacaksın oğlum... Seni öldürdüler ama biz seni yaşatmaya and içtik.”
Zalim ve katil bir devlet anlayışının vasfı nedir biliyor musun Ahmet?
Bundan 43 yıl önce, henüz 19 yaşında bir lise öğrencisiyken Ulucanlar Cezaevi‘nde tutuklanan, mahkeme reisinin; “masumdur” şerhine rağmen, 8 Ekim 1980’de asılarak idam edilen Necdet Adalı şiiri de bize iyi anlayıor. Adalı için kaleme alınan, sürgünde hayatını kaybeden Ahmet Kaya’nın, dokunaklı sesiyle “Şafak Türküsü”yle bitirelim.
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice…
Not: Annem ve başta Ahmet’in Annesi Zekiye hanım olmak üzere acı çeken tüm annelerin ‘Annler Gününü’terik ederim.e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au