HDP Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan, “Kürt siyasetçiler olarak bizim için siyasette hiçbir zaman dokunulmazlık yoktu. Bu ülkede 25-30 yıldır devletin dokunulmazlığıyla siyaset yapmıyoruz. Bir kez daha Anayasayı ihlal ederek Kürtleri Meclis’ten atabilirler” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, 2016’dan bu yana 100’den fazla HDP’li belediyeye kayyım atandığını belirterek, “Kürt halkını buna alıştırmak istiyorlar. Kürtleri usandırarak kazandığı mevzileri gönüllü bir şekilde bırakmasını istiyorlar” dedi. Irak Kürdistanı bölgesinde yayın yapan Rudaw’a röportaj veren Buldan, Kürt siyasetçiler olarak siyasette hiçbir zaman dokunulmazlıklarının bulunmadığını vurgulayarak, “Bir kez daha Anayasayı ihlal ederek Kürtleri Meclis’ten atabilirler” ifadelerini kullandı.Türkiye’deki mevcut iktidarın Kürtlere karşı “saldırgan” bir siyaset izlediğini dile getiren Pervin Buldan, bu nedenle iktidarı değiştirme hedefinin kendileri açısından yanlış bir siyaset olmadığını ve bunun için farklı taraflara destek verebileceklerini söyledi. Buldan, mevcut anlayışla Türkiye’de yeni bir Barış Sürecinin başlamasının da imkansız olduğunu söyledi.
Buldan’ın Rudaw’da yayınlanan röportajı şöyle:
Şu anda elinizde sadece 14 belediye kaldı. Diğerleri görevden alındı ve bazıları tutuklandı. Tecrübeli bir siyasetçi olarak bu uygulamaları nasıl değerlendiriyorsunuz ve Türkiye’deki demokrasiye ilişkin ne söylemek istersiniz?
Şüphesiz bu saldırı tutumu geniş bir şekilde değerlendirilmeli. Gerçekten Kürt halkının varlığı ve iradesine karşı 100 yıldır aralıksız bir işgalci saldırı düzenleniyor. Bu Kürt halkını yok etmeyi amaçlayan saldırılardır. Kürdistan’ın dört parçasında egemen güçleri bu saldırıları farklı şekillerde sürdürüyor. Faşist AKP-MHP ittifakı halkımıza karşı 2015 yılından beri özel bir konseptle saldırılarını en yüksek perdeden devam ettiriyor. Bir yandan 1925 yılındaki Şark Islahat planı yöntemlerini kullanıyorlar, bir yandan da Umumi Müfettişlik yöntemlerini uygulayarak çöktürme adı altında tekrar tekrar uyguluyor. Bu konu ile ilgili sorun mesele sadece HDP ve belediyeler değil. Kürtler adına kim bir girişimde bulunursa, söylem geliştirirse, irade gösterirse bu Kürt karşıtı zihniyet tarafından hedef gösteriliyor. Zira AKP Rojava ile birlikte aynı zamanda Güney’deki bağımsızlık referandumuna karşı çıkarak da bu saldırıları yürütüyor. Yani mesele sadece biz ve partimiz değiliz. Mesele Kürtlerin dünyanın herhangi bir yerindeki varlığıdır, Kürt halkının hak ve özgürlükleridir. Kim bu hak ve özgürlükleri savunursa hedef alınarak yok edilmek için saldırılara maruz bırakılıyor.
Elbette kayyımlar ve aynı zamanda AKP darbeciliği Kürt halkının iradesine saygısızlıktır. 2016 yılından bu yana Kürt halkının 100’den fazla belediyesi gaspedildi. Şimdi de ayda bir, iki ayda bir tek tek belediyelerimize el koyuyorlar. Kürt halkını buna alıştırmak istiyorlar. Kürtleri usandırarak kazandığı mevzileri gönüllü bir şekilde bırakmasını istiyorlar.
Ama bu saldırı güç ve kuvvetlerinden değil, çaresizliklerinden kaynaklanıyor. Bakınız bütün saldırılara ve katliamlara rağmen Kürt halkı bugün de irade sahibidir. Parlamento ve belediyelerde temsilcileri vardır. Türkiye’de partileri, kurumları ve medyaları vardır. Aydınları var ve sanat icra ediyorlar. Sesleri dünyaya yayılıyor. Kürt halkının Rojava’da kurduğu model dünyada tek örnektir. Bu da saldırganları daha da delirtiyor. Bu vahşi saldırıların sebebi budur. Kürt halkının özgürlük seviyesine geldiğini, dünyaya umut olduğunu görüyorlar ve buna tahammül edemiyorlar. Bu gerçeğe kızgınlık ve düşmanlıkla yaklaşıyorlar. Ama Kürt halkı bugünden sonra hak ve özgürlüğünden vazgeçmeyecek ve AKP’de bu konuda başarı elde edemeyecektir. Hiç kimse Saddam Hüseyin’den daha fazla Kürtlere saldırmadı ve ayrıca Çiller de bu konuda yetenekliydi. Ama hiçbirisi başarılı olamadı. AKP de başaramayacaktır. Bu saldırılar bizim için sadece özgürlük ve mücadeleyi güçlendirme sebebidir. Başka da bir anlamı yoktur.
