Bazı hikâyeler yada fıkralar varki tasvip etmiyorum.Bence bunların en sevimsizleri birkaç milleti bir araya getirip, onları kıyaslayarak anlatılan hikâye ve fıkralar.
Bir milleti yüceltirken, diğerlerini alçaltmanın kesinlikle doğru olmadığına inanıyorum çünkü biz insanız ve çıkış noktasında aynı ana ve babaya sâhibiz.
Evet, yoktur birbirimizden farkımız.
Birdiğerini tân edip aşağılayan herkes Ademoğlu, sütümüzde, mayamızda bir.
Fakat konuya giriş yapabilmek için bu sevimsiz fıkralardan birini sizlerle paylaşmak zorundayım.
Amerikalı, Alman, Japon, Fransız ve bir Anadolu yiğidini dâvet ederek, her birinin “Filler” hakkında bir kitap yazmasını istemişler.
Amerikalı kitabı getirmiş, ismi “Fillerin Show Hayatı”
Alman kitabı yazmış, ismi “Fillerde Ağır Sanâyi”
Japon’un kitabı ince ince işlemiş, malûmunuzdur “Filler ve Teknoloji”
Fransız her zamanki gibi başı dumanlı, kitabın ismi “Fillerin Aşkı”
Belki de çoğunuz bizim vatandaşın yazmış olduğu kitabın ismini tahmin ediyorsunuz, fakat ben yine de söyleyeyim, dertli dertli bir “offf, of” çekerek, masaya koyduğu incecik kitabın ismi “Ne Olacak Bu Fillerin Hâli”
Bununla beraber bütün bu anlatılan, yakıştırılanlarda az olsa da gerçeklik payını es geçmemeliyiz.
Gerçekten millet olarak başkalarına göre daha çok “ne olacak bizim hâlimiz ?” yahut “şu şöyle yapmasaydı, bu böyle olmasaydı” diye derin derin düşünüyor ve konuşuyoruz.
Hani ismi lâzım değil, hepimizin bilebileceği bâzı zatlar için “İslâmiyeti anlatmaktan yaşamaya fırsat bulamadı” derler ya, biraz öyleyiz.
O kadar ki, bâzen Şeytân taşlamaktan Kâbe’yi tavâfa vakit bulamıyoruz.
Şu tatlı ifâdeyi de severim, Üstâdımız’ın talebelerinden Ceylan Ağabey filankes için “boş konuşmanın boşluğu hakkında üç saat konuşabilir” der.
Evet, habire boş boş düşünüyor, habire konuşuyoruz.
Sizleri tenzih ederim ama bâzılarımız konuşuyor, konuşuyor, yine konuşuyoruz.
Meselâ her Ramazan Rü’yet-i Hilâl mes’elesini, iftâr yahut imsâk vaktini konuşuyoruz, tartışıyoruz.
Yıllardır konuşuyoruz ama bir arpa boyu yol alamadık.
Mübârek bahisler sanki kurulmuş alarm gibi zamanı gelince çın-çın ötüyor.
Hani bazı yazarlar vardır ya, dönemsel olarak bazı makâleleri tekrar fırına, yayına verirler, aynen öyle.
Çoğu zaman kendi iç muhâsebemde kendimi (afedersiniz) bir dolap beygirine benzetirim.
Bulunduğu yerde döner durur fakat hiç yol alamaz.
Kendim için üzülürüm.
Mısrî gibi “nakd-i ömrüm oldu heba, bir sermâye edemedim” der, dövünürüm.
Bugünlerde Hizmetimiz’in mukadderâtı için yazan, çizen, konuşan arkadaşları gördükçe, duydukça, okudukça, bende aynı rûh hâleti depreşiyor.
Bir “kısırdöngü” içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz.
Konuşup duruyoruz.
Sıkıldık artık.
Hâlâ “Zihni Karışıklar” hâlâ “Zihni Berraklar” hâlâ “eleştirenler” hâlâ “tahammülsüzler” hâlâ “ötekileşenler-ötekileştirenler” hâlâ falanlar, hâlâ filanlar…
(Bu berrak, karışık mes’elesini ilk konuşanın vay haline ahirette)
Yok yenilikçi, yok gelenekçi…
Ne olur susun artık !
Susun ve işinize bakın !
Bir mum yakın artık !
Evvelsi gün yeni bir şeyler söylemeye çalışan güzel bir arkadaşımızı dinledim, biraz teknoloji, biraz yabancı dil ve terimlerle soslayarak “Hizmetin Geleceği” hakkında konuştu.
Dikkatle not alarak dinledim.
