Birileri size ülkenin son yedi yılını iki kelimeyle özetler misin deseydi, cevabınız ne olurdu?
Ben, iftiralar ve itiraflar, derdim. Şimdi diyeceksiniz ki, iftiraları anladık ama itiraflar kelimesiyle neyi kast ediyorsun. Aslında, iftiraların da, itirafların da kaynağı aynı.Öyle bir süreçten bahsediyoruz ki, iftiralarla başlayıp, cadı avına dönüşen ve akıl almaz zulümlerle devam eden bir süreç ve olanları film gibi izyelip vicdanları sızlamayan yığınlar. Daha ötesi, yapılan kötülükleri kanal kanal dolaşıp büyük bir marifetmiş gibi itiraf eden tetikçilerin baştacı yapıldığı bir süreç. Örneğin bu fabrikatörlerden bir tanesi son günlerde yandaş medyalarda dolaşıp,
Bu cemaate örgüt ismini biz verdik…
Bunları biz fişledik…
Ordudan, emniyetten, yargıdan bunları biz temizledik…
Diye bas bas bağırıyor.
Daha da ilginçi, uluslararası hukukta soykırım olarak tarif edilen bu zulümlere bir yandan alkış tutarken, diğer yandan Türklük ve Müslümanlıktan dem vuran bir güruh görüyoruz.
Tabi bu güruhu sürekli gerilim halinde tutmak için cüppeleriyle sarıklarıyla ekranlara çıkıp dini temalarla galeyana getiren hoca kılıklı tetikçilerin oynadığı rolü de gözardı etmemek lazım.
İşin entersan yönü, daha üç beş yıl önce, tüm cemaatlerin kökünü kazıma yeminleri eden müfterilere methileyeler dizen bu cüppelilerin halen kendine dindar diyen binlerce insan tarafından takip edilmesi ve itibar görmesi.
Bu arada, vatandaşın malına, mülküne çökülmesine, gerekirse öldürülmesine fetva veren, ölüm, kapılarının tokmağına dokununca da helallik dilenen saray fukahalarını da unutmamak lazım.
Hani bazıları siyasal İslam terimine kızıyorlar ama bu tanım yukarıda bahsi geçen zümreye biçilmiş kaftan gibi oturuyor mu?
Aslında siyasal İslam kavram olarak asırlardır var, fakat terminolji olarak diyaloglarımıza girmesinin uzun bir geçmişi yok. Daha yirmi yıl öncesine kadar, bugün siyasal İslamcı olarak tanımladığımız kitleleri, farklı kulvarlarda dine hizmet etmeye çalışan cemaatler olarak görürdük.
Hatta o dönemlerde Hizmet Hareketi mensupları, bu ulvi gayeye ulaşmak için kalplerin feth edilmesi gerektiğini, bunun da ancak İslamın hakikatleri, güzellikleri ve ahlaki değerleri anlatılarak, farklı inanç ve ideoloji mensuplaruyla diyalog kurularak mümkün olabileceğini ifade ederken, o arkadaşlar, siz çiçekle, böcekle uğraşarak akıntıya karşı kürek çekiyorsunuz, bu işin tek yolu iktidar olup İslamı tepeden aşağı indirmektir, diyorlardı. Onların bu görüşlerine her ne kadar katılmasak da, o zamanlar bunun masumane bir temenni olduğunu düşünüyorduk.
Kim bilirdi ki o zamanlar kardeş dediğimiz bu topluluktan Kabil ruhlu bir canavar ortaya çıkacağını? Elbette bazı feraset sahibi arkadaşlarımız bunların zihniyetini ciddi bir analize tabi tutup, devletin gücünü arkalarına aldıklarında ciddi sıkıntılara sebeb olacaklarını öngörmüşlerdir, ama hiç kimsenin, dine hizmet etmek için yola çıktığını söyleyen bir kesimin masum insanlara, Mekke müşriklerinin bile hayal edemeyeceği zulümleri yapabileceğini öngördüğünü sanmıyorum.
Hem de ne uğruna? Üç günlük dünya saltanatı için…
Öyle ki, o saltanatı korumak uğruna kundaktaki bebekleri bile zindanlara atarak, tarihte benzerine az rastlanan bir soykırıma kalkıştılar.