“RAMAZAN AYINDA KÜRTLERİN MEZARLARINA SALDIRDILAR”
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) bazı HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılarak yargılanması için çalışmalar yürütülüyor. Sizin isminiz de dokunulmazlığı kaldırılmak istenenlerin listesinde yer alıyor. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt siyasetçiler olarak bizim için siyasette hiçbir zaman dokunulmazlık yoktu. Bu ülkede 25-30 yıldır devletin dokunulmazlığıyla siyaset yapmıyoruz. Devletin saldırı konseptine karşı siyaset yapıyoruz. Mesele Kürtler, hak ve özgürlükler olduğunda kanunlar oyuna göre değiştiriliyor. 1994 yılında Kürt milletvekillerini Meclis’ten attılar. Arkadaşlarımızı 11 yıl boyunca rehin aldılar. 2016 yılında eski Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ı Meclis’ten attılar. Arkadaşlarımız hala rehin olarak tutuluyor. Bakınız bayram gününde Kürt siyasetçileri tutuklayarak 3 yaşındaki çocukla birlikte cezaevine attılar. Ramazan ayında Kürtlerin mezarlarına saldırdılar. Bu anlayış daha önce “en iyi Kürt ölü Kürt’tür” diyordu. Ama şu anda “ölü Kürt bizim için tehlikelidir” diyor. Kürtlerin ölüsünden de dirisinden de korkuyorlar. Bize karşı kin ve düşmanlıkları bu derece büyük ve ahlaksızca. Hala bizden korkuyorlar, kendi faşizmlerine karşı en büyük engelin bizim gücümüz olduğunu biliyorlar. Bir kez daha Anayasayı ihlal ederek Kürtleri Meclis’ten atabilirler. Ama daha önceki dönemlerden farklı olarak bugün örgütlü olan 40 milyon Kürdü durduramazlar. Kürtler her şart ve koşulda hak ve özgürlüklerini ile kazanımlarını koruyacaktır.
“İKTİDARI DEĞİŞTİRMEK İÇİN FARKLI TARAFLARA DESTEK VEREBİLİRİZ”
2019 yılındaki yerel seçimlerde CHP’li belediyelere verdiğiniz desteği bugün nasıl değerlendiriyorsunuz, mantıklı bir karar mıydı? Sonuçları ne oldu?
Bu konu yanlış tanımlanıyor, ya da bazı çevreler bilinçli şekilde tersyüz ediyor. 31 Mart stratejimizde hiçbir siyasi partiye destek vermek yoktu. CHP ya da başka bir partiye destek vermedik. Aynı zamanda hayır kurumu da değiliz. Sözde bazı siyasetçi, aydın ve uzmanın konuyu anlamaması ya da bilinçli bir şekilde çarpıtmasına rağmen halkımız bu stratejiyi iyi anladı. Bir partiye destek vermedik, biz bir strateji geliştirdik ve halkımız da bu stratejimize destek verdi. Çünkü bu strateji saldırılara verilen bir yanıttı. Hükümete her şart ve koşulda bu ülkede siyaseti alt-üst edebileceğimizi ve dengeleri değiştirebileceğimizi gösterdik. AKP’nin yerine CHP bu saldırıları gerçekleştirseydi onlardan da aynı şekilde hesap sorardık. Tarihi hesapları da unutmadık ama biz düşmanca bir siyaset yürütmüyoruz. Ortadoğu’da halkların ve dillerin birliğinin kurulmasını ama herkesin kendi dili ve rengi ile yaşamasını istiyoruz. Bu nedenle bizim açımızdan iktidarı değiştirmek adına yanlış bir siyaset değil ve bunun için farklı taraflara destek verebiliriz.
Geçen yıl ki seçimlerde Kürt partilerle bir ittifak kurmuştunuz. Bu ittifak devam ediyor mu? Kazanımları nelerdi? İttifakı güçlendirmeyi düşünüyor musunuz?
