M. Fethullah Gülen Hocaefendi ilkokul yıllarından bahsederken, sınıfta namazını kıldığı için öğretmenlerden azar işittiğini yalnız Belma Hocanımın kendisini koruduğunu bazen “Ben seni ileride İstanbul Galata Köprüsünden inerken bir subay olarak görüyorum” diye iltifat ettiğini söylerdi. Yaramazlık yapanları cezalandırırken sıra bana gelince sadece kaşlarını çatıp “Sen de mi?” dediğini anlatırdı.
Hürriyet gazetesinin eski patronu Erol Simavi’nin hanımı Belma Simavi ile ilgili bir yazı yazmıştım, o zaman “Acaba bizim hocanım olmasın mı?” diye sormuştu. Ben de kendisini tarif ettiği hocanımla, Belma Simavî’nin çok farklı olduklarını söylemiştim. Zannediyorum 1992’de bir gün arkadaşımız Nihat Bey dedi ki: “Hanımını doktora götürmüştü. Doktor Bey, eşimin Erzurumlu olduğunu anlayınca, Korucuk köyünden ve eşinin orada öğretmenlik yaptığı yıllardan bahsederek bilhassa öğrencilerden birisini hiç unutamadığını, hatta 1980’li yıllarda köy muhtarına mektup yazarak, Fethullah Gülen hakkında bilgi istediğini fakat bir netice alamadığını anlattı. Ben de onu tanıdığımı, söyledim. Hanımının ismi Belma imiş.” Birkaç gün sonra Hocaefendi ile görüşürken bunu kendisine anlattım. Çok heyecanlandı. Zannediyorum Belma Hocanımla bir-iki telefon görüşmeleri oldu. Hatta Fatih Kolej öğrencilerinin mezuniyet töreninde (1992’de) Belma Hanım da davet edilmiş ve bir konuşma yaptırılmış. Ben o zaman Amerika’da bulunuyordum. (Ağustos 1995) da bir arkadaşımız Hocaefendi’ye verilmek üzere bir mektup getirdi. Dahiliye Mütehassısı Dr. Turan Özbatur ve Belma hanımın isimleriyle gönderiliyordu. Ben hemen oradan adreslerini aldıktan sonra mektubu Hocaefendi’ye verdim, adresi de Aksiyon G.Y. Müdürü Mustafa Sungur’a ulaştırdım. Sonra da Aksiyon Dergisi adına kendisiyle bir röportaj yapmalarını istedim. Ayrıca bir benzerlik arz ettiği için on sene önce Sızıntı dergisinde yazdığım Halide Nusret Zorlutuna’ya ait yazımı da gösterdim. Çünkü Zorlutuna da, öğrencilerinin karakter ve yapılarını tahmin eder, ders sırasında zaman zaman onları ilerideki işlerinin başında hayal edermiş… Yani, Belma Hocanım ile Halide Nusret Zorlutuna arasında bir benzerlik var… Bu röportaj, 18-24 Kasım 1995 tarihli Aksiyon dergisinde neşredildi.
Röportajda Belma Özbatur (Sönmez) Hocanım, İstanbul Fatih’te doğduğunu, öğretmen olduktan sonra Erzurum’un Korucuk köyüne tayin edildiğini söylüyor. Diyor ki: “Erzurumluların çok iyiliklerini gördüm. Ben de üç sene boyunca seve seve çalıştım. Uzaktan benim geçtiğimi gören 80’lik dedeler ayağa kalkarak selam verirlerdi. 16-17 yıl sonra tekrar gittiğimde beni gelinleri gibi karşıladılar. Nasıl unutabilirim o insanları. Bulunduğum evden sadece gökyüzü görünüyor. Evin tek penceresi damda. Geceleri bazen kurtlar bile geliyor damdaki pencereye. Köylüler beni koruyorlar ama yine de akşamları içimde bir korku oluyor. O ilk günlerde bir rüya gördüm. Yalnız birkaç kişiye anlatmışımdır bunu. Bir gece yine okudum üfledim yattım. Rüyamda kapım açılıyor. Tüylerim diken diken Hz. Peygamber (S.A.V.) kapımdan içeriye giriyor, hiç konuşmadan seccadeyi seriyor, namazını kılıyor ve gidiyor. Dedim ki, bu bana Allah’tan bir işaret: Korkma bak koruyanın var. Ben bu rüyaya o kadar inanmıştım ki, hâlâ gözümün önündedir. (…)
Talebelerimden her meslekten insan var. En güzeli de, hepsinden güzel bir de Fethullah Hocam var. Fethullah diğer öğrencilerden çok farklıydı, ağırbaşlı, beyefendi, çalışkan, her şeye uzaktan bakan öyle bir çocuktu. Ben onunla gurur duyardım. Hatta bazen kendisine derdim ki: “Fethullah bak oğlum: İnşaallah seni bir gün İstanbul’da aslan gibi bir subay olarak göreceğim. Subaylık bizim için, milli duyguları kuvvetli, kardeşlik duyguları ön planda olan bir meslek. Fethullah’ın da bu duyguları kuvvetli olduğu için onun subay olmasını isterdim. O köy Rus savaşı görmüş. Nineleri, dedeleri bir odaya kapatmışlar hepsini diri diri yakmışlar. Bana hep bunu anlattılar. Yani bunun için onlar çok meraklıydı. Düşkündü, saygı duyarlardı askerlere. O, her şeye uzaktan bakar, uzaktan güler, az da olsa neşeli olduğu zaman kahkaha da atardı. Bunu böyle hep ona söylerdim. Diğer öğrenciler gibi ifrata kaçan bir yaramazlığı yoktu. Arkada cama yakın oturur, iri yapılı, beyaz tenli, hep gözümün içine bakar. Bir gün ne yaptılarsa hepsi yaramazlık yapmışlar. Yaramazlık yapanları cezalandırmaya başladım. Ona gelince elim kalkmadı. Çünkü her zaman için ağır başlı bir çocuktu. Kulağından tuttum: ‘-Sen de mi Fethullah!’ dedim. Bu ona o kadar etki etti ki, bir daha hiç yaramazlık yapmadı. Yapmazdı da zaten. Fakat köyden göç ettiler. Fethullah’ı 5. sınıftan mezun edemedim. Alvar köyüne gittiler. O kadar üzüldüm ki, nasıl getirsek, okuyan, çok çalışkan bir çocuk falan. Bir gün okulun yanına beni veya arkadaşlarını görmeye gelmiş. Dedim ona –Fethullah niçin yapıyorsun yavrum, gel, oku, bak mezun olacaksın, çok iyi bir çocuksun. Aslında biliyordum onların oraya ailesiyle birlikte gittiğini ama yine de gelip benim sınıfımda okumasını istiyordum. Geçenlerde gazeteden kalb anjiyosu olduğunu öğrendim, çok üzüldüm. Kısa bir geçmiş olsun mektubu yazdım. Onun cevabını yazmış çok mutlu oldum. Öğretmenleri o kadar yüceltmiş ki: ‘Hayatta ilk uyandığım bir dönemde kendimi bulmam ve özümle bütünleşmem mevzuunda önemli katkıları olduğuna inandığım öğretmenim.’ diyordu.”
aaymaz@samanyoluhaber.com