Bugün Türkiye’de iktidarı elinde bulunduran bu siyasal İslamcıların nasıl bir ahiret inancı olduğunu gerçekten merak ediyorum ve soruyorum, ahiret inancı olan ve bir gün mutlaka o büyük mahkeme önünde hesap vereceğini bilen bir insan, başkalarının malına, mülküne, canına, çoluk çoğuna göz diker mi? Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, rant, haksız kazanç, evrakta sahtecilik gibi İslamın haram kıldığı amellere tevessül eder mi?
Ortada, en cahil insanın bile görebileceği bir gerçek var. Siyasal İslamcıların halife-i ruy-i zemini (!) 17/25 Aralık’da yolsuzluk operasyonlarıyla sarsılan saltanatını kurtarmak için, tüm cemaatleri bitirmek isteyen derin şebekeyle ittifak kurmuş ve yüzbinlerce masuma iftira atmıştır.
Mutlak saltanat peşinde olan zalim melik, bununla da yetinmeyip 15 Temmuz’da devletin bazı kurumlarını kullanarak, yeni müttefiklerinin desteğiyle, darbe teşebbüsü adını verdiği bir istihbarat operasyonu düzenlemiştir. Oturduğu koltuktan ölünceye kadar kalkmamak için kurduğu darbe tiyatrosuyla, sadece resmi kayıtlara göre 300’den fazla sivil ve askerin ölümüne, 8000 üzerinde askerin tutuklanmasına ve darbeyle uzaktan yakından alakası olmayan ama çok önceden fişlenen yüzbinlerce masumun tutuklanmasına neden olmuştur.
Fakat yapılan zulümler bunlarla sınırlı değil…
Yeni müttefikleriyle yaptığı karşılıklı anlaşma gereği, binlerce yargı mensubu ihraç edilip tutuklanmış, yüzbinlerce insan KHK’larla tasfiye edilip açlığa mahkum edilmiş, şahsi mülklere el konulmuş, gazeteci, yazar, akademisyen, öğretmen, işadamı, polis, bürokrat, esnaf, ev hanımı, talebe, yaşlı ve çocuklar, hukukta tanımı bile olmayan suçlar uydurularak cezaevlerine gönderilmiştir.
Dahası da var…
İşkence altında hayatlarını kaybeden insanlar…
İlaçları verilmeyip ölüme terk edilen masumlar…
Zulümden kaçıp kurtulma ümidiyle Ege’nin ve Meriç’in soğuk sularına gömülen aileler ve bebekler…
Hayatlarını idame ettirmek için bulaşık yıkayan yargıçlar…
Limon ve karpuz satan akademisyenler…
Pazar yerlerinden ve lokantaların çöplerinden yavruları için yemek toplayan öğretmenler…
Şimdi tekrar soralım, ben ahiret gününe inanıyorum diyen bir insan bu zulmü yapar mı? Bu soruya hiç bir Müslümanın evet cevabını vereceğini sanmıyorum.
Demek ki cihanşümul bir din, siyasi bir partinin ceviz kabuğunu bile dolduramayan dar vizyonun içine sığmaz. Ayrıca, tepeden inme sistemlerde dayatma esas olduğu için huzur ve barış ortamı oluşturulamaz, tam aksine bu tip rejimler yakalalıktan beslenen, çıkarcı, müfteri, dalkavuk bir nifak topluluğu üretir. Öyleki, bir dönem İslami değerlere ağızlarından salyalar akıtarak saldıran sırtlanlar bile ekranlara çıkıp, ben de Müslümanım demeye ve kelimeyi şehadeti yarım yamalak okumaya çalışarak sizinle aynı gemide olduğunu ispatlamaya çalışır. Tabi açtığınız hasar bununla da sınırlı kalmaz. Biz ve onlar diye kutuplaştırdığınız toplumun fertlerinden bir çoğu temsil ettiğiniz köhne zihniyeti, İslam’ın ulvi değerleriyle aynı kefeye koyup bu milletin bin yıllık manevi değerlerine saldıran muhalifler haline gelirler ki, iktidarınız bunu da başardı.
Evet, uluslararası platformda Müslüman ülke diye tanımlanan Türkiye’de bugün 10 milyon ateist ve agnostik var… Tebrikler siyasal İslamcılar…omeratillaergi@yepyeni.zamanaustralia.com