Kürt partilerle stratejik bir ilişkimiz var, kısa dönemli bir ilişki değil. Kürt partiler arasında kalıcı bir ittifak kurmak istiyoruz. Bu ittifak Kürt güçleri için bu yüzyılda tarihi bir mecburiyettir. Bize göre Kürtlerin birliği Ortadoğu’da barış ve huzurun garantisi olacaktır. Bu konuda da herkes birlikte sesi ve rengiyle Kürtlerin özgürlüğü için çalışmalıdır. Kürt partilerle kurduğumuz ittifak her ne kadar istediğimiz seviyede değilse de ileriye dönük beklentilerimizi güçlendiriyor. Bu ittifakın Kürdistan’ın dört parçasında bütün Kürt güçleri arasında gerçekleşmesini istiyoruz. Bunun için çalışıyoruz ve bu konuda her türlü fedekarlığı yapmaya hazırız. Kürt halkı açısından “ölüm-kalım” hüvviyetinde olan bu süreçte bütün Kürt güçleri bu gerçeği görmeli. Elbetteki her parti, taraf ve örgütün kendine has özellikleri, özgünlükleri bulunuyor ancak ortak ve öncelikli gündemlerimiz de olmalı. Tüm Kürt düşmanları birlik oluyor, peki Kürtler neden onlara karşı birlik olmasın? Bu yüzyılı birlik ve ittifak olmadan geçiremeyiz.
“SALGIN DÖNEMİNDE HALKA YARDIM EDEN BELEDİYELERİMİZ GASP DİLDİ”
Türkiye ekonomisi de koronavirüs salgınından olumsuz etkilendi. Bildiğiniz gibi Kürtlerin yaşadığı bölgelerde yoksulluk oranı daha yüksek. Siz de durumu yakından takip ediyorsunuz. Şimdi bu bölgelerdeki ekonomik durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP’nin mevcut saldırgan tutumu Türkiye’yi büyük bir felakete sürüklüyor. Ekonomik kriz sadece koronavirüs salgını nedeniyle derinleşmedi. AKP’nin yürüttüğü savaş, şiddet ve saldırgan tutumu da krizi derinleştiriyor. Şimdi ganimet ekonomisi ile, mal ve mülklerin gaspı ile bu krizi çözmek veya ertelemek istiyorlar. Halkın mal ve mülküne el konuluyor, Rojava’nın zenginlikleri gaspediliyor. Kürt halkını açlıkla terbiye etmek istiyorlar. Bu bakımdan Kürt halkına karşı saldırı aynı zamanda ekonomik bir saldırıdır. Kürt halkı yalnızca ekonomik durumdan zarar görmüyor, bilinçli olarak Kürt halkı zarara uğratılıyor. Hep birlikte özgür olmadan doymayacağız da. Bu esaret altında olmanın realitesidir.
Koronavirüsü salgını nedeniyle belediyelerimiz aracılığıyla bir yardımlaşma ağı kurmuştuk. Bu süreçte “Kardeş Aile Kampanyası” adıyla bir kampanya başlattık. Bu kampanya aracılığıyla halkımız arasında yardım, dayanışma ve paylaşım ağı kurmayı hedefledik. Ancak salgın döneminde halka yardım eden belediyelerimiz gaspedildi. Kürtler arasında yardımlaşma köprüsü kurulsun istemediler. Biz bunu çok iyi biliyoruz, saldırılarının nedenlerini de çok iyi biliyoruz. Biz yine de elimizdeki imkanlar doğrultusunda halkımızı asla yalnız bırakmayacağız. Biz halkımız için varız.
“BÖYLE BİR ZİHNİYETLE ARTIK YENİ BİR BARIŞ SÜRECİ MÜMKÜN DEĞİL”
Türkiye’de 2013’te bir Barış Süreci başlatıldı ancak iki yıl sonra sona erdi. Bu süreçte PKK ve devlet arasında arabuluculuk konusunda HDP belirgin bir rol üstlendi. Şimdi yeniden böyle bir sürecin başlaması için imkan veya zemin var mı?
Partimiz barışçıl bir partidir. Biz tüm toplumsal sorunların barışçıl yollarla çözülmesini savunuyoruz. Biz Barış Sürecinin bir parçasıydık. Barış partisi olduğumuz için de o süreçte halkın partimize karşı ilgisi ve teveccühü arttı. O süreçte gördük ki AKP’nin derdi barış değil, bizi etkisizleştirmek ve egemenliğini pekiştirmektir. AKP Kürt sorununun çözümünü istemiyor, istiyor olsaydı şimdiye dek çoktan çözmüştü. Tüm güç ve yetkiler onların elinde fakat onlar sürece kendilerini daha da güçlü kılmak için yaklaştı. Bu yöntemle bizi tasfiye etmek, kendilerini kalıcı hale getirmek istediler. Ancak sürecin kendi hesaplarına göre ilerlemediğini gördüklerinde bu defa bize ve sürece saldırmaya başladılar. Bakın bugün kim barıştan söz ediyorsa onu da hedef haline getirip cezaevine gönderiyorlar. Bu nedenle anlaşıldı ki böyle bir zihniyetle artık yeni bir barış süreci mümkün değil. Bugün barış önündeki en büyük engel AKP-MHP anlayışı ve zihniyetidir. Bu zihniyet yıkılmadan barış da gerçekleşmez.