Zaten bir süredir yapageldiğimiz, konuştuğumuz, hayâta geçirmeye çalıştığımız şeylerden başka bir şey söylemedi…
Oturup biraz baksanız hepsinin Nûrlar’la, Pırlantalar’la daha evvel ortaya konulduğunu görebilirsiniz…
Şunu duyar gibi oluyorum, kimileri diyeceklerki “Hadi canım sende, mâdem vardı niye yapmadık ?“
Merak etmeyin onun için de bir fıkram var.
Mâlum, yeni idâreci tayin olduğu yere gidince tecrübeli olan selefi, numaralayıp O’na üç zarf verir, ve sıkıştığında sırasını bozmadan açmasını söyler.
Sıkışır ilk zarfı açar, selef “enkâz devraldım edebiyatı yap” demektedir.
Bir süre böyle idâre eder, sıkışır, ikinci zarfı açar, selef “yapacağım ama ağabeyler bırakmıyor, de “ demektedir.
Bir sürede böyle idâre eder, işler çığrından çıkınca üçüncü zarfı açar, selefi “üçüncü zarfı açtığına göre senden ne köy olur ne kasaba tayin iste” demektedir.
Ve yeni CEO “ben oynamıyorum, küstüm” der, tayin isteyip çeker, gider.
Evet mâzeretin cephanesi tükenmez, işte bundan ötürü yapmadık, yapamadık…
Mâzeret, mâzeret, mâzeret…
Biz daha çok oturur, konuşuruz “şöyle olmasaydı böyle yapmasalardı, abiler bırakmadı, enkâz devraldık, ne olacak bizim halimiz ? eleştirmeyin, fikir üretmeyin, vesaire, vesaire, vesaire….”
Bırakın Allâh aşkına “Eski hâl muhâl, ya yeni hâl, ya izmihlâl“
Yakasını bırakın geçmişin.
Geçmişin bataklığında debelenirsek geleceği inşâ edemeyiz.
Risâle-i Nûrlar, Pırlantalar Üstâdımız, Hocamız bir misyonun parçalarıdırlar.
Bu misyon ahirzamanda bitmez, bitirilemez.
Evrilir, çevrilir, değişip yenilenir ve fakat biiznillâh hedefe vâsıl olur.
Zâten bu Tecdîd’in ta kendisidir.
Bu kök ve gövdenin üzerine geleceği inşâ edip meyvelerini derleyip toparlayacağız…
Tecdîd rûhu geçmişten ibret alır ve geleceğin inşâsında, geçmişin hatâ ve sevâbını birer temeltaşı olarak kullanır.
Gözü ve gönlü, aşağı doğru inmek, mâziye dönmek, habire mâziyi, olanları, şahısları konuşmakla değil, yukarı doğru çıkmak, geleceği hazırlamak ile meşguldür.
Bu işleri yine bizler, bizim neslimiz düzelteceğiz…
Bu işleri bir “Vicdanlılar Koalisyonu” düzeltecek.
Bunu realize edecek sağlam bir temel ve gövdeye sahip olduğumuzu düşünüyorum…
Geleceği bu kültürü inkâr ile değil, tekrâr inşâ ve ihyâ ile kurabiliriz…
Geleceği yeni sürgünleri ademe itmekle değil, istikâmet ile başa tâc ederek kurabiliriz…
Ne olur geçmişimiz geleceğimize, geleceğimiz geçmişimize yâni birbirimize ayakbağı olmayalım.
Birlikte yürüyelim bu yollarda.
Efendimiz (sav) “Ya hayır söyleyin, ya susun” diyor.
Hayır söylemek, hakkaniyet için bile olsa bölmek, parçalamak, niyet okumak, ötekileştirmek, eleştirmek, susturmak, suizan, gıybet değildir…
Hayır söylemek küsmek de, küstürmek de değildir.
Hayır söylemek gitmek de kovmak da değildir…
Hayır söylemek devamlı eleştirmek değildir.
Hayır söylemek eleştiriye, söylenene kulak tıkamak da değildir…
Hayır söylemek ihyâdır, inşâdır…
Hayır söylemek birbirimizi müsâmahâ ile sırtımızda taşımaktadır…
Hayır söylemek dayanmaktır…
Hayır söylemek inanmaktır…
Hayır söylemek, gerçekten yeni bir şey varsa onu ifâde ve dinamiklerimizi tekrâr harekete geçirmek demektir.
Hayır söylemek, bıkmadan, yılmadan, usanmadan yenilenmek, yenilenerek hizmet etmektir…
Ne olur “ya hayır söyleyin, ya susun” artık.
mailto:mansurturgut@yepyeni.zamanaustralia.com