Çok mübarek günlerdeyiz. Hayır ve hasenatın bin verildiği günler. İsmail Hakkı Bursevi’nin tefsirinde geçtiğine göre Peygamber Efendimize bir genç gelir ve annesinin kendisinden bir şey istediğini söyler.
Efendimiz hücre-i saadetine bakar. Verecek bir şey bulamaz. Gence “verecek bir şeyim yok” der. Genç o zaman “üzerindeki şu gömleği ver” der. Peygamberimiz çıkarır verir. Namaz vakti olur. Gömleği olmadığı için camiye gidemez. Sahabi yüksek sesle tekbir getirir ama Efendimiz yine gidemez. Cenab-ı Allah bu ayeti nazil buyurur.
“Harcamalarında ve başkalarına yardım hususunda ne eli sıkı ol, ne de ölçüsüzce açık. Aksi halde herkes tarafından kınanır, dostsuz, kaybettiklerine de hasret çeker bir hale düşersin. (İsra:29)
Üstadın talebeleri Afyon mahkemesi sonrası çoğunun memleketine dönecek yol parası yok. Afyon’lu bir esnaf, parayı masaya koyar ve ihtiyacı olanların para almalarını ister. Talebelerin çoğu fakir olmasına rağmen sadece memleket dönüş bileti parasını alır. Afyon’lu esnaf; acaba bu parayı Üstadın talebelerine dağıtabilir miyim düşüncesi ile parayı bir mendile sararak, tren garına gelir. Fakat kimse bilet parası dışında bir şey almaz. Afyon’lu esnaf, mendildeki paraya bakarak bu parayı dağıtamadım diye hüngür, hüngür ağlar. İşte peygamber varisi.
Yıl 1995. Sydney’de kurulacak Şule Koleji için himmet yapılmaktadır. Türkiye’den yaklaşık 700 dolar burslu bir doktora talebesi, üç yüz küsur dolar cash parayı masaya koyar ve daha sonra ödenmek üzere bin dolar da vaad eder. Gözleri dolu ağlamaktadır. Arkadaşın, burs dışında bir geliri olmadığını biliyordum. Sordum “Banka hesabında ne kadar para bıraktın?” Göz yaşları içerisinde “sadece bir dolar bıraktım ki, hesabım kapanmasın.” İşte Hz.Ebubekir (r.a)’ın izinde gidenler. Bir başkasını bilirim, her yıl Ramazan da hesabında ne varsa hemen hemen hepsini getirirdi.
Yıllarca Avustralya’da yaşamış, ilk hicret eden esnaf olarak Avustralya’da Hizmet tarihine geçmiş Mehmet Abi, beyin timörü olmuştu. Vefatından önce ziyaret etmiştim. Aldığı emekli maaşı, kira vs ilaç parası yetmiyordu. Yenge, bir kavanozun içinde para biriktirmiş. Hepsini getirdi “Hocam bunları al muhtaçlara verirsiniz dedi”. Bacım “Mehmet abi için ilaç parası yaparsınız” dedim. Hayır dedi ve tarihe geçecek bir söz ifade etti. ‘‘Biz vermeye alıştık. Vermeden duramayız”. Yanımda Afganlı bir Müslüman olmasaydı oturup hüngür, hüngür ağlayacaktım. Kendimi zor tuttum. İşte bir taraftan fakirin, fukaranın malını çalan kodamanlar. Bir tarafta Ebu Bekirler, Mehmet abiler ve de Ebu Bekir Sıddık’ın (r.a) çizgisinde olan isimsiz kahramanlar. Ne mutlu o kimselere ki; Ebu Bekir’lerin, Ömer’lerin çizgisinde olurlar. Yazıklar olsun o kimselere ki, çalan çırpanlarla beraber olurlar.
Evet işte hayırda Ebu Bekir’leşmenin, Ömeri olmanın şimdi tam zamanı.
Ebu Basir Enes Kanter
Ebu Basir hikayesi malum. Zulüm ve tahakkümden dolayı Müslümanlar Mekke’den hicret ettiler. Ebu Cehiller, Utbeler mallarına mülklerine el koydular. Peygamberimiz altı yıl sonra müşrikler ile Hudeybiye antlaşması imzaladı. Antlaşma şartlarına göre Mekke’den biri Müslüman olur ve Medine’ye giderse, Peygamberimiz onu iade edecekti. Tam o esnada Ebu Basir Mekke’den kaçarak geldi. Efendimiz Hudeybiye antlaşmasından dolayı onu geri vermek zorunda kaldı. Ebu Basir ve sahabeler bu hale çok ağlamışlardı. Ebu Basir , bir yolunu bulup kaçtı ve Mekke Şam kervan yolu üzerinde bir yerde kendisine üs edindi. Sonra Mekke’den kaçan diğer Müslümanlar da onunla birleştiler. Sayıları üç yüzü buldu. Şam’a gidip gelen Mekke’li kervanlara saldırdılar. Ebu Süfyan Peygamberimize gelip, Hudeybiye antlaşmasının bu şartının iptalini istedi. Böylece Mekke’den kaçanlar Medine’de Peygambere kavuştular.
Bunu şunun icin arz ediyorum. Ebu Basir ve arkadaşları kılıçları ile savaştılar. Enes Kanter ise aklı ve topu ile barışçı bir şekilde direniyor, mazlumların yardımına koşmak için elinden geleni yapıyor. Enes’in zahiren karşısında ne Ebu Cehil’ler ne de Utbe’ler var. Fakat sıfatları onlara benzeyen Müslüman kimlikli insanlar var. İşte Enes ve arkadaşları hiç boş durmuyor. Kimisi iş kurmaya calışıyor, kimisi okumaya calışıyor, kimisi bir işte çalışıyor, kimisi şiir, kimisi yazı, kimisi Youtube üzerinden televizyon kanalları kurmuş. Hizmet, hizmet diyorlar. Ehli dalalet ve ehli hasedin rüesası, Enesleri kendileri gibi zannettiler. Ancak yanıldılar. Bir örnekle yazıya nokta koyayım.
Zar zor geçinen bir muhacir, her hafta yaklaşık 15 km uzaktaki bir çiftliğe gidip kendi cebinden 20 litre süt alıp getiriyor. Bir hanımefendi bunu yoğurt yapıyor. Hizmete yaklaşık 45 yılını vermiş bir abi, bu yoğurtları alıp, alanlara dağıtıyor. Kazanılan para ile Türkiye’de zulme uğramış, kocası hapiste olanın Peygamber kızı, Fatımatüz Zehra’nın izinde hiç şaşmayan iki çocuklu bir bayanın aylık mutfak masrafına katkısı oluyordu ta virüs çıkıncaya kadar.
Evet, Ramazan ayı Bekri veya Ömeri olmanın tam zamanı.
yucelsalih@yahoo.com